Rabbimiz buyurur ki “Eğer müminlerden iki grup birbiriyle kavgaya tutuşursa hemen aralarını düzeltin; ikisinden biri diğerinin hakkına tecavüz etmiş olursa -Allah’ın emrine geri dönünceye kadar- haksızlığa sapanlara karşı savaşın; dönerlerse aralarındaki anlaşmazlığı adaletle çözüme bağlayın ve herkese hakkını verin. Allah hakkı yerine getirenleri sever. (Hucûrât. 9)

İnsana yakışan barış ve sulh içinde yaşamaktır. Sulh önce insanın iç dünyasında sonra ailesinde ve dalga dalga tüm insanlarla ve canlılarla olmalıdır. Sulhun zıddı ise fesattır. Nice fesat peşinde koşanlar var ki kendilerini muslih olarak tanıtmak isterler. Söylemden önce eyleme bakmak gerekiyor.

Kur’anı Kerimde Hucurat suresinde ki 9. ayete mü’min kardeşler arasında sulhun sağlanmasının usulü öğretilmektedir. Bunun sağlanması için ve sulha ulaşmak için vuruşmak ve savaştan bahsedilmektedir.

Peki, şöyle düşünmek gerekmez mi, ya bizlere savaş açan kâfirlerle sulh için neden savaşmayalım. İsrail’e karşı yapılması gereken sadece kınama, lanet, dua ve protesto olmamalıdır. Size savaş açana verilecek cevap aynıyla savaştır. Onlar savaşa dönmüşse bizde savaşa dönmeliyiz. İnanıyorum ki İsrail denen devletçik bizim için bir lokmadır. Fakat bu lokmayı dikenli hale getiren ise ardında ona güç veren diğer devletler ve komşu devletlerin sessizliğidir. Tarih boyu onların dünyaperest olduğuna şahidiz. Onlar ölmekten korkarlar yeter ki kalplerine korku salacak bir gayret içinde olalım.

Savaş bir mecburiyet ve zarurettir. Adına ister Yahudi diyelim, ister İsrail diyelim fitnenin merkezidirler. Dünyanın insan hakları söylemlerinin nasıl yalan olduğunun göstergesidirler. Dünyaya insan hakları dersi vermeye çalışan iri ülkeler maalesef kendilerinin dışında ki bölgeleri ateşe vermekten çekinmemektedirler. Başta BM beş daimi üyesi olmak üzere diğer batılı ülkeler kendilerinin dışındakileri insan görmemektedirler. Savaş çıkaran ve silah satarak o bölgeleri daima elinde tutan bu devletler dünyayı ahtapot ağı gibi sarmışlardır. Bunlarla mücadele için savaş gerekir fakat savaş için adaletli toplu, iktisadi ve ilmi gelişme, iç bütünlüğü ve tutarlılığı olan insanlara ihtiyacımız vardır. Nice siyasi söylemler vardır ki tencerede çocuklarını umutlandırmak için taş kaynatan kadının samimiyeti kadar gerçeği yoktur. Söyleyenler de bu cümlelere inanmamaktadırlar. Bununla beraber bizim bilemediğimiz yardım ve strateji ilişkileri olabilir ama sonuç bakımından yetersiz olduğunu görmekteyiz.

Unutmamalı ki her gece yatsı namazından sonra okunan Bakara suresi son ayetinde “Sen bizim Mevla’mızsın, kâfirler topluluğuna karşı bize yardım eyle.” Bizlerin bu duaya şuurla bir çalışmayla, âmin diyecek gayretimiz ve yüzümüz olmalıdır. Hâlbuki biz bu duadan da gafiliz.

Filistin Müslüman olmasaydı bile Yahudilerin bu zulmüne karşı durmak insan olarak asli görevimizdir. İnanıyoruz ki Yahudileri bu zulmü bitirecek ve yok edecektir. Zamanla göreceğiz ki onlar o bölgeden grup grup kaçacaklardır. Öyle kaçacaklar ki Kur’an’ın ifadesiyle “kendi evlerini kendileri yıkarak” uzaklaşacaklardır. Önemli olan bu başarıda bizim hissemizin ne kadar olduğudur.

“Benim başarım ancak Allah iledir; O'na tevekkül ettim ve O'na içten yönelip-dönerim." Hûd, 88