Eleştirmekle düşmanlık beslemek arasında ince bir çizgi vardır…

Eleştirdiğini iddia edersin, oysa kullandığın dile bakınca bunun apaçık bir düşmanlık olduğu çok net ortaya çıkar ve kurduğun cümleler seni ele verir…

“Ağzınızdan çıkanlar kalbinizde olanlardır” demiş bir büyüğümüz…

İnsan nefret duyduğu kişi hakkında öylesine sözler sarf eder ki eleştireyim derken isteyerek veya istemeyerek ortalığı yıkar geçer…

Şehrimizin ve ülkemizin en büyük sorunu maalesef nitelikli ve yapıcı eleştirinin olmamasıdır…

Överken de, söverken de, eleştirirken de bir ölçümüz, miyarımız yok bizim…

Kişisel hırslarımız ve düşüncelerimiz mutlak doğruların önüne geçebiliyor zaman zaman…

Ya putlaştırıyoruz karşımızdakini ya da şeytanlaştırıp taşlıyoruz…

Çoğu zaman siyasi ve ticari düşüncelerle ve de her zaman hislerimizle hareket ediyoruz…

Bunun en son örneği de akademisyenlerin altına imza attıkları bildiridir…

Tamamen AK Parti ve Tayyip Erdoğan düşmanlığının tezahürüdür o bildiri…

Kendi ülkesini soykırımcı ve katliamcı olarak görmenin başka türlü bir izahı olamaz diye düşünüyorum…

Örneğin “Evet, pkk ile mücadele edin ama sivil insanların ölmemesi için de hassasiyet gösterin” demek bir eleştiridir…

Lakin pkk’nin p’sini, terörün t’sini bile ağzına almadan, sanki her yere hendekler kazan, evlerine bomba yığınakları yapan, asker polis öldüren, ortalığı ateşe veren, dış güçlerin maşalığını yapan ve de halkı isyana teşvik eden devletimizmiş gibi bir dil kullanmak apaçık bir düşmanlık değil de nedir…

Rusya’yla yaşadığımız uçak krizinde Putin’in yanında saf tutmak ve de Türkiye-İran savaşırsa İran’ın yanında yer alacağını söylemek bu devlete olan düşmanlığın göstergesidir…

“Bunlar Müslümansa ben değilim” benzeri ifadeler kullanmak ve de insanların kutsallarına dil uzatmak da İslam düşmanlığının örneklerindendir…

Bu memlekette maalesef Tayyip Erdoğan ve AK Parti düşmanlığı devlet, millet ve nihayet İslam düşmanlığına evrilmiştir…

AK Parti’ye ve parti yöneticilerine kızıp da bütün gemileri yakmıştır ve de yakmaktadır bazı insanlar…

Düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla hareket edip ne kadar yasa dışı ve ahlak dışı yol varsa ona tevessül ediyorlar…

Aynı geminin içinde olduğumuz gerçeğini bir kenara bırakıyorlar…

Yerelde de, genelde de takınılan tavır bundan ibaret…

Bu şehrin yöneticilerine de güya onların iyiliğini istiyormuş gibi görünüp devamlı saldırıyorlar…

Nasıl bir düşmanlıktır ki sadece onlara değil, onların etrafındaki insanlara da saldırıyorlar…

Birlikte gezdikleri insanlara, birlikte çalıştıkları insanlara, değer verdikleri insanlara da hakaretlerde bulunarak nefretlerini veciz bir şekilde sergiliyorlar…

İncir çekirdeğini doldurmayan mevzuları büyük mesele yapıyor, sokak çocuklarının bile kavgada kullanmadığı kelimeleri kullanıyor, ellerinde hiçbir somut bilgi olmadan adeta dedikodu yaparak düşmanlıklarını gösteriyorlar…

Kendilerini namusun, ahlakın, doğruluğun ve dürüstlüğün timsali gibi görüp karşı tarafta ne kadar adam varsa aynı torbaya dolduruyor ve hiçbir tevile kaçmadan insanları yandaşlıkla, menfaatçilikle, yobazlıkla, hırsızlıkla, arsızlıkla, hainlikle suçlamaktan imtina etmiyorlar…

Kafaları hep kötülüğe, çirkefliği, hinliğe çalışıyor…

Neticede kim ne yapıyorsa kendine yapıyor hemşerim…

 “Keskin sirke küpüne zarar” diye boşuna dememişler…

Allah akıl fikir versin!

 

REVİZYON ŞART

AK Parti, belediyeciliği Milli Görüş belediyelerinden öğrendi…

Zaten çoğu belediye başkanı da bu gelenekten geliyor…

Bu gelenekten gelmeyenler ise kendilerini belli ediyorlar…

AK Parti’nin ortaya koyduğu ilkelerle, dünya görüşüyle taban tabana zıt hareket ediyorlar…

Alenen söylüyorum ki bazı belediye başkanları AK Parti’ye ve de bu davaya yakışmıyor…

Yaptıkları ve yapamadıklarıyla hem partinin ismini lekeliyor, hem de bu şehre kötülük ediyorlar…

Önümüzdeki yerel seçimlerde mevcut başkanların birçoğu değiştirilmelidir…

Heyecanını kaybedenler ve görevlerini gereği gibi ifa edemeyenler yeniden aday gösterilmemelidir…

AK Parti teşkilatları ve de etkili, yetkili insanlar şimdiden çalışmalara başlayıp ehliyetli, liyakatli ve işinin ehli insanları tespit edip adaylığa hazırlamalıdır…

3 sene dediğin nedir ki, rüzgâr gibi gelir geçer…

 

ESERLER KABAK GİBİ ORTADA

Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayımladığı “İllerde Yaşam Endeksi”ne göre Sakarya yaşam kalitesi bakımından ikinci şehir olmuş…

Kesin birileri çıkıp itiraz eder bu duruma şimdi…

Kiminle yapmışlar, neye göre yapmışlar bu çalışmayı diyerek başarıyı gölgelemeye çalışırlar…

Açıkçası ben de bu anketlere, endekslere, indekslere falan fazla itibar etmem…

Zira gerek iktidardakilerin, gerekse muhalefettekilerin elinde kendi istek ve arzularına göre şekillenmiş anket ve istatistikler her zaman mevcuttur…

Sakarya’nın, bilhassa Adapazarı şehir merkezinin ne denli geliştiğini görmek için anketlere lüzum yok…

Büyükşehir Belediyesi’nin son yıllarda yaptıklarına bakınca nereden nereye geldiğimiz açık bir şekilde görülüyor…

SakaryaPark, Ofis Sanat Merkezi, Faik Baysal Kütüphanesi, Ziya Taşkent Konser Salonu, Sakarya Sanat Galerisi ve benzeri çalışmalar özellikle sosyal ve kültürel hayatı olumlu yönde değiştirdi…

Yeterli mi, tabii ki değil…

İnsanoğlu doyumsuzdur, her zaman daha iyisini ve fazlasını ister…

Ama Sezar’ın hakkını da Sezar’a vermek gerek…

Zira eserler ortada…

Hem de Adapazarı kabağı gibi ortada…

 

TEK TİP DÜKKÂN OLMASIN

Uzunçarşı’da restorasyon çalışmalarına önümüzdeki günlerde başlanacak…

Bu meseleyle ilgili yazarımız Cihat Zafer ısrarlı ve faydalı yazılar kaleme alıyor…

Çarşının üstünün kapatılması veya kapatılmaması, dükkânların iki kat veya üzeri olması gibi hususları bilmem ama bütün dükkânların aynı tip olmasını şahsen ben de desteklemiyorum…

Tek tip dükkân görüntüsünün estetikten ve gerçeklikten uzak olduğunu düşünüyorum…

Ortaya güzel bir görüntü çıkmasını istiyorsak dükkân sahiplerini bu konuda özgür bırakmalıyız…

Ya da onlara birden fazla seçenek sunup tercih yapmalarını sağlamalıyız…

En azından dükkânların renkleri farklı olsun yahu!