Kulaksız Saim Ağbi Ayrı Bir Fenomen

Çıkmazından çıkıp, Dip sokağa kaldığımız yerden devam ediyoruz. Solda köşede Kulaksız Saim Ağbiler oturuyordu. Çiftçiydiler; evlerinin devamı mısır çiti ve samanlıktı. Babasının adı İbrahim, annesinin adı Seniha’ydı; İbrahim Amca’nın –zannediyorum bir kazada- kulağı darbe görmüştü, bir kulağı takmaydı, o nedenle ‘Kulaksızlar’ derlerdi. Saim Ağbi, kızlığı Ferizli’den Kadriye Yenge ile evliydi. Saim Ağbi, kayınpederimle asker arkadaşı olan (demek ki 1936 doğumlular), muhabbetçi, şakacı, hatta yer yer şakanın sınırını aşıp alay aşamasına geçen bir ağbimizdi. Saim Ağbi’nin Süleyman, Nesrin, Süheyla ve Ali adında dört çocuğu vardı. Büyük oğlu Süleyman sanki bir köy delikanlısı kadar becerikli ve başarılı bir çiftçiydi; kalender, az konuşan, sözü dinlenen terbiyeli bir delikanlıydı. Mahallede sevilirdi. Bir de Kulaksız Saim Ağbiyi, mahallede sayıları çok az olan Ünal Ozan sempatizanlarından birisi olarak hatırlıyorum, 1980’lerde.

Ayakkabıcı Remzi, İğneci Ayşe Teyze

Tam karşısında ise Ayakkabıcı Remzi, İğneci Ayşe çifti oturuyorlardı. Remzi Ağbi aslen bizim komşu köyümüz Kadıköy’ündendi, eşi Ayşe Teyze ise Kızılcaali’den (Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızdan) Zekeriya Akın’ın kızıydı. Herkese iğne vurmasıyla tanındığından ‘İğneci Ayşe’ lakabıyla bilinirdi mahalleli arasında. Remzi Ağbi, uzunca boylu, karayağız, dengeli, sevilen sayılan bir ağbimizdi. Dört oğulları vardı bu çiftin, Turhan, Burhan, Mustafa, İsmail; çocukları da babaları gibi esnaf oldular.
Bitişiklerinde ise Remzi Ağbinin kardeşi Lastikçi Sabahattin Ağbi oturuyordu. Eşi kızlığı Araman Yeniköy’den Neriha Yengeydi. İki kız bir oğlu vardı Sabahattin Ağbinin.

Mahallemizin Damadı Mustafa Öğretmen

Kabukçu Sarı Mustafa’nın en büyük çocuğu Nermin Abla, halasına evlatlık olduğundan, Dip sokakta sağdan bir sonraki tek katlı evde Nermin Abla eşi Mustafa Öğretmen oturuyordu. 4-5 basamakla çıkılan, klasik Adapazarı eviydi bu ev. Mustafa Dedeoğlu’nun –zannederim Kurtuluş İlkokulu’nda - sınıf öğretmeni olduğu söyleniyordu. Ortadan hafif uzunca, her zaman takım elbiseli, kravatlı, her Cumhuriyet okuru gibi bıyıksız ve halktan kopuk, beyaz uzunca yüzlü, ciddi görünümlü, ağır başlı bir öğretmendi. Cumhuriyet gazetesini pardüsesinin sağ cebine başlığı okunacak şekilde dik yerleştirir, tin tin tin, öyle gider gelirdi okuluna. Bildiğim üç kızı vardı Nermin-Mustafa çiftinin; Sevil, Serpil, Asiye. Kabukçu Ailesi hatırına kimse bir şey demezdi Mustafa Dedeoğlu Hocaya; yoksa bizim mahallede cebinde Cumhuriyetle gezmek bayağı bir cesaret işiydi o zamanlar. Ne de olsa mahallenin damadıydı Mustafa Hoca. Zaten söylemesi ayıp, mahallede ‘dokunulmazlığı’ olan iki damat tanıyordum ben o yıllarda; biri Mustafa Dedeoğlu, diğeri de Fahri Tuna.

Kabukçular Avlusu; Hikmet, Orhan, Burhan

Sarı Mustafa, Emine. Karamanköy’den Seksenli yılların en güzel taraflarından biri, hemen herkesin ‘orta hâlli’ olmasıydı; ya çiftçiydi, ya fabrika işçisi, ya küçük esnaf veya zanaatkârdı ya memur. Gelirde de geçimde de statüde de ‘uçurum’lar yoktu; komşuluk ilişkileri rahat ve dostçaydı.
Kabukçu Ailesi de tipik bir Ozanlar Manavıydı; Ailenin en büyüğü Sarı Mustafa lakaplı Mustafa Kabukçu’ydu. Rahmetli Mustafa Amcamız aslen Gümülcineli olan ve ailesi Karamanköy’e yerleşmiş Emine Teyze ile evliydi. Mustafa Amcanın Nermin ablanın dışında üç oğlu daha vardı. En büyükleri Hikmet Ağbi zanaatkardı; Garajlardan Hazel Yenge ile evliydi ve dört çocuğu vardı: Yüksel, Fikret, Nagihan, Mustafa. Köy Hizmetlerinden emekli olmuştu. Ortancaları Orhan Ağbi mahallenin bakkalıydı. sonraları Vagon’a girdi, oradan emekli oldu. Artvinli Nermin Yenge ile (ki damat Mustafa Dedeoğlu’nun akrabası olduğu söyleniyordu) evliydi, Metin, Yasemin, Halil adlarında üç çocuğu vardı. En küçükleri ise Burhan Kabukçu, yani benim ‘has ağbim’di.

Gençliğin Doğal Lideri Burhan Kabukçu

Burhan Kabuçu’yu ‘Hayatımdan Geçen Portreler’ bölümünde geniş geniş okuyacaksınız; ama burada da bir paragraf yazmış olayım: Zannediyorum 1956 doğumluydu. Tanıştığımızda o yirmi üç, ben de yirmi yaşında bir üniversite öğrencisiydim. Uzunca boylu, atletik yapılı, ki Ozanspor’un eski kalecisidir, yakışıklı, karizmatik bir ağbimizdi. İlk gençliğinde (on sekiz yirmi yaşlarında) haşarı uçarı bir hayatı varmış. Bileği ve yüreği güçlü biriydi Burhan Ağbi. İçinde bulunduğu Osman Meğreli, İhsan Meğreli, Eyüp Alkan, Fıcık Mustafa, vs.vs’den oluşan sekiz on kişilik grubun doğal lideriydi.

Seksenler’in Örnek ve Yiğit Delikanlısıydı O!

Gençliğinde (evlenmeden önce) hemen her düğünde biraz alkol alıp kavga çıkarttığı, mahalleler arası kavgaların öncüsü olduğu gibi muhtelif rivayetler benim de kulağıma gelmişti. Evet; duruşunda yürüyüşünde ‘eski kulağı kesik’lik vardı. Mahallenin namus bekçisi sayıyordu kendisini. Kimse iki kere geçemezdi Ozanlar’dan; anında ‘hop, bi dakka’ der, delikanlı derdini anlatmaya kalmadan üstü başı kırmızı beyaza boyanırdı zaten.
Mahallenin büyüklerine karşı çok saygılıydı; Mahallenin ileri gelenleri diyebileceğimiz Faik Kürem’in, Müjdat Topaloğlu’nun, İbrahim Alkan’ın veya diğer büyüklerin önünden aykırı geçtiğini hiç görmedim, duymadım; namazında niyazında cami cemaatindendi Burhan Ağbi. Dula yetime öksüze odun kömür getirilecek, taşınacaksa o organize eder, garibanlara sahip çıkılacaksa o çıkardı. Burhan Kabukçu’nun delikanlılığında mahallede herhangi bir bayan, tek başına güvenle yaşayabilirdi; kimse rahatsız edemez, laf atamaz, aç açık kalsa yardıma koşardı arkadaşlarıyla birlikte. Aynı zamanda bizim gibi arkadan gelen gençlerin de hamisi, ağbisi, öncüsüydü. Kimin ne sıkıntısı derdi varsa o bilir, takip eder, çözüm arar bulurdu. İyilerin dostu, kötülerin korkulu rüyasıydı mahallede.

Geleneğin Son Temsilcisi

Geleneğin, geleneksel delikanlılığın, örf adet çerçevesinde sevgi ve saygının –belki de- son temsilcisiydi. ‘Ben’ değil ‘biz’i temsil ediyordu; ‘komşusu açken, açıkken yatılmadığı’ felsefesinin son zamanlarını temsil ediyordu. Seksenler’de mahalle sanki büyük bir aile, Kabukçu da büyük ailenin delikanlılarının başıydı. Örnek ve yiğit bir ağbimizdi o! Hâlâ da öyledir; hâlâ nerede bir yoksul, muhtaç, evlenemeyen varsa, bir şekilde onun himmeti ulaşır onlara.
Burhan Kabukçu, Vagon Fabrikası’nın çırak okulunu bitirmiş, on beş yaşında işçi olmuş, mizacı ve delikanlılığı sayesinde dört beş bin kişinin çalıştığı kamu fabrikasında daha 25-26 yaşında sendikada işçi temsilcisi olmuştu. Kırkında emekli olunca da müteahhitliğe atılmıştı. Hâlen Adapazarı’nın iyi kazanan ve (hayra hasenata) iyi harcayan müteahhitlerindendir. Ozan sokağından Sıtkı Üçkardeşler’in büyük kızı Mualla Yengemizle evliydi; Fatih, Abdullah, Emine, Elif, Ali adlı beş çocukları vardı. Çok ama çok anılarımız vardır Kabukçu Ailesiyle.

Baldırı Kabukçu’nun Köpeğine Kaptırdık

Yeni evlendiğimizde çok gider gelirdik birbirimize. Eşlerimiz de iyi anlaşırdı. Burhan Ağbi o zamanlar sağ olan anneciğiyle Dip sokak üzerinde dört beş basamaklı tek katlı baba evinde oturuyordu. Çaylar kahveler meyveler muhabbetler… bir kış gecesi on bir sıralarında kapıda vedalaştık çıktık. Ben daha sokağa iki adım atar atmaz, dev bir köpek, harrrrr dedi, ben ne olduğunu anlayana kadar sağ ayak baldırıma otuz iki dişini (köpeklerin kaç dişi oluyorsa artık) geçiriverdi. Burhan Ağbinin ‘hoşttları’yla ancak meydan muharebesinden kurtulabildim. Tabii ki kan da çıktı, kuduz tehlikesi de. Ama ben iğneden –inanılmaz- şekilde korkuyordum. Nitekim ‘köpek vakası’ndan sadece bir sene sonra askerde aşı yapılırken iğneyi gördüğümde bayılacaktım.
Tabii ki iğne korkusundan kuduz aşısına gitmedim; kuduzdan ölmekten korktum mu? İtiraf ediyorum: Çok korktum. Ama iğneden daha çok! Köpeği takip ettim günlerce; kudurma emareleri görülürse, artık mecburiyetten hastaneye gidecektim ve –muhtemelen de- iş işten geçmiş olacaktı. Evet; Kabukçu ve misafirlik demek, benim için ‘baldırı köpeğe kaptırmak’ demektir biraz da. Tabii Burhan Ağbiyle aramızda yaşadığımız yüzlerce güzel anı, anekdot, kahramanlık hikâyesi var; hem sevabı kaçmasın, hem de riya diye anlaşılmasın diye, şimdilik bu kadarcığını anlatmış olayım.

Adapazarı’nın Kurtuluşunda eşi Benzeri görülmemiş Bir Kahraman: Halit Molla (Akın)

Dip sokakta Kabukçular’ın avlusundaki önlü arkalı üç evden sonra meşhur kahramanımız Halit Molla’nın (aslında kardeşinin) torunları Talat ve Hayati Akın oturuyorlardı iki katlı güzelim geleneksel Adapazarı evinde. Sokak girişinde dört beş metre sağlı solu çiçeklerle, güllerle, asmalarla bezenmiş bir bahçe. Sonra iki katlı harika bir ev. Kaynarca Sıraköyü’ne birkaç asır önce Safranbolu’dan yerleşen ve iyi dini eğitim görmüş bir molla olan Halit Akın, birinci dünya savaşı, Bağdat Cephesi, Kafkas Cephesi, İngilizlere Hindistan’da bir buçuk sene esaret derken… bir gün köyüne dönmüş ama çok geçmeden yerli işbirlikçilerle Yunanlılar işgal etmiş güzelim vatanımızı. Erkeklerin yüzde doksanının Çanakkale ve diğer cephelerde şehit düştüğü, meydanın yaşlı ihtiyarlarla on – on iki yaşlarındaki çocuklara kaldığı o zor günlerde Halit Molla, ağabeyi Aşır Ali (ki Talat ve Hayati Akın’ın öz dedeleridir) ve kardeşi Zekeriya’yı alıp, yirmi kişilik bir çete kurmuş; Kandıra’dan Karasu’ya, Kaynarca’dan Araman’a, Ferizli’den Söğütlü’ye işgalci Yunan kuvvetlerine ve yerli işbirlikçilerine göz açtırmamıştır. Kuva-yı Milliye gözetim ve denetiminde vur-kaçlar yapan Halit Molla, Seyifler Çatışmasında ağabeyi Aşır Ali’yi şehit vermiş, zorlu ve kahramanca mücadelelerin ardından, 21 Haziran akşamı yüz küsur kişilik çetesiyle birlikte Dağdibi’nden şehre girmiş, o gür ve davudi sesiyle Orhan Camii’nden ezan okuyarak işgalden kurtuluşu müjdelemiştir. Kurtuluş Savaşı bitiminde ganimet olarak kendisine Uzunçarşı’da Rumlardan kalan beş dükkan, Kuzu sokak ve Hasırcılar’dan yüzlerce dönüm arazi teklif edilmişse de o ‘biz bu ülkeyi mal mülk edinmek için kurtarmadık, siz bunları, malı mülkü olmayanlara verin, benim topraklarım bana yeter de artar bile’ diyerek Sıraköyü’ne dönmüştür, bu emsalsiz yiğit gözü pek ve gözü tok kahramanımız.

Halit Molla’nın/Aşır Ali Akın’ın Torunları: Talat-Hayati.

Savaş sonrası – o dönemde yaygın olan bir evlilik türü olarak- dört erkek babası olan şehit ağabeyinin dul eşiyle nikahlanmıştır. O dört erkekten ikincisi Niyazi’dir. Niyazi Amca tahsildardır. Ömeraköyü’nden Radiye Yenge ile evlenir. İki oğlu vardır: Talat ve Hayati. Talat Akın, kızlığı Kaynarca Lazlar köyünden Nermin Yenge ile evlidir; üç çocukları vardır: Ertuğrul, Erdoğan ve Berrin. Önceleri kayınpederim İsmail Altay ile birlikte (ki Halit Molla’nın annesi kayınpederimin evindendir, o nedenle Halit Molla’ya ‘Molla Dayım’ diye hitap ederdi kayınpederim) kamyon alıp on sene kadar ortak nakliyecilikler yapmış, sonra da Kuyuduibi’ne ev yaparak büyük oğlu ile birlikte zahire ticaretine atılmıştır.
Talat Akın’ın küçüğü Hayati Akın ise ilkokul öğretmenidir. Yine Ozanlar’dan ‘Tahir Hocalar’ namıyla maruf aileden, Mustafa Ozan’ın ilkokul öğretmeni kızı Kevser hanımla evlidir. Merkez Tavuklar köyünde öğretmendirler çiftimiz. Ağabeyi Talat Akın’ın Kuyudibi’ne göçmesi üzerine Ozanlar’daki güzelim eve Hayati-Kevser Ozan çifti yerleşir. Her ikisi de çevrede sevilen sayılan kişilerdir. Hayati Hoca biraz daha sosyal, konuşkan, muhabbetçidir. Kevser Hocahanım ise az öz konuşan, oturaklı, saygın bir komşu/ev hanımıdır. Çiftin Yurdanur ve Ayşegül adında iki kız çocuğu vardır.

Ozanlar’ın Bir Başka Karizması: İbrahim Alkan

Pek kimse bilmez; Alkanların asıl avlusu İbrahim Alkan’ların avlusudur. Alkanlar dört kardeştirler: İsmail Alkan (Faik Kürem’in babası), Hayri Alkan (İbrahim Alkan’ın babası), Nail Alkan (Eyüp Alkan’ın babası) ve İstanbul’a evli Feriha Alkan. Hepsi de İbrahim Alkan ve arka tarafındaki evlerde oturmaktadırlar. İsmail Kürem ile kardeşi Nail Alkan evlerini satıp, Ozan sokağında bugün çocuklarının oturdukları yerleri satın alıp taşınırlar.
Özetle Dip sokağın sonunda sağ taraftaki son ev, mahallenin demirbaşlarından Hayri Alkan’ın oğlu İbrahim Alkan’ın evidir. Annesi Kaynarca Kadıköyünden Pakize Teyzedir. Dört kardeştirler İbrahim Ağbiler. İbrahim Ağbi Gümürt (Örentepe) köyünden Hayriye Abla ile evliydi. Dört çocuğu vardır: Mesut, Mehmet, Hatice, Merve.
Önceleri Kuyudibi caddesinde ‘Alkan Römorkları’ markasıyla şehrin en kaliteli ve sağlam römorklarını yapan İbrahim Alkan, daha sonra iki oğluyla beraber işleri büyütmüş, Karakamış yolundaki Ozanlar Mezarlığı bitişiğine römork/çekici/kasa fabrikası kurmuştu.
Uzunca boylu, kalıplı, yakışıklıca, oturaklı, karizmatik, sevilen sayılan biriydi İbrahim Alkan. Cami cemaatindendi ve sık sık ezan okur, müezzinlik yapardı. Zengindi ama zenginliğini hiçbir kimseye hissettirmez; komşularına, aynı ekonomik düzeydeymiş gibi davranırdı.
Yaşıtları arasında o benim için tek farklı adamdı mahallemizde; o benim ‘İbrahim Amca’mdı; rahmetli babam Arif Tuna ile ilk gençliklerinden beri iyi arkadaştılar. 1966’da (ben daha ilkokula gitmiyorum) Fordson traktörü olan babam, römorku dostu/arkadaşı İbrahim Alkan’dan almıştı. Hiç unutmam; römorkun arka kapağında ‘Alkan Römorkları – İbrahim Alkan, Kuyudibi – Adapazarı, Tel: 2896’ yazardı. ‘İbrahim Amca’ diye hitap ettiğim – muhtemelen de 1941 doğumluydular ikisi de – İbrahim Alkan, sık sık babamı sorar, sağlığı hakkında bilgiler alırdı. Zannediyorum ölümleri de aynı sene içinde oldu. Allah tüm ölmüşlerimize gani gani rahmet eylesin.
Haftaya Ozanlar’ın bu kez Eski Kandıra caddesi yönünden devam edeceğiz.