Sansür konusuna girmeden önce ‘medya’ kelimesi üzerine birkaç mühim açıklama yapalım. 
                 Bir kere ‘medya’ kelimesi Türkçe bir kelime olmayıp, Batı dillerinden dilimize giren, girdirilen birçok kelime gibi İngilizceden dilimize taşınmış, aktarılmıştır. 
                 Türkçe karşılığı; ‘kitle iletişim araçlarının bütünü, basın yayın’ dır. 
                 Yabancı kelimelerin bütününe ( dilimize sonradan girmiş ve girmeye devam eden kelimeler kastediyor, yüzyıllardır kullandığımız, Türkçeleşmiş, Türkçe yazım ve ses uyumuna uyarlanmış, Türkçenin malı olmuş Kur’an’dan, Arapça ve Farsçadan ya da diğer dillerden girenleri kastetmiyoruz) karşı çıktığımız ve çıkmamız gerektiği için, medya kelimesini de asla kullanmayıp, ‘basın’ demeliyiz. 
                 Yani  ‘sosyal medya’ değil, ‘sosyal basın’ diyoruz, demeye devam edeceğiz. 
                 Bu mühim tespiti yaptıktan sonra, gelelim son zamanlarda konuşulan, tenkit edilen ve çıkarılmaya çalışılan ‘sosyal basın’ yasasına. 
                 Bu yasa bir ‘sansür’ mü, yoksa gerekli mi? 
                 Sosyal basında büyük bir karmaşa olduğu, her türlü hakaretin, küfürün, ayrıştırmanın, düşmanlaştırmanın, kutuplaştırma ve bölmenin vuku bulduğu kesin. 
                 Bu ve benzeri yorum ve paylaşımlar nedeniyle, vatsap ve faceden uzaklaştırdığımız çok insan var. Bunlar arasında yarım asırlık arkadaşlarımız bile var. 
                 Elbette bir düzen olmalı. Her aklına geleni, keyfi istediği her şeyi sosyal basında yazamamalı ve paylaşamamalı insanlar. 
                 Ama bir sansüre de meydan verilmemeli. 
                 CİMER ve tüm kurumlara TC Kimlik numarası ile şikayet mecburiyeti getirildikten sonra ( külliyen yanlış bir uygulama olmuş, şikayetler halı altına süpürülmüş, halı çürümeye ve kokmaya çoktan başlamıştır), insanların açık kimlikle ya da rumuz ile tenkidini yapabileceği, görüş ve önerisini açıklayabileceği kalan tek ortam, sosyal basın ortamıdır. 
                  Adeta insanların topraklama hattı, sigortası olmuştur. 
                  Bunu da yasaklarsanız, topraklamayı ve sigortayı devreden çıkarır, yangına sebep olursunuz! 
                  

SOSYAL BASINDA NELER YASAK OLMALI? 
                  Elbette yasaklanması gereken ya da müeyyidesi olması gereken hususlar var. 
                  Bunların başında tehdit, aşağılama, hakaret ve küfür gelmektedir. 
                  İlaveten, teröre ve bölücülüğe açıkça destek veren yorum ve paylaşımlar, ülke bütünlüğüne kasteden, meşru ya da gayri meşru özel hayatı ( gayri meşru da, aleni olmayanlar, gizli olanlar) deşifre eden, müstehcen paylaşımlarda bulunan, gayri ahlaki içerik barındıran paylaşımlar elbette yasaklanmalı, cezai müeyyidesi olmalıdır. 
               Bir de,  hiç şüphe bırakmayacak, herkesçe bilinen ve kabul edilen, tartışmasız yalan olduğu bilinen paylaşımlarda müeyyide kapsamına alınmalıdır. 
                   Hiç şüphesiz bu yasaklar, yazılı ve görsel yaygın basın için de geçerli olmalı, kabak sadece sosyal basının başında patlatılmamalıdır. Daha doğrusu kanun kapsamı, tüm basını kuşatmalı, ayrım yapılmamalıdır. 
                Bunların dışında hiçbir yasaklama olamaz, olmamalı. 
                Tartışmalı, yalan olup olmadığı kesin belli olmayan, doğru imiş gibi sunulan ama gerçekte yalan olan haberleri, yalan haber diye paylaşmak, yalan haber diye  yasak kapsamına alınmamalıdır. Yani, yalana yalan demek suç olmamalı, aksine önü açılmalıdır. 
                   Eğer rastgele, umumi olarak ve yaygın bir şekilde yalan habere yasak getirilecekse, politikacılardan, onların ele geçirdiği yazılı, görsel ve sosyal basından  başlanılmalıdır! 
                   Zira konuştuklarının, anlattıklarının, iş ve faaliyet olarak sunduklarının neredeyse ekseri yalan, algı, manipülasyon, ayrıştırma, nefret, aşağılama, hakaret, kutuplaştırma, bölme şeklinde tezahür etmektedir. 
                   Ellerine geçirdikleri televizyon, gazete, radyo, vatsap, instagram, tiwıttır ve bilumum kitle iletişim araçlarıyla, AKI KARA, KARAYI AK GÖSTEREBİLİYOR, 
                       Paralı ve maaşlı yazar çizer, tv pıroğramcısı, konuşmacı, uzman, gazeteci, emekli bürokrat ve benzeri sıfatlarla 24 saat yalan haber pompalanmakta, yalan çok çok tekrarlanarak, gerçek algısı oluşturulmaktadır. 
                      Bir de bunlara maaşlı tirolleri eklersek, yalanın bini bir para etmekte, havada uçuşmaktadır. 
                      Onun için, sadece ‘yalan haber’ keyfiyeti işi çözmemekte, kime göre yalan sorusu sorulan haber ve yorumlar bu kapsama alınmamalıdır. 
                      Alınır ve çok genel bir ifade ile ‘yalan haber’ ifadesi kullanır, yasaklama getirilirse, işte o zaman SANSÜR olur. 
                       Elinde yaygın yazılı ve görsel basını olmayan, daha doğrusu iktidar ve para gücü  olmayan geniş kitlelerin, sesini duyurabildiği tek alanın, sosyal basın olduğu unutulmamalı, bu alanın yasaklanması ile meydanın tamamen güçlüye, imkan ve para sahiplerine bırakılacağı akıldan çıkarılmamalıdır. 
                        Ayrıca, yalan haberi yasaklamak, çoğu kez en çok yalan konuşanların işine yaramakta olduğu unutulmamalı, yalanların ortaya çıkmaması için alınmış bir tedbire döndürülmemelidir. 
                        Yazıyı kaleme aldığımız Cuma gecesi geç saatlerde yasalaşan bu kanun, umarız, gerçekte basına ama tüm basına doğru bir istikamet getiren bir içerik taşır. 
                         Hiç şüphesiz kanunun yasalaşmasından çok daha mühim olan, nasıl uygulanacağıdır. 
                          Bunun için, her şeyde olduğu gibi, bağımsız, adil, adaletli, tarafsız ve hızlı işleyen bir yargı gerekmektedir.