“Her iyilik sadakadır” hadisi şerifi bizlere çeşitli hedefleri göstermektedir. Şer’i şerifin ve aklıselimin iyi ve güzel gördükleri daima teşvik edilmeye ve desteklenmeye layıktır. Günümüz dünyası sosyal projeler bakımından oldukça zengindir. Müslüman dünyası ise bu projeleri daha çok yerel halkın desteğiyle sürdürmektedir. Batı ve batı düşüncesinde olanlar ise kurumsal ve holding destekleriyle projeleri yürütmektedir. Ticari tecrübe ve imkânla desteklenen çalışmalar kalite ve gelişime açık ve muhtaçtır.

Cahiliye döneminde bazı Kureyş kabilelerinin, Mekke’de haksızlığa uğrayan insanlara yardım etmek amacıyla yaptıkları Hz. Muhammed’in de katıldığı antlaşmanın adı hilfü’l-fudûldur. Kaynaklarda antlaşmanın muhtevası genel hatlarıyla şöyle ifade edilmektedir: “Allah’a andolsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü ister bizden ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize malî yardımda bulunacağız” Ebû Süfyân’ın kayınpederi Utbe b. Rebîa’nın bu antlaşmaya katılamadığı için çok üzüldüğü ve şöyle dediği rivayet edilir: “Eğer Hilfü’l-fudûl’e katılmam için soyumdan ve ailemden ayrılmam gerekseydi bunu hiç çekinmeden yapardım”

Muâviye’nin hilâfeti sırasında, yeğeni Medine Valisi Velîd b. Utbe ile Hz. Hüseyin arasında bir mal hususunda anlaşmazlık çıktı. Hz. Hüseyin’in, kendisine baskı yapmak isteyen Velîd’e hakkının verilmemesi durumunda Hilfü’l-fudûl’e başvuracağını söylemesi üzerine Velîd haksız tutumundan vazgeçti.

Bütün kaynaklarda Hz. Peygamber’in bi‘setten sonra da bu ittifaktan övgüyle bahsettiği, İslâmiyet’in onu daha da pekiştirdiğine inandığı ve bu yemini kızıl tüylü bir deve sürüsüyle de olsa asla değişmeyeceğini, tekrar çağrıldığı takdirde de tereddüt göstermeden derhal icâbet edeceğini söylediği kaydedilmektedir.

Müslüman camia ya da kendini şuurlu ve dava adamı gören kardeşlerimiz maalesef kendi dışındakilere karşı hak arayışında kartal gibiyken, zulüm Müslümandan geldiğinde ise sessiz kalmakta ve mazlumu yalnız bırakmaktadır. Bu örneği çok yaşamaktayız. Mesela bir imam, camilerden toplanan paranın hesabını sorunca görevinde zulme uğradı ve kimse sahip çıkmadı. Ya da rastgele bir iftira ile yaftalanan insanlar yalnız kalmaktadır. Bazı insanlar iftiraya uğradığında bunun yalan olduğunu bilen dostları, siyasi menfaat sbebiyle o kardeşini savunmamaktadırlar. Hâlbuki asıl olan adaleti ikame ve zulmü engellemek olduğu halde, susarak zulme pasif destek vermiş olmuyor muyuz?

Erdemli davranış kendi ırk, mezhep, meşrep, parti ve grubundan gelen haksızlıklara karşı ses olabilmektir. Ötekine karşı tek yürek olmak kolaydır, asıl olan kendinden gelen haksızlıklara karşı gür bir seda ile “Hayır” diyebilmektir.

Milli şair Mehmet Akif Ersoy müdürüne ve hocasına yapılan haksızlığın kendisine de yapıldığını düşünerek görevinden istifasını vermiştir.

Rasulullah (sas) şöyle buyurdu: “Müminin mümin kardeşiyle olan durumu, birbirini yıkayıp temizleyen iki el gibidir.” Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır.” Bu yol sadece yaya yolu değil, insanların hayat yolunda ki engelleri de kaldırmak bizim için ibadettir. Ya yolu açmalı ya da engelleri kaldırmalıyız.

Zulme ve yanlışlara karşı dur diyebilecek proje ve kurumlara çok ihtiyacımız vardır.