Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem Yüce:

BU DÜNYADA NİÇİN VARIZ

Yahya Bakır’a konuşan Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem Yüce, “İnsan kendine sormalı! Dünyaya ne için geldim ve ben kimim, varlığımın sebebi nedir? İnsan bunu düşünmek, aramak ve cevabına ulaşmak için yaşamalı” dedi.

----

Yahya Bakır: Değerli izleyicilerimiz ve değerli takipçilerimiz Şehir Konuşuyor programımızın konuğu Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem Yüce… Sayın Başkanımız hoş geldiniz!

Ekrem Yüce: Hoş bulduk, sefa bulduk! Sizin kanalınızla tüm hemşerilerimi ve bizi izleyenleri saygıyla ve muhabbetle selamlıyorum.

Yahya Bakır: Sayın Başkanımız çok teşekkür ediyoruz, kolaylıklar diliyoruz. Yoğun gündeminiz var. Bu gündemde bize de vakit ayırdınız. Ekrem Yüce'nin hem çocukluğunu hem gençliğini hem idaresini ve Türkiye'deki tecrübelerini konuşmak istiyoruz. Bu kıymetli bilgileri şehir röntgeni olarak kayıtlı tutmak istiyoruz.

Sizin mücadeleniz bir örnek teşkil ediyor. Bu örnek nasıl oluştu? Hakikaten çok kıymetli! Bu kıymetli bilgileri hafızamıza yerleştirmek istiyoruz. Öncelikle Ekrem Yüce’nin çocukluğunu dinlemek isteriz. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

Ekrem Yüce: Çocukluk deyince bir saatte nasıl toparlayacağımı bilmiyorum. Ama tabii ki yine de kısa kısa bu konularla ilgili parçaları toparlamak ve paylaşmak isterim. Her çocuk gibi ben de hayalleri, gelecek planları olan bir çocuktum. Gerçekten her günü çetin geçen bir çocukluk hatırlıyorum. Tekdüze zamanlar geçirmedim. Çocuk yaşlarda büyük düşüncelerim vardı.

----

Yahya Bakır: Neydi bu düşünceler?

Ekrem Yüce: Ülkemle ilgili düşüncelerim, gelecekle ilgili düşüncelerim... “Ben bu ülkede insanlığa nasıl hizmet ederim” daha çocukluk yıllarımdaki düşüncemdir. Babam benim idolümdü. Onu çok örnek aldım. Babam bir eğitmendi. Daha sonra eğitmenliği bıraktı, köyde ziraatla uğraşmaya başladı Bahçelerimiz vardı, tarımla uğraşıyorduk. Ben de zaman zaman babamla birlikte araziye gidiyordum. Babam bana o çağlarımda “Mühendis Bey! Mühendis Bey!” derdi. “Çalışmalarımızı nasıl görüyorsun? Nasıl bakıyorsun?” diye sorardı.

Yahya Bakır: Kaç yaşındaydınız?

Ekrem Yüce: 6-7 yaşlarında… Yassıada konusunu Pamukova’da trende 60 ihtilalini canlı hatırlayanlardan biriyim. O istasyondan birtakım cenazelerin geçtiğini ve sabahlara kadar o trenlere el salladığımızı hatırlıyorum.

Yahya Bakır: Tabii sizin çocukluğunuzda bu meseleler konuşulurken o atmosferin zorluğunu, sıkıntısını hissettiniz değil mi?

Ekrem Yüce: 60 ihtilalinde ben 6 yaşındaydım. İhtilalde ufkum değişti. Çocuktum ama iyi bir dinleyiciydim. Bir ihtilal olmuş, ülkenin başbakanı idam edilmiş: Menderes. Oysa hiçbir gerekçe yok! O dönemde idamının temelinde inançlı olduğu, inanç sahibi insanlara imkânlar tanındığı, inançlarını yaşayabilmeleri için şartlar oluşturulduğu konuşuluyordu. O günlerde gösterilen ufuk, bu ülkeye yapılan hizmet, Menderes'in -Rahmetlinin- idam günleri ufkumu genişleten ve o çağlarda hayata bakış açım değiştiren bir etki bırakmıştı. Çocukluğum aynı zamanda Çengelköy’de geçti hem oralı hem Pamukovalıyız. Pamukova’da bu atmosferlerde yazın köyde kalıyorduk. Arazinin hemen başında…

Yahya Bakır: O zamanlar Pamukova, Geyve’ye bağlıydı, değil mi?

Ekrem Yüce: Evet öyleydi. Hem Pamukova’da hem Geyve’de evimiz vardı, babam bizim eğitimimiz için Pamukova’ya taşınmıştı. Pamukova’ya çok kez yaya gidip geldim. Bizim köye nehirden yüzerek çok geçtim. Eşyalarımı başıma sarıp nehirden geçer ve okula giderdim. Çocukluğum çok hareketli geçti. İlkokuldaydım, köye zaman zaman bisikletle gidip geliyordum. Zaman zaman önden çekmeli Sodex motosiklet kullanırdım. Benim motosiklet tutkum ilkokul çağlarından gelir.

Yahya Bakır: Motosikletinizi çok seviyordunuz galiba unutmadığınıza göre…

Ekrem Yüce: Netice itibari ile o günleri yaşadık.

Yahya Bakır: Özlüyor musunuz Başkanım o günleri?

Ekrem Yüce: Maziyi kim özlemez ki? Kime sorsanız geçmişini özler, herkesin geçmişini özlediği kadar ben de özlüyorum. Bir hatıramdan bahsedeyim. İlkokul eğitimimi tamamladım, tamamladıktan sonra ortaokula gitmek istedim. Babam müsaade etmedi. Babam dedi ki: “İşte oğlum! Mal mülk... Bu bana yetti! Abine de sana da yeter! Gel malın başına, iyi bir tarımcı olmanı istiyorum!” Ben okumak istedim. Tamam, yine tarımda olayım ama okuyayım diye ısrar ettim. Babamın böyle söylemesinin sebeplerini sonra anladım. O günlerde çözemiyordum. “Kaybedecek fazla evladım yok!” diyordu.

Yahya Bakır: Karışıklıklar vardı değil mi?

Ekrem Yüce: Evet. Türkiye karmakarışıktı.

Yahya Bakır: Yoksa altı yaşında çocuğuna ‘Mühendis Bey’ diyen birinin oğlunu okula göndermemesinin altında güçlü sebepler vardır.

Ekrem Yüce: Çok değişik fikir akımları vardı, kavgalar vardı, bundan dolayı fikirler birbiriyle çatışıyordu. O günlerde çok değişik siyasi, ideolojik çalkantılar vardı. Çalkantıların içinde benim eriyeceğimi düşünerek göndermek istemedi. Ben de okuma konusunda ısrarcıydım, annem çok istiyordu. Annem memuriyeti çok seviyordu, ‘Memur ol’ diyordu. Onunla ilgili bir anımı anlatacağım.

Pamukova’da ortaokul eğitimine başladım. On beş tatilde köye gittiğimde babam tekrar “Gitme kal” dedi. Annem de “Git oğlum ben senin yanındayım.” dedi. Ben annemin de desteğiyle kar kış fırtınaya rağmen 14 Şubat günü, bir nevi evden firar ederek babama gözükmeden gittim. Çocuktum, o halimle Çengelköy’den yaya yola çıktım. Şimdiki gibi araba filan da yok. 1967-68’lerden bahsediyorum. O zamanlar kar, fırtına, tipi… Şimdiki gibi montlar nerede... Geyve’ye kadar geldim. Geyve’den sonra Alifuatpaşa'ya gidecektim. Alifuatpaşa’da yük trenleri vardı. Bu trenlerden birine binecektim. Onunla Pamukova’ya gidecektim. Geyve’den Alifuatpaşa'ya kadar yeniden yürüdüm. Yük treni geldi, ben yük treninin vagonlarının arasına girecek ve Pamukova’ya gidecektim. Trenin kalkma zamanı geldi, iki vagon arasına bindim, orada tutunarak okuluma döndüm.

----

Yahya Bakır: Başkanım anlattıklarınız film sahnesi gibi…

Ekrem Yüce: İlim tahsil etme uğruna yapılan fedakârlıklar... Bu ülkenin idaresinde söz sahibi olmanın hayalleri, bu ülkeye hizmet etmenin hayallerini yaşıyorsunuz. Sadece okumak değil, bir hedef bir hayal götürüyor sizi… Hayallerinize kavuşmak için koşuyorsunuz. Bütün zorlukları reddediyor, bir kenara atıyorsunuz.

Ortaokulu bitirdikten sonra babam tekrar okumamı istemedi. Bunun üzerine annemle biraz daha ısrarcı olduk. Babam, ‘Madem oğlum okumayı çok istiyorsun, ben senin bir din adamı olmanı istiyorum. Eğer bir din adamı olursan okumana müsaade edeceğim.” dedi. Bunun üzerine babam beni İstanbul Bayrampaşa’da Sağmalcılar Kur’an Kursu’na verdi. O zamanlar Sağmalcılar Kur'an Kursu “Medreseyi Yusuf-i” olarak bilinir. Türkiye'nin en ileri, en verimli Hafızlarının, ilim sahibi insanlarının yetiştiği bir kurstu. Kur'an-ı Kerim, Arapça, fıkıh ya maksut gibi Arapça eğitimler alıyordum. Akyazılı İhsan (Mehmetalioğlu) Efendi benim fıkıh hocamdı. Orada Kur'an-ı Kerim üzerine çok yoğun çalışıp İmam Hatibi dışardan vermeye niyet ettim. İmam Hatip o zamanlar birinci devre ve ikinci devre olmak üzere iki evreliydi. Allah nasip etti, ben İmam Hatip okulunun fark derslerini verdim. Daha sonra Sakarya’ya gelip altıncı ve yedinci sınıfı burada okudum. Adapazarı İmam Hatip Lisesi mezunuyum.

Yahya Bakır: Tabii sizin hayatınızda Adapazarı İmam hatip Lisesi’nin böyle enteresan bir konumu da var. Hem sınıf arkadaşlarınız hem dönem arkadaşlarınız sonrasında bu şehrin ve Türkiye'nin idaresine etki eden isimler de var.

Ekrem Yüce: Orada Milli Türk Talebeler Birliği ile Milli Talebeler Birliği ilk kuruluş hareketlerini o zaman başlattık. 1973’lerde…

Yahya Bakır: Caddede böyle bir fotoğrafınız var. Gençlere liderlik ediyorsunuz.

Ekrem Yüce: Evet, o zamanlar İmam Hatip okul başkanıydım. Adapazarı İmam Hatip okulunda bu şekilde yetişip bu günlere gelmeyi Allah nasip etti. O zamanki sınıf arkadaşlarımızın bir kısmı şu anda İmam Hatip okullarında hocalık yapmakta…

Yahya Bakır: Sayın Başkanım, Selahaddin Bey’in sizin ve sonraki döneminize etkisi oldu mu? Çok büyük katkıları oldu değil mi?

Ekrem Yüce: Mehmed Selahaddin Şimşek ile Ziraat Fakültesi’nde beraberdik

----

Yahya Bakır: Selahaddin abiyi birkaç cümleyle anlatır mısınız Sayın Başkanım?

E.Y  –  Selahaddin Bey'in çok güzel dizeleri, çok güzel deyimleri, çok güzel tasarıları vardı. O dönemde dergi çıkarırlardı. O derginin kapağı bile çok şey ifade ediyordu. Beyaz Leke Tiyatrosu'nda çok önemli sahneler alırdı. Vatandaşlarımıza sergilenirdi. Geceleri saat 11.00’den sonra bulvara çıkardık, bulvarda Orhan Camiine kadar volta atardık, sohbet voltaları… Gazetelerin çıkmasını beklerdik. Pasaj 2000’in orada Şaban abinin gazete bayisi vardı. Biz Şaban Üstüner abiyle çok iyi görüşürdük. Gazetelerimizi oradan alırdık. Gazeteleri hep oraya bırakırlardı. Gazeteleri almak için biz 11’de bulvarda buluşur gazetenin gelmesini beklerdik. Gazeteler gelir, göz atar öyle dağılırdık.

Y.B – Hayatı bir görüntüden takip ediyorsunuz yani… Bunda Selahattin Abinin etkisi var tabi…

E.Y – Tabii o zamanlar Alaattin Taşkesen, ben, Selahaddin Şimşek, işte bu ekiple beraber geceleri sohbet ederdik. Gelecekle, inançla ve yatırımlarla ilgili bu ülkenin geleceği nesillerle ilgili… Kendimizle ilgili her şeyi tamamladık da gelecek nesillerin hesabını yapardık. Bu da güzel bir şey. İlla ben dememek lazım bulunduğun her yerde geleceği düşünmek lazım. Bulunduğun her mevkide her makamda ortamda geleceği hesap etmek lazım, vizyonumuz ve ufkumuz bu olmalı… Bunu yapmazsa insan kendini dahi geliştiremez.

Y.B – Peki Kıymetli Başkanım… Babanızın eğitmen olması, Selahaddin abi gibi okuldaki çok değerli isimler sizi güçlendirmiş. Sadece bilgi olarak güçlendirmenin yanı sıra insanda bir karakter de oluşturuyor. Peki, siz bugün gençlere ne tavsiye edersiniz?

E.Y – Hayatımızı örnek alsınlar. Yarının gazetesini bugün okumaya çalışıyoruz. Bu ne demektir? Günü, gündemi yakından takip ediyoruz demek ve buna göre de bir strateji, bir yol belirlemek... O zamanlar Yeni Sakarya Gazetesi’nin yeri Uzun Çarşı’nın sonunda köşedeydi. Biz oraya da gider, oradan çıkacak yarının gazetelerini alırdık. Zeki Abiyi 70’li günlerden bilirim. O günlerde gazetemizi hep oradan alırdık. Hem ulusal gazeteyi hem de yerel gazeteyi takip ederdik. Gençlerimize tavsiye değil de bir uğraş önerin derseniz, gündemi takip etsinler. Günlük yaşantılarının bir bölümünde ülkeyle ilgili yaşananları şehir ile ilgili gündemi objektif olarak -yanlı değil- takip etmek onlara çok şey kazandıracaktır. Umut verecektir, vizyon katacaktır, azim verecektir ve birtakım şeylerin yanlış ile doğrunun ayırt etmeye yarayacaktır. Onun için ben kardeşlerimize hayatın meşguliyetleri içinde mutlaka ve mutlaka ilimle, bilimle ve güncel olan olaylarla mutlaka yakından ilgilenmelidir. İdealist bir genç yarına çıkmadan o gece saat 12’den sonra ülkedeki ve şehirdeki basın kuruluşlarının yazılarının en azından baş sayfasına bakıp öyle yatsın.

Y.B – Başkanım, şöyle bir araştırma yapılmış gençlerle ilgili: 40 yıl önce bir insanın 40 yaşında ulaştığı bilgiye bugünkü gençler 15 yaşında ulaşıyorlar ama bugünkü gençlere bir çivi çak dediğinizde çivinin nasıl çakılacağını ya da testere ile bir ağaç parçası kes dediğimizde onun nasıl kesileceğini, ağaca çık dediğimizde ağaca nasıl çıkılacağını bilmiyorlarmış. Maalesef kabiliyet ve yetenekleri olmayan ancak her türlü bilgiye sahip bir gençlikle karşı karşıyayız. Evet, bilgi hafızaları dolu... Bir demirin ya da bir çivinin nelerden oluştuğunu biliyorlar ama nasıl çakıldığını bilmiyorlar. Burada ne yapmamız lazım Sayın Başkanım?

E.Y – Eğitim ve öğretim farklı şeyler… Eğitim başka, öğretim başka. Öğrenebilirsin, her şeyi bilebilirsin, her şeyden haberdar olabilirsin. Hele bugünün dünyasında internet gibi bir imkân var. Her şeyi öğrenebilirsin. İstediğin bilgiyi ayağına getirebilirsin ama öğrenmek yetmiyor. Hem öğreneceksiniz hem de pratik hayatta bunu uygulayacaksınız. Necip Fazıl Kısakürek üstadımız bizim feyz aldığımız gençlik yıllarımızda idealizmin temelini oluşturan fikirleriyle bize ufuk açan, fikirleriyle geleceğimize yön veren rahmetli üstadımız ne diyordu? “Fikirler aksiyona dönüşmediği sürece hükümsüzdür.” Yani ne kadar bilgili olursanız olun ne kadar donanımlı olursanız olun pratikte uygulayamıyorsanız, uygulama alanları oluşturmuyorsanız bir işe yaramaz. Kapalı kutu içinde ne olduğu belli olmayan bir fikir pratikte uyguladıktan sonra ancak işe yarar hale gelir.

Y.B – Başkanım, sizin Türkiye’nin idaresini Türkiye’nin yönetimini 50 yıldır yakinen izliyorsunuz ve bu yılların yoğun bir kısmı idareci olarak geçti. En büyük avantajınız da farklı farklı noktalarda, Karadeniz bölgesinde, Sakarya’da ve bunun ilgili çalışmalarda neredeyse ülkenin dört bir yanında hem göreviniz gereği hem işiniz gereği hem de yürüttüğünüz projelerde farklılıklar gördünüz. Türkiye’nin idari mekanizması, yönetim anlayışı içinde yer almak isteyen genç arkadaşlarımız var. Gençler bu konuda aktif olmak istiyorlar. Dünya ile de yarışmaya devam ediyoruz. Siz bu mücadeleyi yaparken neyi temel aldınız, ölçüleriniz neler?

E.Y – Dünyada bu olay tabii ki üst perdeye çıktı. Bugün dünyada her ülkede farklı farklı yönetim biçimleri var. Zaman zaman birbirine benzer zaman zaman birbirinden farklı. Zaman zaman inanca dayalı yönetim biçimleri zaman zaman inançtan tamamen soyutlanmış yönetim biçimleri… Değişen ve değişiklikler gösteren bir sistem var. Bu sistemde evvela her türlü modeli az da olsa bilmemiz gerekiyor. Ne diyorum ben yarına çıkmadan gazetenin bu gece ki baş sayfalarını bir genç görmeli... Ben de hala gece uyumadan yarının manşetlerini inceliyorum.

Y.B – Bizim de şahit olduğumuz şeyler oluyor. Gecenin 1’inde 2’sinde toplantıdan çıkıp sabahın 5’inde uçakla başka bir şehre gidip orada toplantılara devam ediyorsunuz. Bir formülünüz var mı Sayın Başkanım?

E.Y – Sevdiğimiz bir büyüğümüzün, ağabeyimizin güzel bir sözü vardı. Diyordu ki, uyku hatıra bırakmaz. Hatıralarımızın olması için uykuyu mutlaka aza indirmemiz lazım. Uyanıkken hiçbir şey yapmasanız bile düşünmeniz, tefekkür etmeniz bile çok mühimdir. Düşün, dünyayı düşün, Yaratan’ı düşün, ülkeyi düşün, insanları düşün, fakir fukarayı düşün, geliştirilebilir sanayii düşün, iş adamlarını düşün, bilim alanlarını düşün. Düşünecek o kadar çok konu var ki…

Y.B – Kuran-ı Kerim’de 168 yerde Allah “düşünmek” ile ilgili ayet-i kelimeden bahseder. Tamam Başkanım siz sırrı vermediniz. 18 saat çalışacağız, geriye kalan 6-7 saat nasıl ayakta duracağız?

E.Y – Deneyin, ayakta kalırsınız. Bu biraz da kendinizi motive etmekten egzersiz yapmaktan geçer.

Y.B – Peki bunun için özellikle tercih ettiğiniz yiyecek içecekler var mı Başkanım?

E.Y – Sıradan şeyler… Özel bir formül yok ama çörek otu yağını her sabah yarım kaşık içmeyi bırakmam. Bir de kenevir yağını yarım kaşık içerim. Onda hiçbir bitkide olmayan önemli iki tane yağ asidi var. Kenevir yağını da yarım kaşık alırım. O da vücuda farklı bir katkı sağlar.

----

Y.B – Sayın Başkanım, biraz önce gençlerin hayata geçirilecek, aksiyona dönüştürülecek “fikir”leri olması gerektiğinden bahsettiniz. Bir genç nasıl fikir bulabilir?

E.Y – Dünyada sayısız fikir var, her fikri benimseyip, özümseyip onu model alma şansımız yok. Sizin bir ana fikriniz olmalı. Ana hedefinizle birlikte bütün fikirlerden istifade etmelisiniz, bütün fikirlerden esinlenmelisiniz. Onlardan bir şey almalı ve onların doğru-yanlışlarını veyahut eksikliklerini görebilmelisiniz. Bunun için de evvela bir gencin ana hatlarımızı bilmesi lazım. Ana hatlarını bildikten sonra istediği kişilerden, fikirlerden esinlenerek, istifade ederek kendine bir pay çıkartabilir.

Y.B – Esinlenmeyi kabul ediyoruz ama kopyalamayı reddediyoruz değil mi Sayın Başkanım?

E.Y – Kendi özün var senin. Bir özün var ve özünle mukayese ettiğin pek çok fikir kapı kolu dahi değil… Bunun için evvela asıl olan fikre yer vermez ve yolunu değiştirmeye kalkarsan zorluk çekersin. Doğru veya yanlış, bambaşka bir yolda ilerlersin. Ana fikrinden uzak farklı bir yola gidersin.

Bunun için de temelde insanın yeryüzündeki yaratılış maksadını bilmesi lazım... İnsan kendine sormalı! Dünyaya ne için geldim ve ben kimim, varlığımın sebebi nedir? İnsan bunu düşünmek, aramak ve cevabına ulaşmak için yaşamalı… Ancak bununla fikrin ve hayatın özüne ulaşabilir, doğrulardan esinlenerek hayatına yön verebilir.

Y.B – Peki Başkanım, biz bu soruların cevaplarını kendimizde bulacak mıyız?

E.Y – Bu dünyaya geldik ve “Senin dünyadaki rehberin kim?” dendiğinde “Peygamberimiz” diyebiliyor, Kuranı Kerim’i hayatımızın rehberi ve reçetesi olarak görüyor ve bunlarla yaşıyorsak pek çok sorunun cevabını bulmaya yakınız demektir. Bu reçeteyi bilmeden hayat yaşanmaz.

Y.B – Sayın Başkanım, o halde yaşamın reçetesi Yaradan’ın bize verdikleridir. Siz bunu rehber aldığınız an zaten çoğu konu çözülüyor. Başka kapılara gitmeye gerek yok o halde…

E.Y – Sizin yatmanızdan, uyumanızdan, şefkatinizden, merhametinizden, ilim sahibi olmanızdan, ülkenizi sevmenizden bayrağımızı sevmenizden tutun oturmanızdan, kalkmanızdan, yemenizden, içmenize her şeyde Yaradan kudretini, ilmini gösteriyor. İnsan eksik değil, kusursuz! Şöyle bir bak kendine! Kusursuzsun... İnsanın gücü Yaradana inancından, imanından ve yaradılışındaki kusursuzluktan gelir. Güçlü, kuvvetli olur, yaşanan zorlu olaylara karşı metanetli olur. Bizim ana dayanaklarımız bunlardır.

Kalbinde iman pırıltıları olan kardeşlerimizin, geleceklerine, ülkelerine ve kendilerine yarar sağlamak için bir fikir arayışında olan gençlerimizin mutlaka İslam tarihi bilmeleri, Dört Halife’yi tanımaları, bahsettiğim özü kendilerinde bulmaları gerekir. Bir de sabrı, metaneti görmek için ufuklarını genişletmek için “Hulefa-yi Raşidin Dönemi”ni bilmeleri gerekir. Bu dönem idari mekanizmanın temelidir.

Y.B – Başkanım hazır gençlerin bilmeleri gerekenlere konu gelmişken “mutlaka bilgi sahibi olun” dediğiniz başka başlıklar da var mı?

E.Y – Bizim gencimiz Yalnızca şu konuda bilgi sahibi olun demek abes kaçabilir. Örneğin, bir gencin eğer idareciliğe ilişkin bir düşüncesi, fikri varsa idarecileri tanıyacak. Tarihinden haberdar olacak, Osmanlıyı bilecek. “Osmanlı nasıl kurulmuş? Niçin kurulmuş?” sorularının cevaplarını bilecek.

Kısacası idealist, bu ülke ve yönetimine, bu ülkenin kalkınmasına, bu ülkenin geleceğine imza atmak isteyen kardeşlerimiz mutlaka tarih bilecek. Mustafa Müftüoğlu'nun “Yalan Söyleyen Tarih” kitabını okuyacak. Muhammet İkbal dönemini bilecek. Muhammet İkbal'in bakış açısını bilecek ve nelerden bahsettiğini bilecek. Bunları bilecek ki geleceğe çok daha emin adımlarla ilerleyebilsin.

Y.B – Başkanım, gençlere kitap önerdiniz. Peki, siz kitap okumaya vakit ayırabiliyor musunuz?

E.Y – Başlıklarla, özetlerle… Önsözden şöyle bir karıştırabiliyorum, başından başlayıp sonuna kadar okuyamıyorum.

----

Y.B – O halde okuduğunuz kitapları değil de izlediğiniz sinema filmlerini soralım. Bizler için öneride bulunur musunuz Başkanım?

E.Y – Çok kıymet verdiğim, Necip Fazıl Kısakürek’in değerli eseri ‘Reis Bey’ filmini herkese tavsiye ederim. Gözyaşları ile yıllar önce izlemiştim, yakın zamanda tekrar izledim. Ülkemizin geçmişte nelerle uğraştığını, yargılandığını, iftiralara uğradığını, insanların neler çektiğinin bütün özeti Reis Bey filminde vardır.

Y.B – Reis Bey kitabı gibi filmi de bize merhameti anlatıyor, merhameti aşılıyor. Bizim hayvanlara, yaşlılara, çocuklara, düşkünlere, mazlumlara gösterdiğimiz merhameti… 

E.Y – Merhamet etmeyene Allah merhamet etmez!

Y.B – Bir de teknoloji var Başkanım, biz bu yüzyılın insanları olarak teknolojinin çok içindeyiz ama sanki bununla oyalanıyormuşuz gibi… Dünya üzerinde özellikle Hindistan bölgesi ve Amerika’daki Silikon Vadisi, yine Avrupa’nın bazı kentleri… Yalnızca gelişen şehirler de değil yalnızca sosyal medya araçlarıyla vakit geçiren sayısız insan var ve binlercesi bu yollarla sizi de takip ediyor, görüyor. Teknoloji hakkında ne düşünüyorsunuz?

E.Y – Teknolojiden uzak kalamayız ama teknolojiye mahkûm da olamayız. Teknolojiye mahkûm olan değil onu kullanabilen olmak bizi selamete götürür. Şimdi bunu iyi ayırmak lazım; sütün içindeki tereyağı gibi, eğer sütün içindeki tereyağını ayıramıyorsanız, tereyağını bulamazsınız. Sütün içinde kayıptır o, onu ancak yayık gibi çalkalayarak piyasaya çıkarabilirsiniz. Bir yöntemdir bu. Eğer siz yayık gibi çalkalamazsanız teknolojinin tereyağını bulamazsınız. Adeta büyülenmiş, teknolojiye esir olmuş insanlar var. Oysa biz teknolojiyi kendimize esir etmek mecburiyetindeyiz.

Y.B – Sürekli gündemimizde yer alan bir kavram daha var: Ekonomi. Sizin için karşılığı nedir?

E.Y – Ekonomiyle ilgili çok basit bir misal vereyim, gençlerimize... Ekonomiyi bir hocaya sormuşlar. Demişler ki, “Hocam, ekonomi nedir?” Hoca da “Ekonomi çok büyütülecek bir şey değil.” demiş ve devam etmiş “Ekonomi deve ile file benzer”. İyice üstelemişler, “Hocam, şaka yapma biz sizin iyi bildiğinize inandığımız güvendiğimiz için size bu soruyu soruyoruz. Lütfen sizin için ekonomi nedir? Ne manaya geliyor söyleyin.”

Y.B – Deve ile fil demek…

E.Y – Hoca da “Oğlum” demiş. Her şeyi özetledim. İlla açıklamamı istiyorsanız, ekonomi nedir, deve ne yapar? Deve az yer çok çalışır; fil çok yer az çalışır.

Y.B – Hareket dahi etmez.

E.Y – Ekonomi budur! Ekonominin düzelmesi, ekonominin kendini idame ettirmesi deve ile fil misaline benzer. Kendi ekonomimizden bahsedelim. Siz ne kadar kazanırsanız kazanın tasarrufu elden bıraktığınız an, kazandığınızın hiçbir kıymeti yoktur. Ne kadar yerseniz yiyin eğer onu ekonomiye dönüştürmüyorsanız müsriflikten başka bir anlam ifade etmez. Bir ekonomist şunu demişti, “Bir insan harcadığından ve yediğinden çok daha fazla üretkendir.” Bize düşen bahsedilen üretkenliği yakalayabilmek ve kendimiz için en yararlı hale getirebilmek... Gerçekten durup günlük hayatınıza bakın ve kendinize sorun: Ben bugün yediğimden daha fazla ürettim mi, üretmedim mi? Çalıştım mı, çalışmadım mı?

----

Y.B – Peki Sayın Başkanım sizin alanlarınızdan bir tanesi tarım, sürekli vurgu yapıyorsunuz. Siz verimli topraklarda doğmuş, toprağın değerini biliyorsunuz. Sürekli fideler ekmekten, tarımdan bahsediyorsunuz. Ben hatırlıyorum köylerde, herkes kendi tüketeceği temel gıdaları üretmeye çalışıyordu. Tamamını olmasa da yüzde 70’ini, 80’ini üretirdi. Temel ihtiyaç maddeleri küçük bahçelerimizde üretilirdi. Şu anda bireysel tarımda biraz zayıfladık mı?

E.Y – Gelişmiş ülkelerin özünde tarım vardır. Bugün Hollanda gelişmiş midir? Merkezinde tarım vardır. Almanya gelişmiş midir? Bakın, Almanya’nın merkezinde tarım vardır. Amerika gelişmiş midir? Bakın Amerika’nın tarım sistemi bütün dünyaya gıda yardımı yapıyor.

Y.B – Temelini bu mu oluşturuyor Başkanım?

E.Y – Elbette, gelişmişliğin temelinde mutlaka tarım vardır. Gelişmişliğin temeli gıdadır. Teknolojinin temeli de gıdadır. Hem gelişmişliğin hem de teknolojinin temeli gıdadır. Tarım hem teknolojiyi ve kalkınmayı körükler. Tarımı terk ettiğin an gelişmekten ve kalkınmaktan geri kalırsın.

Y.B – 300, 500 dönüm bir arazimiz yok ama evimizin arkasında bir dönüm arazi var. Orada da mı tarımcılık yapacağız? Bireysel tarım yapmalı mıyız yani? Kendi patatesimizi oraya dikmeli miyiz?

E.Y – Karadeniz’de 500 metre kare yer diyor, insanlar nereye ekim yapıyor biliyor musun?

Y.B – Nereye başkanım?

E.Y – Kayalar var, kayalar... Kayaların üzerine toprak taşıyor, yarım metre oldu mu oraya lahana dikiyor. Almanya’da çok gördüm özellikle, Karadenizli kardeşleri tebrik ediyorum. Orada çoğu evler bahçeli bahçesinin köşesine adam karalahana ekmiş. Dedim karalahanayı buraya mı getirdiniz? Hem bahçede peyzaj oluyor hem de kendi ihtiyacını oradan gideriyoruz, dediler.

Y.B – Bireysel olarak kendi ihtiyacını karşıladığı zaman zaten güçlenmiş oluyor değil mi Başkanım?

E.Y – Elbette. Bazı şeyleri kendi imkânımızla, bireysel manada yapmamız lazım. Tavuğu terk ettik. Yumurta üretimini terk ettik. Hadi inek demeyeyim. İnek biraz daha farklı…. Kırsal kesimde olabilir, şehir merkezinde olamaz ama tavuk her yerde olur. Ne olur insanların bahçelerinde birkaç tane tavuk olsa… Yumurtasını kendi yapsa... Günaha mı girer?

Y.B – Sayın Başkanım programımızın sonuna doğru yaklaşıyoruz. Sizin eğitimci bir kişiliğiniz de var. Babanızın eğitimci kişiliği size de sirayet etmiş. Eğitimci kişiliğiniz bir baba olarak kendi çocuklarınıza nasıl etki gösterdi?

E.Y – Ben de her ebeveyn gibi eğitimi şart koştum. Hatta bazı zamanlarda farklı mesleklerde olmak istediler. Mutlaka donanımlı bir eğitim alıp bir üniversite okumalarını istedim. Ben bunu önerdim, ön gördüm, arzu ettim. Evlatlarım da sağ olsunlar bu noktada beni mahcup etmediler. İki hayalim vardı, biri ziraatçilik… Allah onu nasip etti. Diğeri ise hukuk alanında tahsil görmek… Daha ilkokul çağında oynadığım tiyatroda rolüm avukattı. Rolümden dolayı avukatlığa karşı içimde bir muhabbet peyda oldu. Hukuk okumak istedim ama şartlar uygun olmadı. Neticede içimde ukde kaldı. Oğlumu medeni hukukçu yaptım. Kızımı da İslam hukukçusu yaptım. Oğlum malum şu an uluslararası alanda çalışan bir avukat, gelinim de avukat... İkisi de hukukçu. Kızım ise İslam hukukçusu, ilahiyat mezunu ve İslam hukukunda yüksek lisans yaptı.

Y.B – Allah yollarını açık etsin. Hayalleriniz gerçek olmuş. Kıymetli Başkanım çok teşekkür ederiz. Hayatınızın inşallah gençlere örnek olacaktır. Çok teşekkür ediyoruz, kolaylıklar diliyoruz. Son olarak bir şeyler söylemek ister misiniz?

E.Y – Sizlerin ve Radyo Mega 102.2 kanalı izleyenlerimiz ve dinleyenlerimiz ile hasbihal ettik. Burada çok monoton bir konuşmadan ziyade bir sohbet havasıyla dertleştik. Vatandaşlarımızın belki hiç dinleme imkânı olamayacağı konulara girdik. Çok resmi konulara değinmedik. Makamların en güzeli ismim gibi samimi olmaktır. Asıl görevimiz kimliğimiz, kişiliğimiz, şahsiyetimizdir. Bizleri sabırla dinleyen vatandaşlara sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. İnşallah faydalı sohbetlerimiz olmuştur. Bütün izleyenlerimize saygılarımı arz ediyorum. Teşekkür ediyorum. Haklarını helal etsinler. Ekrem Yüce onların kardeşidir.

Y.B – Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem Yüce, 102.2 Radyo Mega ve Şehir Konuşuyor programında bizlerle birlikte oldu. Kıymetli Başkanımıza çalışmalarında başarılar diliyoruz. Bizleri dinleyen ve izleyenlere saygılar ve sevgiler sunuyoruz.

Editör: Haber Merkezi