----

İş İnsanı Şadi Tanış: “BİZ GERİ DÖNECEK TOPRAĞI OLMAYAN İNSANLARIZ”

Yahya Bakır’a konuşan İş İnsanı Şadi Tanış “Biz geri dönecek toprağı olmayan insanlarız bu yüzden Sakarya’yı daha çok sevdik, daha çok benimsedik” dedi.

Yahya Bakır: Biz öncelikle Şadi Tanış’ı tanımak istiyoruz. Şadi Tanış kimdir? Sizin duygusal bir ruh haliniz var. Konuşurken tiyatral bir anlatımınız var sanki sahnedeymiş gibi konuşmayı seven birisiniz. Bu yüzden Şadi Tanış’ı dinlemek, bizim için çok keyifli olacak.

Şadi Tanış: Rahmetli babam, Balkan göçmeni… Türkiye'ye, Sakarya’ya göç etmişler. Dedem, dedemin babası oradan buraya gelmiş. Biz 7 kuşak nalbant işi yaptık. Ben bir nalbant ailenin çocuğuyum, ailemizde ki son nalbant babamdı. Biz de daha sonra onun işlerinin devam ettirdik. Çalışkan, kendi işini yapmaya çalışan, mütevazi bir aile yapısının içinde doğdum.

Y.B- Aileniz buraya göç ettiğinde entegre olmakta zorlandı mı?

Ş.T- Sakarya'da birçok millet var hatta Sakarya’nın 41 çeşit milletten oluştuğu bilinir. Benim gözlemim bir şehirde iki tip insan var. Bunlardan bir tanesi geri dönecek memleketi olanlar, diğeri, geri dönecek memleketi olmayanlardır. Artık geri dönecek memleketi olmayanlar, bu topraklara daha çok sıkı sarılıyorlar. Burayı benimsiyorlar, buraları vatan olarak görüyorlar.

Y.B- Bu size ait bir tespit mi Şadi Bey.

Ş.T- Evet bana ait bir tespit doğudan, Trakya'dan, batıdan Türkiye'nin her bir yerinden ekonomik koşullar gereği buraya göç eden insanların geldikleri şehirlerle bağlantıları sürüyor. Hatta burada vefat ediyorlar ancak memleketine götürülüyorlar. Burada yaşıyor burada doğmuş, büyümüş, burada doymuş ama hala eski memleketlerinden kopmuyorlar. Buda güzel bir şey kendi vatanıyla geldiği topraklardan bağlantıyı koparmamak çok güzel. Ama biz geri dönecek toprağı olmayan insanlarız bu yüzden atalarım da babam da bu toprakları daha çok sevdi, daha çok benimsedi. Burada yaşamak ve kendinden sonraki nesillere daha iyi imkanlar sunmak için çalışan bir ailede doğdum. Babam nalbanttı, ben doğmadan bu işi bırakmış ama biz toptan nal imalatı yapıyorduk. Ben ilkokula giderken babamdan harçlığı ancak bir sandık nalı deldiğimde 25 kuruş olarak alıyordum. Belli bir iş disiplini içerisinde yetişmiş, mütevazi bir aileyiz. Çok çalışıyordum ki iki sandık deleyim ve harçlığım daha fazla olsun. Belli bir iş disiplini içerisinde yetişmiş bir aileydik, mütevazi bir aileydik. Mesela eski insanlar daha tutumluydu, babamın durumu çok zengin olmamasına rağmen annem bir manto istediğinde üç ay öncesinden istemeye başlardı.

Y.B- Babanızın tüccar kimliği var ancak buna rağmen minimalist bir yaşam sürüyordunuz öyle mi?

Ş.T- Babam, babasının dükkanında çalışıyordu. Belki o dönemde Sakarya'daki ilk motosiklet babamdaydı. Hafta arası babasının dükkanında çalışıyor, hafta sonu motosikletin arkasında bir heybe var o heybeye nalları doldurup yakın köylere nal çakmaya gidiyordu. Nalbantlık yapardı yani ekstradan hafta sonları da çalışırdı. Şimdiki nesle baktığımızda nasıl kazandığımızı değil de nasıl tükettiğimize baktığımızda gerçekten çok har vurup harman savuruyoruz. O insanlar zor kazanıyordu ama harcarken de zor harcıyordu. Biz zor kazanıp kolay harcamaya başladık biraz tüketim toplumuna döndük. O anlamda eskiyi sentez edip daha düzgün yaşamaya çalışmalıyız.

----

Y.B- Sizin nalbant dükkanınızın tarihi Sakarya'nın ticari tarihine eşdeğer. Uzun Çarşı ticaret hayatının yoğun olduğu bir yer Türkiye'nin belki ilk bankalarından biri, İslam Ticaret Bankası'nın olduğu caddede sizin iş yerinizde yer alıyor. Dükkanınızın, ticaret hayatına nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsunuz?

Ş.T- Şimdi nalbantlık deyince affedersiniz sadece öküz nalını ya da at nalını çakmak değil. O dönemde eğitim seviyesi de yüksek olmadığı için o günün nalbantları aynı zamanda bir otomobil servis hizmeti verirdi. Gelen hayvanın sadece nalı çakılmıyor, aynı zamanda hastalığına da bakıyordu. Hem veteriner hem nalbant olarak görülürdü.  Dedem din eğitimi ileri seviyede bir insandı. Dükkâna gelenlere dini sohbet veriyordu, nasihat ediyordu. Eskiden iş yerinde çalışacak insanlara ihtiyaç vardı. Beni ilkokula babam, ortaokula abim yazdırdı, liseye kendim yazıldım. Okumak, o dükkândan çalışma hayatından kurtulmanın bir yoluydu. Bu eğitim disiplini çocuklarıma da yansıdı. İki çocuğum var. Oğlum Orta Doğu Teknik Üniversitesi İnşaat Bölümü’nü bitirdi. Boğaziçi’nde yüksek lisans yaptı. Kızım İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümünü bitirdi. Yüksek lisansını yaptı. Ailemizin eğitimli olmasında iş yerimizin önemli bir etken olduğunu düşünüyorum.

Y.B- Rahmetli babanız Sait Bey'in bunu bir strateji için yaptığını düşünüyor musunuz? Çalışma hayatını görsün ve eğitimine daha da sıkı çalışsın diye yapmış olabilir mi?

Ş.T- Babam beni arkadan izleyip bu şekilde bana yön veren bir insandı. Ben biraz inatçıydım. Mesela harçlığımın hepsini kitaba ve ansiklopedi almaya yatırırdım. Babamda ne gerek var bu kadar masrafa derdi. Hatta bir gün ilk çıkmıştı, Meydan Larousse Ansiklopedisi’ni ciddi bir fiyata almıştım. Babam, bunları geri götüreceksin dedi. Ben tüm ansiklopedileri alıp bahçede yakmaya kalktım. Babam beni görüp tamam götür onları içeri dedi. Esas olarak babam bana yön veren bir insandı.

Y.B- Dört kuşağın bir ticaret serüvenini devam ettirmeleri hiç kolay değil, bunun bir sırrı var mı?

Ş.T- Bizim iş yerimiz aşağı yukarı 100 yıllık. Türkiye'de 100 yıllık firmaları saysanız çok fazla değildir. Yeni nesil geldiğinde babalarının işlerini devam ettirmiyor. Bizler çalıştığımız, ekmeğini yediğimiz, çoluğumuzu çocuğumuzu baktığımız işe gerekli yatırımı yapmıyoruz. Gerekli yatırımı yapıp teknolojiyi, dünyadaki gelişmeleri, işimizle ilgili olanlarını takip edersek başarı sağlarız ve bunu sizden sonraki nesillere aktarız. Devamlılık oluşturursak, başarı kaçınılmazdır. Aksi takdirde geri kalırız örnek olarak şunu söyleyeyim Uzun Çarşı’da eskiden dükkanların %95 inin sahibi, oraları işletenlerdi.  Şimdi bu dükkanların çoğu kiralık.  Dükkan sahipleri, işlerini geliştirip günün modasını ya da kendi işleriyle ilgili yatırım yapmayınca işlerini bir sonraki nesle aktaramadılar. Bir de bizim şöyle bir sıkıntımız var çocuklarımıza aman okusunlar ben çok çile çektim deyip kendi işlerimizden uzak tutuyoruz. Halbuki işimizi geliştirmiş olsak, takip etsek bizden sonraki neslin de aynı işi devam ettirebilmesine fırsat verebiliriz. Bunun basit bir örneğini şöyle düşünün dört yol Sanayi Çarşısı eskiden otomobil tamiratında çok önemli bir merkezdeydi ve çok önemli paralar kazandırırdı. Ancak kazanılan paralar kendi işine, makinalara yatırılmayınca sadece o kazandığıyla ev, arsa alınıp, yazlık alındığında işini geliştirmeyince o eski cazibesi kalmadı.

Y.B- Sanayimizde sağlayamadık, Uzun Çarşı’da sağlayamadık ki çok da geç kaldık. Bu yenileme birazcık katkı sağladı. Zihni yenileyememe gibi bir problemimiz var değil mi?

Ş.T- Biz işimizi en iyi şekilde nasıl yaparız diye düşünmüyoruz. Bakın esnafa, kendimize de bakalım herkes işinden şikayetçi hep gözümüz daha kolay ve daha çok para kazanacağımız işlerde. Halbuki hiçbir iş kolay değil. Her birinin kendi içinde zorluğu var. Bunu da işin içine gördüğünüzde anlıyorsunuz. Ama kendi işimize yoğunlaşırsak, onu geliştirmeye uğraşsak daha verimli olacaktır. İktisat, şöyle tarif ediyor. Büyüme iki türlü olur. Bir enine, bir boyuna büyüme. Enine büyüme, kendi iş kolunuzun benzeri işlerde çalışmanız; boyuna büyüme ise kendi işiniz de uzmanlaşmanızdır. Biz boyuna büyümeyi sevmiyoruz çünkü boyuna büyümek sabır istiyor.

Y.B- Biraz da babanız rahmetli Sait Bey’le ilgili konuşmak istiyorum. Sait Tanış bu şehirde doğru tüccarlığıyla, dindar kimliğiyle, sabrı ve tevazusuyla örnek olmuş siyasi bir karakterdi. Bir evlat olarak Sait Tanış’ın sizin üzerinizde bıraktığı etkiler nelerdir?

Ş.T- Babam siyasete aktif olarak girmeye başladığında yavaş yavaş işleri bana ve abime devretti. Kendisi daha çok siyasi faaliyetlerde bulunmaya başladı. Biz yine de babama sormadan bir iş yapmazdık. Özellikle abim vefat ettikten sonra dükkânda alınacak bir karar olduğunda bu kararı babama sorardım. Babam şunu şöyle yap demezdi ama sen bilirsin şöyle yapsan daha iyi olur, derdi. Ben babamı kaybettiğimde şöyle bir boşluğa düştüm. Ben şimdi kime soracağım, soracak insan kalmamıştı. İnsanın birçok dostu olabilir ama herkesle her şeyi konuşamazsınız. Ticareti, ticareti bilen biriyle konuşabilirsiniz.  Babam çok inançlı bir insandı, inandığı konuda sonuna kadar giderdi. Babam siyasete Milli Nizam Partisiyle girdi. Milli Nizam Partisinin ilk kurucusu, il başkanıdır. Ardından MSP’nin kurucusu, ilk başkanı oldu. Millî görüş ilkelerinden gelen bütün partilerde kurucu bir görev üstlenmiştir.

Y.B-Bu kadar naif biri neden görevden alındı?

Ş.Y-Her görevden alındığından sonra yapılan il kongresinde babam listeyi ikinci liste olarak masaya koyup ve tekrar seçilirdi. Herhangi bir partide iki adaylı kongre bile tahammül edilmezken babam görevden alınmasına rağmen defalarca tekrar seçilmiştir. Daha sonra Erbakan babam ve arkadaşlarında ki bu samimiyeti gördüğünde o da teslim olmuştur ve Sakarya’ya her geldiğinde bizim evimizde misafir olurdu.

Y.B- Rahmetli Necmettin Erbakan’ın sizin ve ailenizin üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

Ş.T- Benim gördüğüm Erbakan, dinci bir lider değildi. Benim gördüğüm Erbakan kalkınmayı savunan, milliyetçi bir adamdı. Hatta Erbakan ümmetçi olarak da adlandırılır. Ancak bence ümmetçilikten daha çok milliyetçi bir adamdı milliyetçilikten kastım Türk milliyetçiliği anlamında değil. Bu topraklarda yaşayan insanların çalıştığında çok iyi bir yere gelebileceğini bu amaç doğrultusunda ilerlendiğinde Allah'tan da yardım geleceğini düşünüp bu konuda öğüt verirdi.

Y.B- Sizce Erbakan bilime inanan birisi miydi?

Zaten kendisi bilim adamıydı. Babam derdi ki; Erbakan şu duvarın arkasını görüyorum dese ona inanırım. Bu inancı şöyle tarif edeyim bir gün seçim çalışması için Kaynarca'nın bir köyüne gidiyorlar, gecenin bir vakti araba arıza yapıyor araba ileri vitese geçmiyor. Kaynarca'dan Adapazarı’na geri viteste geliyorlar. Babam bir yere seçim çalışması için gittiğinde ilk şu soruyu sorardı ‘bu köyde mezar var mı? Tabii ki var!’ diyorlardı. O zaman ölüm var benim bu köyde konuşmam çalışmam gerekir, diyordu. Babamın anlatmak istediği İslam’dı, siyaset değildi. Bunu da ancak bir siyasi parti adı altında yapabiliyordu. Yeniler haricinde milli görüş partilerinde görev yapan bir birçok isimde babamın etkisi çok büyüktür. Recep Yıldırım'ı da siyasete sokan Babamdır gidip babasından Recep Yıldırımı kız ister gibi istemiştir. Babamın bu samimi çabasını eski insanlar çok iyi bilir ben de bunun meyvelerini yiyorum.

Y.B- Babanızı bu şehirde birçok siyasetçi yakinen tanır. Onların üzerinde emeği de oldu. Sakarya ticaretine, siyasetine emeği büyüktür. Siz bunu devam ettiriyorsunuz. Sait Tanış Kültür Merkezi şehrimizin en değerli noktasında, en özel yapılarından birisidir. Bu yapıyı hem kent konseyine hem de kültür hayatına tahsis ettiniz neden böyle bir şey düşündünüz?

Ş.T- O kent konseyi olarak kullanılan binayı babam satın aldıktan sonra Milli Gençlik Vakfı öğrencilerine tahsis etmişti. Orası zaten benzer bir misyon yürütüyordu. Depremde binanın bir kısmı yıkıldıktan sonra biz restore ettirdik, yine şehrin öğrenci evi niteliğini, şehrin kültürel hayatına açtık ve orada çeşitli kültürel faaliyetleri yürütüyoruz. Babamızın adının yaşaması için böyle bir karar aldım çünkü o babam tür faaliyetleri çok severdi. Şehirdeki dostlara burayı faydalı her iş için kullanabileceklerin bir yer olarak sunmak istedim. Bu faaliyetler; müzik olur, fikir konuşmak olur, dini konuşmak olur. Bizim felsefemiz şudur; söyleyecek sözü olan herkes gelip orada söyleyebilir. Konuşamamak kavga çıkartır biz konuştuğumuzda, hangi fikir olursa olsun bir yerde anlaşırız.

----

Y.B- Biz de kavga çıkmasın diye Şehir Konuşuyor projesini yaptık. Şehir konuşsun, konuşursa biliyoruz ki sorun çıkmaz. Eğitim hayatınızın iş hayatınıza bir katkısı oldu mu? Siz bir inşaat mühendisisiniz. Eğitim hayatınızın sizin üzerinizdeki etkisi ne şekilde oldu.

Ş.T- İnşaat malzemeleri satıyorduk ben de inşaat mühendisi olmak istedim. Sakarya Devlet Mimar Mühendislik Akademisi mezunuyum. Bu fakülteye girdikten sonra tekrar üniversite sınavına girdim ve arkasından İTÜ inşaatı kazandım. Aynı bölümde burada devam ettim o günün şartlarında İTÜ'de eğitim almak daha zordu. İşimi seviyordum işimi sevdiğim için mühendislik okudum çünkü her şeyin bir zekâtı var. Malın zekâtı var bilginin de zekâtı var. Benim iş yerime gelip görüyorsunuz benim dükkanıma on tane insan giriyorsa bunun yedi tanesi sormak için gelir, üç tanesi mal almaya gelir. Piyasanın en eskisi olduğumuz için meslektaşlarımız da vatandaşın herhangi bir sorun olduğunda yapı ile ilgili bir sorun olduğunda şunu derler, ‘Tanış bilir!’ oraya gidin. Zaman zaman arkadaşlarım beni eleştiriyorlar, diyorlar ki; ya sen çok iş yerinde bulunuyorsun mesele o değil mesele ben yapı ile ilgili inşaatla ilgili bir şeyler öğrendiysem bunları kendime saklayamam bunlara ihtiyacı olan insanlarla paylaşmak ve yol göstermek zorundayım. Bu zorunlu oluyor ama önemli değil çünkü insana huzur ve mutluluk veren bir şey.

Y.B- Eğitim hayatınızın etkisini tam anlamıyla konuşamadık.

Ş.T- Eskiye oranla şimdi bilmiyorum ama bizim zamanımızda tam puan 4’tü. Mezun olmak için en az 2 olması gerekiyordu. Benim ders ortalamam da üniversite hayatım boyunca her zaman 2.1 olmuştur. Yani hep sınırdaydı çok çalışkan bir öğrenci değildim, arkadaşlarım zeki olduğumu söylerlerdi. İşin temelini öğrenmek benim için yeterliydi, üniversite hayatım boyunca hiç sene kaybetmeden mezun oldum daha önceki eğitim hayatımda da bu böyleydi. Çok çalışkan olmamama rağmen başarılı bir öğrenciydim.

Y.B- Eğitim hayatınız Akıncılar, Milli Türk Talebe Birliği dönemine denk geliyor. Onlar Türkiye'de çok etkiliydiler.  Günümüze baktığımızda ülkenin yöneticileri, bakanlar, cumhurbaşkanları onların içerisinden gelen insanlar. Şu anki kadro neredeyse o dönemde o saflarda bulunan insanlardan oluşuyor. Bu döneme şahitlik etmenin size nasıl katkısı oldu?

Ş.T- Sakarya Devlet Mimar Mühendislik Akademisi’nin o dönemdeki öğretim kadroları şu anda bilinen isimlerdir. Biz üniversitede okurken huzur içerisinde okuduk, öğrenci olaylarının çok olmadığı bir üniversiteydi. Bunun dışında hepinizin bildiği Abdullah Gül, Ahmet Büyükakkaşlar, Sami Güçlü, İhsan Süreyya Sırma, önceki rektörümüz Muzaffer Elmas o günün asistanlarıydı. O dönemde asistanların çok önemli bir görevi vardı. Asistanlar, öğrencileri sekizli, onarlı gruplar şeklinde paylaşırdı. Haftada bir gün Abdullah Gül’ün evinde toplanıyorduk, bir konu konuşuluyordu. Bu konu, ya bir kitaptı ya da dinle, siyasetle ilgili bir konu olurdu. Öğrencilerle eğitmenler arasındaki ilişki sadece sınıfta değildi evlerinde toplandığımız karikatüristler, edebiyatçılar, Osman Sarı gibi isimler onların sayesinde çok şey öğrendik. Öğretmen öğrenci ilişkisinden daha çok bir abi kardeş ilişkisi vardı. Bunlar bizim fikir hayatımızda sosyal hayatımızda çok büyük zenginlikler kattı ama bugün maalesef üniversite hocalarımıza bakıyorum, öğrenci ile bu bağlantıları kopmuş sadece kendi kolonilerine çekilmişler öğrenci ile eğitici arasındaki ilişki haftada 1 gün ya da 2 saate sınırlı şekilde kalmıştır.

----

Y.B- Eğiticilere yönelik şöyle bir eleştiri vardır eğitim okulda değil okula giderken yolda yaptığımız etkinliklerle öğrenilir diye bir eleştiri bulunmaktadır. Siz o dönemde akademisyenlerle, eğiticilerle oluşturduğunuz yakın ilişkiler sayesinde daha büyük gelişmeler kat ettiniz sosyal hayatınızda fikir hayatınızda daha ileri yerlere geldiniz.

Ş.T- Akıncılar ve Milli Türk Talebeler Birliği meselesinde benim oradaki diğer öğrencilerden avantajım ya da konumunu şuydu birincisi yerli Adapazarlıyım ikincisi benim babam o dönem il başkanı bu bana birtakım avantajlar sağlıyordu. Gerçi hala sağlıyor, babamın konumundan istifade ediyorum. Arkadaşlarımın bir kısmı beni bay muhalefet diye görür beni bu şekilde tarif ederler benim mevcut yöneticilere karşı yaptığım eleştirilere babamın hatırı için bir şey demiyorlar.

Y.B- Şadi Tanış kendisine de muhalefet sadece yöneticilere değil, kendisine de muhalefettir. Biraz da usul esasa mukaddemdir derler ya siz bu muhalefeti çekiçle yapmıyorsunuz, yelpaze ile yapıyorsunuz. Bir şarkıdan bir fıkradan örnek veriyorsunuz, yumuşatarak usulünce yaptığınız için belki de hoş geliyor, değil mi?

Ş.T- İnsanlar şunu anladı eleştiriyor ama amacı yıkmak değil. Her konuda şurayı beğenmiyorum, deme hakkın var. Görüşüm doğru olmak zorunda değil ama diyorum ki; düşünsünler, daha doğrusu benim bu eleştirim de dikkate alınsın istiyorum.

Y.B- Farklı bir özelliğiniz daha var siz Briç Türkiye şampiyonu oldunuz bunu anlatır mısınız?

Ş.T- Benim dayım briç ustasıydı. Onun etkisiyle ve yardımıyla Briç’i öğrendim ve Sakarya'yı temsilen katıldığımız bir turnuvada da Türkiye Şampiyonu oldum.

Y.B-Kaç yılıydı?

Ş.T- 1977-78 yılları Sakaryaspor'u Türkiye Şampiyonu yaptık. Sakaryaspor’un kulüp başkanı o zaman Tuncer Tepe'ydi. Bir diğerinde de sponsor Tepe A.Ş olmuştu. Tuncer Tepe'nin şirketi adına turnuvaya girmiştik.

Y.B-Toplum olarak Briç’in mantığına ihtiyacımız var mı?

Ş.T- Tabii ki var. Briç adı üstünde köprü demek, temelinde karşılıklı bir ilişki vardır. İyi Briç oyuncusu yoktur. İyi Briç ortağı vardır, iki kişinin ortaklık kurarak oynadığı, ortaklık kültürünü geliştiren bir oyundur. Ortağınızla aynı dili konuşursanız ya da ortağınızın söylediğini çok iyi anlarsınız, ortağınız da sizin söylediğinizi çok iyi anlarsa başarılı olursunuz. Yanlış ifade etmeyeyim ama şöyle söylerler oyunların kralı Satrançtır, kralların oyunu Briç’tir. Zekâ isteyen ve kesinlikle ortaklık disiplini isteyen bir oyundur.

Y.B-Yoğun bir ticaret hayatının içerisindesiniz, bu tempoda aktif olarak kültür ve sanatla ilgilenmeye  devam edebiliyor musunuz?

Ş.T- Evet oynuyorum geçen İzmir'de Türkiye Şampiyonası'na gittik ama elemelerde elendik geldik.  Sakarya’dan çok büyük Briç oyuncuları çıktı ancak Sakarya'da Pandemi nedeniyle Briç kulüpleri uzun süredir kapalı. Şu anda internet üzerinden oynanıyor. İnternete girin internette 10.000 oyuncu şu an hala aktif halde oynuyordur, bu 10.000 oyuncunun 3000 Amerikalı 500’ü İsrailli 800’ü İspanyol'dur. Aynı dili konuşuyorsanız bu oyunu oynayabilirsiniz, aynı dilden kastım aynı sistemi oynuyorsanız.

Y.B-Tüm bu oyunların temelinde güçlü bir ortaklık, birlikte hareket etme iç güdüsü, anlaşmak, belki bazen sessiz kalmak, belki bazen karar vermek, gerekir. Tüm bunların işinize, iş hayatınızda çalışma ortamınıza personelinizi diyaloglarınıza ve şirketin yönetimi anlayışınıza sirayet ettiğini düşünüyor musunuz?

Ş.T- Şimdi Briç'te 6 milyar dağılım var. Kâğıdın 6 milyar dağılımı var. Sizin en fazla iki ya da üç kere kendinizi anlatmak için konuşma fırsatınız oluyor. Şimdi elinize bakıp öyle akıllı bir laf edeceksiniz ki 6 milyar dağılımı ilk konuştuğumuzda 100.000'e düşüreceksiniz ikinci konuşmanızda 1000'e düşüreceksiniz. 3. konuştuğunuzda da 100’e düşüreceksiniz tabi konuşabiliyorsanız.

Y.B- Çok dikkatli değerlendirip, çok akıllı laflar etmelisiniz ki bu seçe neyi azaltabilen hayatımızda da bu şekilde değil mi?

Ş.T- Bir karar alırken öyle bir karar vermeliyiz ki riski en az da indirelim. Aynı konuda ikinci bir karar vermemiz mümkünse yarı yolda onda riski daha da aşağıya indirmeliyiz. Dolayısıyla bu muhakeme yeteneğini geliştiren bir oyundur. Muhakeme yeteneğiniz varsa ticarette de siyasette de başarılı olursunuz.

Y.B- Biz burada bütün planlamaları yaparken arkadaşlarımızla sizinle ilk konuştuğumuzda dahi bir gün sonra soruları çizeceğimiz çerçeveyi sizinle paylaştık. Sizinle bu konu üzerine muhakemeler yaptık bu aslında riski en az da indirmek konuşarak plan yaptığınızda zaten riski genel anlamda azalta biliyorsunuz. Siz aktif bir hayatın içeresindesiniz, kültürel anlamda da birikimlisiniz. Hayatınız boyunca yazılar yazdınız kitapla sanatla aranız nasıldır.

Ş.T- Biz Sait Tanış Kültür Merkezi'nde gelen insanlara konuşun dediğimizde bizim mekânda Türkiye yazarlar birliğinin çeşitli etkinliklerini gerçekleştiriyoruz. Yazarları geliyor, kitap konuşmaları yapılıyor imza günleri yapılıyor. Türk Sanat Müziği çalışmaları yapılıyor. Bu anlamda da şöyle bir şansım var. Oğlumun eşi, TRT Gençlik Korosu'ndan bir hanımefendi ile Hacettepe Üniversitesi'nde okurken tanıştılar. Türkiye'nin en güzel seslerinden birisi benim gelinim. Biz Kültür Merkezi'nde Türk Sanat Müziği etkinlikleri de yapıyoruz. Şehrimizde sanata çok fazla değer verilmediğini düşünüyorum. Bizi köyden ayıran sadece geniş caddelerimiz büyük binalarımız değil, kültürel faaliyetlerimiz olmalıdır. Bu kültürel faaliyetler müziktir, tiyatrodur. Son on senedir bir tiyatro izlediğimi hatırlamıyorum. İnsanlarımızın tiyatroya gitme alışkanlıkları yok. Üniversitemizin Güzel Sanatlar Akademisi var gerçekten şuna hayıflanıyorum. Bizim Sakarya Üniversite’mizde Konservatuvar da var. Biz buradaki gençlerin öğrendiklerinden, yaptıklarından küçük bir cep tiyatrosu, küçük konser salonu gibi faaliyetler gerçekleştirerek faydalanabiliriz. Gençler müzik yapsınlar, tiyatro oynasınlar bizi biz yapacak olan bu tür faaliyetler bu konuda Sakarya'nın elindeki potansiyelleri kullanmadığını düşünüyorum. Çok iyi müzisyenlerimiz var. Sakaryalı olup da İstanbul'a giden Udiler, Kemancılar var. Benim kültür merkezimin ilk faaliyetlerinden birisi Tasavvuf Müziği Korosu kurmak, Türk Sanat Müziği korosu kurmak oldu. Onların çalışmaları için imkân verdim. Gerçekten çok güzel şeyler çıktı. Ama bu sadece benim yapacağım şeyler değil, buna tüm şehir olarak sahip çıkmamız gereklidir.

Y.B-Çok seyahat ediyorsunuz dünyanın bir ucundan bir ucuna kaç ülkeye gittiniz kaç ülkeyi ziyaret ettiniz?

Ş.T- Sayısını bilmiyorum ama herhalde 40’tan fazla ülkeye ziyaret ettim Avusturalya'dan Güney Amerika'ya, Meksika'ya, Arjantin, Brezilya, Küba, Filipinler, Vietnam, Çin, Rusya, Avrupa ülkeleri hepsine gittim. Bizim şöyle bir avantajımız var ticaret yaptığımız, çalıştığımız firmaların çeşitli promosyonları oluyor. Bunlarda genellikle yurtdışı gezileri oluyor. Özellikle bu konuda bizim çalıştığımız bir Fransız firması birinci sınıf seyahatler düzenliyor.  Gittiğimiz seyahatlerde sadece caddeleri gezmiyoruz. Bizi orada Büyükelçinin Ticaret Ateşe ’si karşılıyor. Oranın ticareti ile ilgili bilgiler alıyoruz ama bu benim ufkumu şu şekilde çok genişletti. Basit bir örnek vereyim, Paris'e ilk gittiğimde arkadaşlar binalara bakarken ben yere baktım. Şunu gördüm; yaya yolları asfalt biz dekinin tam tersi yaya yolları asfalt olunca çocuk arabaları çok rahat gidiyor, engelli arabası rahat gidiyor, araç yolu parke olduğu için çok hızlı gidemiyor.

Y.B-Bu seyahatler şehir ve çevre düzeni ile ilgili sizin ufkunuzu açmıştır unutamadığınız bir hikayeniz var mı?

Ş.T-Arjantin'de 30 şeritli bir yol gördüm. Dünyanın en geniş caddesi yayanın karşıdan karşıya geçmesi için ilk bulvarlar koymuşlar. Yine Rusya'da gördüm. Goethe’nin Rusya için tarifi diyor ki; şehrin içerisinde ormanlar gördüm, ama ormanın içinde bir şehir ilk defa görüyorum. Şehrin içinde parklar yeşil alanlar ve ormanlar o kadar çok ki sanki ormanın içinde bir şehir gibi. Bizim ülkemizde de bizim şehrimizde de böyle alanlara ihtiyacımız var böyle yeşil ve büyük ormanların ağaçların olduğu alanlara ihtiyacımız var.

Y.B- Daha önce anlattığınız bir hikâye vardı. İspanya'da Tercümanın size söylediği bir şey vardı. O hikâyeyi de buradan bizlere anlatır mısınız?

Ş.T- Madrid'de dolaşıyorduk. Rehber dedi ki; Madrid sokaklarında lüks otomobil görüyor musunuz? Baktık gerçekten de büyük oranda lüks araç yoktu. Birtakım araçlar gördük ama onlarda genelde resmi araçlardı. Vatandaşın bindiği otomobiller yok denecek kadar azdı. Sebebini merak ettik, sorduk. Tercüman bize, bir İspanyol vasıtaya arabaya kendisini bir yerden bir yere götürecek bir araç olarak bakar. Onlar için aracın markasını modelini bir önemi yoktur. Birikimini tasarrufunu yılda en az iki kez lüks bir tatil için ve haftada en az üç kez dışarda yemek yemeye harcar. Tüm birikimini günlük yaşantısına, eğlencesine, eğitimine harcadıklarını söyledi. Bu gerçekten bizim yabancısı olduğumuz bir düşünce sitiliydi. Bizim ülkemizde insanlar bir ev alabilmek için gençliğinin baharında yüklü kredinin altına giriyorlar. Ömürleri boyunca yaşlandıklarında kullanabilecekleri bir ev sahibi oluyorlar. Hani bir söz var ya dünyada mekân ahirette iman aslında bu söz tam tersi dünyada ahirette mekân gerekiyor.

Y.B-Programımızın sonuna gelirken siz bu toplumun ticaretin içerisinde aktif olarak bulunuyorsunuz. Yeni iş kurmak isteyenlere, ticaret yapmak isteyenlere ticareti yapıp başaramayanlara, bir tüccar olarak ne tarif edersiniz? Başarının temelinde sizce neler yatıyor?

Ş.T- Ticaretle ilgili şunu söyleyebilirim yaptığınız işi, ne iş yapıyorsanız çok iyi bilmeniz gerekir. Yarım yamalak yaptığınız hiçbir işte başarılı olamazsınız özellikle ticaretle ilgili uğraşanlar için şunu söyleyebilirim gerçekten öz sermayeniz yoksa borçla girdiğiniz her işte batmak kaçınılmazdır. Çünkü şöyle bir sıkıntımız var biz iş yerinde sattığımız maldan gelen parayı kendimizin sanıyorsak, batıyoruz. Halbuki o malın %10'luk ya da 5’lik bir kısmı kardır. Siz o malı sattığınız da geriye tekrar mal almanız gerekecek. Ama bunun yerine ben bugün bu kadar ciro yaptım deyip o parayı harcıyorsanız, batarsınız. Sizin 1000 liralık bir sermayeniz varsa bu 1000 lirayla 3000 liralık bir işi çevirebilirsiniz. Bu 1000 liralık sermayeyle 20.000 liralık işi çevirmeye kalktığınızda riskli işler yapmak zorunda kalıyorsunuz sonra iş sıkıntıya giriyor.

Y.B- Teknik bir şeyden bahsettiniz ticaretin tekniğini anlattığınız bir de anlayışa geldiğimizde sözünü tutmak, işi doğru yapmak, zamanında iş yapmak meselesinde bir sorun yaşıyor muyuz?

Ş.T- Eskiden söz senet diye bir laf vardı. Ticarette böyle denildi ancak bunun ticaretle bir alakası yok bu Müslümanlıkla alakalı bir sözdür. Bir söz verdiyseniz bunun bir yerde yazılı olması gerekmez söz ağzınızdan çıktıysa bunu yerine getirmeniz gerekir ticaretle ilgili söyleyeceğin çok beğendiğim bir Yahudi atasözünde var. “Kar devamdadır.” denilmekte yani siz müşteriye bir malı satabilirsiniz. Bunu müşteriyi kandırarak da yapabilirsiniz ama bu kar değildir. Kar, müşteri size ikinci kez, üçüncü kez geldiğinde olur.

Y.B-Yani önemli olan ne kadar büyük paralara satıldığı ya da vurgun yapmak denilen bir kavram var bu değil tamamen satışı, müşteriyi devamlılıkta tutabilmek ve en önemlisi işi devamlı kılabilmek. Şadi Bey çok teşekkür ederiz işlerinizde başarılar kolaylıklar dileriz. Bu şehrin kültür, sanat ve siyasi yaşamına katkılarınızdan dolayı sizleri ayrıca teşekkür ederiz.

Ş.T- Ben teşekkür ederim. Sait Tanış Kültür Merkezini yaparken şöyle bir amacım vardı. Benim bu şehre bir borcum var, ben bu şehirde doğdum, beni bu şehir büyüttü. Beni bu şehir okuttu, bu şehirde ekmek yiyorum. Çoluğumu çocuğumu bu şehirden elde ettiğim kazançla büyüttüm. Elimizde de böyle bir imkân varken bunu bu şehrin insanlarını sunmak tüm hedefimdi. Umarım bu şehrin diğer insanlarına da bu davranışım örnek olmuştur. Umarım bu şehrin diğer insanları da imkânlarını bu şehir için sunarlar.

Editör: Haber Merkezi