Yıldırım Beyazıt fethi.

Çelebi Mehmed şerhi.

Mithat Paşa şehri.

Tuna Nehri’nin güney kıyısında kurulan şehrin bizdeki adı Yergöğü Beriyaka’dır uzun süre. Zira karşıda, Romanya’da Giurgiu (Yergöğü Öteyaka) vardır. O büyük Girgüi’dur, beri taraftaki küçük Giurgiu. Girgiu, Curgiu, Rgru, Ruc, Rus. Beri yakadaki küçüğü olduğundan cuk eki eklenmiş zamanla, Küçük Rus manasına Rusçuk’a gelmiş iş.

Şehr-i Mithat. Mithat Paşa’nın şehri. Bu isim abartılı mı? Evet. Abartısız, gerçek mi? Ona da evet.

Bilenler bilir: Osmanlı’da vali, yani vilayetin başı bugünkü manada eyaletin başıdır. Bugünkü anlamda üç beş şehrin birden valisi. Adeta bölge valisi.

İlk başta onu söyleyelim: Tuna kıyısında, şirin mi şirin bir şehir Rusçuk. Şehrimiz. Bizim şehrimiz. Hiç abartısız öyle. Anlatayım: Tuna Vilayeti var Osmanlı’da. Dobruca’ya hâkim bir vilayet. (Siz onu Tuna Eyaleti diye okuyun lütfen.) 1860’lar. Sultan Abdülaziz, genç ve parlak bir idareciyi, Mithat Paşa’yı vali olarak atıyor Tuna’ya. Eyalet merkezi de Rusçuk. Vidin, Plevne, ta Sofya’ya kadar her yer o vilayete dahil. Adeta küçük bir ülke Tuna vilayeti. Buranın başına vali gönderiliyor işte Mithat Paşa.

O Mithat Paşa ki, daha sonra Suriye Valiliği de yapacak, Kanunu Esasi’nin (İlk Türk Anayasası) temelini atıp Sultan II. Abdülhamit’e ilân ettirecek, II. Abdülhamit döneminde iki kez Sadrazamlık (bugünkü manada başbakanlık) görevini de üstlenecek, o dönemde padişahın karşı olmasına karşın Osmanlı’yı Ruslarla savaşa sokacak (meşhur (rumi) 1293 Harbi (miladi 1877-78 Rus Harbi)), kuzey Balkanları kaybetmemize vesile olacaktır. Islahatçıdır. Müthiş hem de. Ziraat Bankası’nın da kurucusudur bu arada. Sultan II. Abdülhamit, 1881’de Yıldız Muhakemesi adıyla meşhur olan bir mahkeme kurdurtmuş, 1876’da amcası Sultan Abdülaziz’in, güya bileklerini keserek intihar ettiği süsü verilen cinayetini araştırtmıştır. Cinayet şebekesinin (askeri darbenin) başı olarak Mithat Paşa’nın suçu sabit görülmüş, idama mahkûm edilmiştir. Sultan II. Abdülhamit, eski sadrazamı Mithat Paşa’yı affederek Taif’e sürgüne göndermiş, bir yıl kadar sonra da sürgünde muhafızlarınca öldürüldüğü tespit edilmiştir.

Ünlü tiyatro yazarımız Haldun Taner’e kulak verelim: “Reinhardt Kippardt (ünlü Alman tiyatro yönetmeni), bir ara Alman Goethe Enstitüsü’nün çağrılısı olarak (Türkiye’ye) gelmişti. O sıralarda Eichman’ın hayatı üzerine belge topluyordu. Bana da belgesel bir oyun yazmamı ısrarla öğütledi. Osmanlı tarihinde, yakın tarihimizde, buna yatkın kişiler, olaylar yok muydu? Önce yan kulakla dinledim. Gel zaman git zaman, öneriyi pek abes bulmadım. Bir de böyle bir denemem olsun istedim. Önemli bir konu buldum: Mithat Paşa’nın Yıldız Muhakemesi… Epeyi inceledim, çalıştım, ortaya Kippardt’ı doyuracak kadar kalın dosyalar çıktı. İş seçime ve yazıma kalmıştı ama ben bu piyesi yazmadım. Elim varmadı, yazamadım.’ Taner’in bu çalışmaları, Mithat Paşa’yı, İngiliz Hariciyesini arkasına almış, İngiltere ile dayanışma içinde bir devlet adamı olarak belirlemekteydi. ‘Belgesel piyes yazmak iddiası ile ortaya çıkan biri, belgelerin getirdiği tabloyu vermeden edemezdi. Verilince de Mithat Paşa efsanesine gölgeler düşebilirdi. Efsanelik adamları zaten az bir ortamda bu hakkı kendimde göremedim.’(1)

İşte Rusçuk’u adeta yeniden kuran Tuna Valisi Mithat Paşa, tarihimizdeki meşhur bu Mithat Paşa’dır maalesef.

Dört yüz metre genişliğinde, üzerinde dev gemilerin bir o yana bir bu yana cirit attığı, vapurların adeta birbiriyle evcilik oynadığı, muhteşem Tuna Nehri kıyısındaki en güzel şehirlerden birisi, belki de birinci, Tuna’nın incisidir Rusçuk.

Ama bunu en çok Mithat Paşa’ya borçludur, diyeyim size.

O Mithat Paşa ki, üç buçuk yıllık Tuna Valiliği döneminde üç bin kilometre şose yol yapmış, bin dört yüz adet köprü yaptırtmıştır. Rusçuk - Varna tren yolunu inşa ettirmiştir mesela. (Osmanlı’daki ilk tren yolu olduğu söylenir.) Halen ayakta olan, o güzeller güzeli Rusçuk Tren İstasyonu, Mithat Paşa’nın eseridir örneğin. Telgraf hattı çektirtmiştir. Öksüz ve yetimler için ıslahhaneler kurdurtup buralardaki çocuklara terzilik berberlik ayakkabıcılık gibi meslekler kazandırmıştır. Menafi Sandığı’nı tesis ederek, vilayetindeki ziraatçilerin borç alarak çiftlikler kurmasına zemin hazırlamıştır. (Ziraat Bankası’na giden yol buradan başladı diyelim biz buna.) Mithat Paşa’nın yüz altmış sene önce kuruluşuna zemin hazırladığı çiftlikler bugün hâlâ faaliyettedir Rusçuk’ta.

İdari manada da - bir nevi - devrim yapmıştır valimiz: Köylerde İhtiyar Meclisleri, kazalarda İdare ve Deavi Meclisleri, il merkezlerinde ise Vilayet Umum Meclislerini kurdurtup faaliyete geçirtmiştir.

Kültür Sanat adamıdır Mithat Paşa: Rusçuk’ta ta o tarihte, 1860’larda şehir tiyatrosu ve bir matbaa kurdurtmuş, bütün eyaletin haberleştiği Tuna adlı bir gazete çıkartmıştır.

Mithat Paşa’nın başarılı Tuna (Rusçuk) Valiliği bütün ülkeye örnek olmuş, sonraki yıllarda Osmanlı Devleti, bu uygulamaları diğer valilere de hayata geçirmek üzere talimat olarak geçmiştir.

Günler ayları, aylar yılları, yıllar asırları kovalamıştır. 1878 Osmanlı Rus Harbi’nde elimizden çıktığı vakit Rusçuk’taki, elli üç cami, dokuz medrese, altısı tekke olmak üzere - bıraktığımız - 239 tarihî eserden, camiden handan hamamdan, mektepten medreseden tiyatrodan, yüz kırk üç sene sonra geriye ne mi kalmıştır? Üç beş eser haricinde, hiçbir şey! Sevsinler sizin hümanizminizi, özgürlükçülüğünüzü, barışçıllığınızı. Her şey laf salatası, her şey ideoloji, her şey propaganda.

Nihilist - değer tanımaz ve bilmez- Bulgar komünizmi, hepsini yakıp yıkmıştır! Harap ve bitap hâldeki Mirza Seyit Paşa Camii, Kız ve erkek İlahiyat liseleri, bir de Mithat Paşa eseri olan tren istasyonu. Osmanlı / Türk izi kalmasın diye uğraşılmıştır belli ki.

Gittim gördüm. Defalarca hatta.

İlahiyat Lisesine üç beş kez şairler yazarlar oyuncular götürdüm. Edebiyat söyleşileri, imza günleri düzenledim. Tertemiz bakışlı Türk gençleri sofralarını paylaştılar bizimle. (Müdür yardımcısı Süleyman kardeşimin misafirperverliğini yiğitliğini ve sahiplenmesini unutamam.) Okulda liseli gençlerin yazdığı Mücadele adlı duvar gazetesini görünce gözyaşlarımızı tutamamıştık heyet hâlinde. Öyle içten öyle sıcak öyle hasret kokan bir Türkçeyle yazmışlardı gençler. Helal olsun size dedik hep bir ağızdan.

Müftülüğüne de uğramıştık. Çok ironikti gerçekten. Tam Nasreddin Hoca’nın mezarı misali: Üç tarafı açık, ama kapısında kilit var ya hani. Rusçuk Müftülüğünün girişinde kilit vardı ama iki yanı açıktı. Girmek çıkmak serbest ama kapı kilitli. Şaka yapmıyorum, vallahi bak. Hüzün kokulu bu şehrin sokaklarında mizah da hüküm sürüyordu bir yandan, demek ki.

Komünizmden kalma, nehir kıyısındaki on yedi katlı hantal ve kaba bir otelin on altıncı katında konakladım üç beş kez. Geceleri, bir nevi yakamoz görünümüyle, karşıda Romanya ovaları ve yerleşimleri, ortada Tuna üzerinde bir o yana bir bu yana seyirtip duran ticaret gemileri. Ve nefis bir demir köprü. Işıl ışıl. Pırıl pırıl. Rüya mı desek masal mı desek şiir mi desek.

İnci gibi bir şehir Rusçuk.

Rüya, masal, şiir karışımı bir inci.

Rusçuk; Tuna Nehri’nin incisi.

Gerçek inci üstelik.

----

Mehmed Salâh, ‘Efsâneyi Gerçeğe Tercih Eden Aydınlar’, Zafer Dergisi, sayı 181, s.25.