İnsan ve toplum bir çok hususta müşterek bir varlıktır. Sorumluluk alanı ise sadece kendi ve yaşamı değildir. Adına ister doğa deyin ister kainat tüm oluşumdan sorumludur. Kısacası kara ve deniz diye ifade ettiğimizde toprak, hava, su ve ateş üzerine yıllardır konuşur söyleşiriz. Gerek insanın yaratılış özellikleri ve gerekse kâinatın yaratılışı içinde bir kötülük, hastalık ve savaş gibi problemleri vardır. Filozoflar ve hikmet ehli kötülük ve şer probleminin kaynağı ve çözüm yolları üzerinde daima durmuşlar ve bu çalışmalar ise devam etmektedir.

İslam’ın kavramlarından biri de “Şifa” kavramıdır. Şifa; dinî, ahlâkî ve bedenî hastalıkların tedavisi ve ilâcı anlamında bir Kur’an terimidir. Mecazen cehalet hastalığını giderme anlamına gelirken, hakikatte ise hastalıktan kurtulma, iyileşmedir. Peki tedavi edilmesi gereken yönümüz sadece bedenimiz midir? Dini ve ahlaki yönden şifaya ihtiyacımız yok mudur? Şifa ne için gereklidir. Hastalık için diyebiliriz. Kur’an da hastalık genellikle maraz olarak ifade edilir. İnkâr, şirk, nifak; vehim ve kuşku gibi dinî-itikadî hastalıkları, bir yerde de “şehevî zaaf” anlamında ahlâkî hastalığı anlatır.

Kuran da manevi hastalıkların merkezi olarak kalbi işaret etmektedir. Günümüz insanı kalp medeniyetinden çok, kalıp medeniyetine meftundur. Tabi soru şu olmalıdır: İnsanların kalbi marazlarının sebebinedir? Eskimez ifadeyele Tabîbu’l Kulûbumuz kimdir? Nice bedenleri sağlam göründüğü halde kalpleri dar ve sıkıntıda olanımız vardır. Kalbin yüzölçümü yoktur. Darlığını ve genişliğini idrak etmek, insan olmamızın sınırıyla orantılıdır. Aslında insanlık bir kalp gibidir. Nasıl ki bir insanda iki kalp yoktur, insanlığın da iki kalbe ayrışmaya kalması hüsranına sebep olmuştur.

İnsanın iç bünyesini saran hastalıklar virüs mikrobundan daha tehlikelidir. Modern dönemde bireyin özgürlüğü çoğaldı derken, devlet ve yöneticileri her şeye karışarak insan serbest alan bırakmamaktadırlar. Modern hayat kural ve ceza arasında git gele dönüşmüştür. Hes kodu, takip sistemi, mobessa, göz takibi, parmak ucu, araç takip, ses takip sistemleri, DNA vs birçok hususta insan kıskaç altına girmiştir. Bir anlamıyla gönüllü esarete evet denmektedir. Tüm bunlar gelişme adına bir hastalık ve tecessüsün su yüzüne çıkan kısmıdır.

Şehirler ve evlerimiz sevgiden saygıdan, erdemden, güzel ahlaktan, merhametten, sükûnetten, af etmekten, bağışlamaktan, vaz geçmekten, yana gittikçe zayıflamaktadır. Dünya bir kalbe benzerse ülkesinden kovulan, kaçan, küsen, aç ve susuz kalan, bomba ve silahların gölgesinde yaşayan, aile içi şiddetle yaşamını kaybeden, kumar, faiz, içki, zina gibi yanlışlara düşen insanların acaba tedaviye ihtiyacı yok mu?

Evet, virüsten önce de hastaydık fakat gizli verem gibi farkında değildir. Gerçi dünyada böyle bir şey. Fakat bize düşen görev yaşanabilir bir dünya sistemi ve kalbini inşa etmektir. Sosyal mesafeyi sadece mikroplara karşı değil, cehalete, nefse, iblise, nifaka, günaha, yalana, talana, katliama, şiddete ve buna benzer işlere karşı yapmak gerekmez mi?