Son yıllarda ve bilhassa son aylarda Sakarya’da yeri doldurulamayacak hocaefendileri, toplumda iz bırakan değerli insanları bir bir kaybediyoruz. Bu insanların bıraktığı boşlukta yetim ve öksüz kaldığımızı çoğumuz bilmiyoruz bile. Onların olduğu atmosferde içinde bulunduğumuz şehrin daha yaşanılır olduğunu bu insanları kaybettikten sonra daha iyi anlıyoruz.

Ölümünün ardından daha iki yıl bile geçmeyen Ahmet Akdoğan Hoca (ölümü: 03.08.2017) bunlardan biridir. Hayatını Kur’an ilmine adamış olan Akdoğan kaleme aldığı kuran meal-, ve pek çok kitaplarıyla  aramızda ebediyen yaşayacaktır. Sohbetleri, uzun yıllardır emek vererek çıkardığı ZAFER dergisi yazdığı kitaplar yanında bir gönül adamı olarak bildiğimiz Selim Gündüzalp (Hüseyin Şengörür) (ölümü:13.09.2017) hemen onu takip etti ve dünyamızdan ayrılarak bizi boynu bükük bıraktı. Daha sonra Bardaklar üzerine yazdığı nasihatleri le bilinen Hayrettin Böcek Efendi (ölümü: 12.11.2018) ölümsüzlük yurduna göç etti. Geçtiğimiz aylarda vefat eden Hafız Hasan Hoca (ölümü: 04.01.2019) bir başka yitirdiğimiz değerlerdendir. Yetiştirdiği yüzlerce hafız talebe ve bugün her biri bir makamda bulunan onca insanın duaları arasında asırlık çınar Rabbine sessiz sedasız uçup gitti.

En son aramızdan ayrılan hoca efendi Şahabettin Demirler’dir. Tevazu abidesi, hüzün insanı muhterem Şahabettin Efendi ömrü boyunca sakin ve memnun bir hayat sürerek büyüklere yakışır bir tarzda aramızda bulundu. Kendi derdini kimseye söylemedi ve derdiyle barışık olarak yaşadığını en yakınındakiler bile bilmedi. Umuyoruz ki Rabbi ondan memnun, o da Rabbinden hoşnut olarak gitmiştir.

Mensubu olduğumuz şu aziz millet dua almış bir millettir. Bu dualar sayesinde yaşıyoruz. Bunu fark edenler ve hissedenler ne büyük bir nimete gark olmuşlardır!  Bundan mahrum olarak ete kemiğe bürünenler kendilerine yük olan ne boş bir hayat yaşamışlardır!

          Bütün bu duygu ve düşünceleri müdrik Şahabettin Efendi’nin kendi köşesinde sessiz sedasız, mütevazı bir hayat sürmesini, merhum Mehmet Akif’in Mısır’da sürgün hayatı yaşarken söylediği bir dörtlük daha iyi anlatır diye düşünüyoruz:

        “Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,

          Günler şu heyulayı da er geç silecektir.

          Rahmetle anılmak, ebediyyet budur ammâ;

          Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir!”

Şahabettin Demirler Kimdir?

29 Ocak 2019 tarihinde ebediyete uğurladığımız Şahabettin Hoca kimdir ve ne yapmıştır? Ne yapmış da biz bugün onu unutamıyor ve hakkında şu satırları kaleme alıyoruz?!

Şahabettin Demirler 10 Şubat 1930’da Malatya’da dünyaya geldi. İlkokulu Malatya’da ortaokulu Çorum’da bitirdi. Merhum Şahabettin Efendi’nin babası Hamit hamdi Efendi Malatya çevresinde bilinen ve tanınan bir Nakşi şeyhidir. Hala Malatya ve civarında menkıbeleri anlatılan Hamit Hamdi Efendi’nin kalabalık bir cemaati vardı. Talebelerinin anılarından oluşturulan hatıra kitabı hoca efendinin kütüphanesinde mevcuttur.

İLİM YOLCULUĞU

Hamit Hamdi Efendi küçük oğlu Şahabettin’i kendi ilim muhitinde tutmaz, bilerek İstanbul’a yollar. İstanbul’daki adres Kısıklı’daki Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleridir.

Henüz İmam-Hatip Okullarının yaygın olmadığı, Yüksek İslam Enstitülerinin açılmadığı yıllardır. Tek parti döneminin din eğitimi ve öğretiminin üzerinde yasakların kalkmasıyla beraber hamiyet sahibi insanlar din eğitimi için, ülkedeki manevi kuraklığın sona ermesi adına çare aramaktadırlar.

Onlardan biri olan Süleyman Hilmi Tunahan evinde bütün masraflarını karşıladığı öğrencileriyle eğitim faaliyetine başlamıştır. Bu nasipli öğrencilerden biri de Şahabettin Efendi’dir.

1950 yılında Malatya Lisesi’nden mezun olduktan sonra Süleyman Hilmi Tunahan Efendi’den İslami ilimler tahsil etmeye başladı. Osmanlı’nın son âlimlerinden biri olan Silistreli Süleyman Efendi’den Arapça, sarf, nahiv, belagat ilmi, mantık, fıkıh, kelâm, akaid, ferâiz ve usûlü fıkıh dersleri okuyarak ondan icâzet aldı. Bu ders esnasında aynı zamanda hocasında “hal ilmi”ni de tahsil etti. Onun içindir ki ahlâk, edep, hilm, sabır, şükür, sükûnet, memnuniyet ve durumdan şikayetsizlik halleriyle hallenir.

1955 yılında Diyanet İşleri Başkanlığınca açılan müftülük imtihanında başarı göstererek Malatya müftü muavinliğine tayin edilir. 1958’de İzmir müftü muavinliği, Şubat 1959’da da Bilecik Müftülüğü, 1961’de Çamlıdere Müftülüğü, 1962 – 1969 arasında ise Sakarya Müftülüğünde müftü olarak görev yaptı.

1969 yılında tayin edildiği Ankara merkez vaizliği görevinden istifa ederek memuriyetten ayrılır.

Bu tarihten itibaren Sakarya da geçimizi çifçilik ve ticaretle temin eder..

EVLİLİĞİ

Şehabettin Hocaefendi’nin evliliğinde de devreye hocası Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri girer. Onu yakınlarından birinin kızı olan Hikmet Hanım’la evlendirir. Hatta nikâhlarını da bizzat Süleyman Efendi kıyar. Bu evlilikten Şahabettin efendiye 3 çocuk verecek olan Hikmet anneye Hocaefendi bir emanet gibi bakarak el üstünde tutmuş ve huzurlu bir hayat sürmüştür. Şahabettin Efendi konuşmalarında o zor yıllarda Hikmet annenin tevekkülü, sabrı ve metaneti ile kendisine destek olduğunu ifade ederdi.

ŞAHABETTİN HOCAEFENDİ VE SAKVA

SAKVA (Sakarya Kültür ve Sosyal Yardım Vakfı) olarak 2007’den vefatına kadar yaklaşık 12 yıl fasılalarla Şahabettin Hoca’nın yanında bulunduk. SAKVA bünyesinde toplanmış bir grup tarihe meraklı, âlime, ilme saygılı, kültür ve medeniyet aşığı aynı zamanda vefalı gönüllülerle Hocaefendi’yi ziyaret ederdik. Fazlasıyla hak ettiği ilgi ve alâkayı ömrünün son yıllarında Sakarya’nın eski valisi Mustafa Büyük beyin ziyareti sonrasında gördü. Geniş bir çevre bu ziyaretten sonra Şahabettin Hocaefendi’yi tanıma ve değerlendirme fırsatı buldu.

Bu ziyaretler zamanla görünmeyen bir üniversitede oluşturdu. Başta akademi camiasından Yılmaz Güney ve Hüseyin Yorulmaz, Mehmet Ersöz hocalar olmak üzere, İbrahim Özcan, Abdullah Çolak, Ahmet Nalbantoğlu, Abdülkadir Şen, Rahmi Çakır, Nedim Solmaz, Yahya Bakır, Mücahiddin Şentürk, Muzaffer Gül, Salih Tuncer, Serdar Eryılmaz vb. katılımıyla gerçekleşen sohbetler uzun yıllar köşesine çekilmiş, dışlanmış, yok sayılmış Şahabettin Efendi için bir çeşit terapi yerine geçiyordu. Hocaefendi’ye her sorulan soru, alınan cevaplarla onun engin dünyasını bize açmakla kalmaz ziyaretçilere de derin ufuklar açardı.

Şahabettin Hoca’nın bizzat yaşayarak bize naklettiği bakir konular arasından bazıları şöyleydi…

- Malatya’da yaşanan Ahmet Emin Yalman Suikastı, suikastçının üzerinden çıkan Hoca Efendinin mektubu,

- Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin evini satarak Necip Fazıl Kısakürek’e satın aldığı matbaa ve akibeti,

- Cezayir bağımsızlık savaşına Süleyman Efendi’ni bakışı,

- Yeni Sabah gazetesinden Süleyman Efendi’ye okuduğu Prof. Şükrü Baban ın dış politika yazıları,

- Süleyman Efendi’nin Latin harflerine bakışı,

- Fatih Camii haziresinde kazıldığı halde boş kalan mezar,

- Şahabettin Efendi’nin Terzi Sait Çekmegil ve Saatçi Musa ile arkadaşlığı,

- Babası Şeyh Hamid Hamidi’nin kerametleri,

- Merhum Dr. Sadık Canlı ile Şahabettin Efendi’nin babası üzerinden konuştukları,

- Emir Sultan’ın kabri ile ilgili ilginç şahitliği,

- Hoca Efendi’nin İmam Hatip Okulları ile ilgili hatıraları,

BİR CUMA NAMAZI ÇIKIŞI DAĞDİBİ FATİH CAMİİ ÖNÜNDE

VASİYETİ

Hayattayken oğlu Mehmet Demirler’e şöyle vasiyet etmiş: “Cenaze namazım mümkünse merkez  camiden kıldırmasınlar.” Ayrıca vasiyetinde, namaz sonrası ardından meth ü senada bulunulmamasını, şatafata ve gösterişe yer verilmemesini de istemiş. Israrla istediği bu vasiyeti ölümün ardından yerine getirildi ve evinin yanındaki Emir Sultan Kabristanı’na defnedildi.

Yukarıda Hocaefendi’nin vasiyetinden bahsetmiştik. Küçük hesaplarla ilgisi olmayan büyük adamlara özgü bir vasiyettir bu. Sessiz yaşamak,hayattan şikayet etmemek ve sükunet hali büyüklerin vazgeçilmez alâmetlerindendir. Ardında kalan ve onu tanıyanlar hayatını “Sessiz yaşadım beni kim nerden bilecektir” düsturuyla yaşayan bu güzel insanı çokça anacaktır. Aynen Nurettin Topçu gibi, balık bilmezse Halık bilir yolundadır.

SONUÇ OLARAK

Yakinen şahit olduğumuz Şahabettin Hocaefendi’nin bereketli ömrünün son günlerinde sabrın, sükûnun, şükrün, teslimiyetin abideleşmiş halini gördük.Teslimiyet ve şikayetsizlik yaşantısının tamamını kaplamıştı. Çektiği bunca sıkıntıyı bir gün kendisinden duymadık. Şikayet etmez ve ettirmezdi. “İnsan ya şikayet veya teslimiyet makamındadır” derdi.  Sabır içinde şükür nasıl yaşanır canlı olarak gösterdi.

Bir mütefekkirin dediği gibi insanlar genellikle genç ölümlerle taze gelinlerin ölümüne çok büyük üzüntü duyarlar. Evet o ölümler acıdır. Her ölüm erkendir.Fakat âlimin ölümü gerçekten büyük bir kayıptır. Alimin ölümü âlemin ölümü gibidir. Bir ölüm yakınları tarafından kayıptır. Ama bir âlimin ölümü toplumun sosyal hayatı bakımından, nesillerin yetim kalması bakımından çok daha büyük kayıptır. Onca birikimin, tecrübenin toprak olması demektir. Sözü şair Bâkî’nin bir beyti ile bitirelim:

“Kadrini seng-i musallada bilip ey Baki

   Durup el bağlayanlar karşında yaran saf saf”