Karapürçek Belediye Başkanı Orhan Yıldırım:
“NİYET HAYIR OLUNCA AKIBET DE HAYIR OLUR”

“Yahya Bakır’a konuşan Karapürçek Belediye Başkanı Orhan Yıldırım “Her zaman bulunduğum koşulları, halka ve mensubu olduğum siyasi kuruluşa yaraşır şekilde değerlendirmeye çalıştım, akabinde iyi sonuçlar elde ettim. En önemlisi de niyet hayır olunca akıbet de hayır olur.” dedi.

----

Yahya Bakır- Orhan Yıldırım'ın çocukluk ve gençlik yıllarını öğrenmek istiyoruz?

Orhan Yıldırım- On çocuklu bir ailenin en küçüğüyüm. Karapürçek'te doğdum, çocukluğum Karapürçek’te geçti, ilkokulu orada okudum. İlkokuldan sonra ilçeden çıktım. İlkokul ikinci sınıfta babamı kaybettim, onu kaybettikten sonra ailemiz için zorluklar başladı. Annem büyük bir gayretle beni okutmanın derdine düştü, çok emek sarf etti. Ben de her zaman onun emeklerinin karşılığını vermeye çalıştım. İlkokulu bitirdikten sonra bir yıl yatılı Kur’an kursunda kaldım, hayatımın dönüm noktasını orada yaşadım. Kursumuza diyanetin görevlendirmesiyle Eyüp Çakmak adında bir hoca geldi. Kursa gelip giderken bizi gözlemlemiş, ezberimizin çok kuvvetli olduğunu görmüş, bizi 1975 yılında İstanbul'a gönderdi. O tarihten sonra hayatım değişti. O günkü şartlarda okuyacak imkânımız yoktu, hocam sayesinde okuma imkânına eriştim. Hocamız bizi Balat’a babasının evine götürdü, misafir etti. Daha sonra İsmail Ağa Camii’sinde Fatih Çarşamba'da bir hocaya teslim etti, orada üç yıl okudum, hafız oldum. Sonrasında Zeytinburnu İmam Hatip’e kaydımı yaptım ve ortaokulu orada bitirdim. 1980 ihtilali ile birlikte Sakarya İmam Hatip Lisesi’ne geldim, okulu tamamladıktan sonra Hacettepe Sosyoloji Bölümünü kazandım. Üçüncü sınıfta yatay geçişle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’ne geçip oradan mezun oldum.

----

Y.B- Felsefe grubu öğretmenlik serüveniniz nasıl başladı?

O.Y- Felsefe grubu öğretmenlik hayatım Isparta Lisesi ile başladı sonrasında doğu görevimi Arpaçay Lisesi’nde yaptım. Akyazı İmam Hatip Lisesi’nde mola diye tabir ettiğim bir süre de görevde bulundum. Sonrasında Karapürçek’e geldim orada bir süre görev yaptıktan sonra Mithatpaşa Anadolu Lisesi’nde 4,5 sene görev yaptım. Son olarak da Anadolu Endüstri Teknik Meslek Lisesi’ne geçtim. 5-6 ay orada görev yaptıktan sonra öğretmenlik serüvenim sona erdi.

Y.B- Üniversite eğitiminiz için Sosyoloji Bölümü’nü tercih etme sebebiniz neydi?

O.Y- Sosyoloji bölümünü arkadaşımla birlikte tercih ettik. Tüm arkadaşlar olarak İmam Hatip Lisesi mezunuyduk ve hepsi İlahiyat Bölümü okudu. Sadece ben ve o arkadaşım Sosyoloji Bölümü’nü tercih ettik. Sosyoloji öğretmenimizi çok seviyorduk, sosyolojiyle de ilgiliydik bu yüzden iki arkadaş aynı üniversitenin aynı bölümünü kazandık. Bulunduğumuz arkadaş çevresi bizi başka ideallerin peşinden gitmeye teşvik etti gerek çevremiz gerek o günkü şartlar altında çoğu alanlarda boşluklar olduğu yönünde muhafazakâr kesimlerin de bu boşlukları doldurmaları adına telkinler alıyorduk. Bizden büyük ve üst sınıflardaki abilerimizi dinliyorduk bu sayede kafamızda idealler oluşuyordu, boş ve eksik bölümlerdeki yerleri milli ve manevi değerleri yüksek öğrencilerin doldurmaları gerektiğine dair kanaat oluşturuyorduk. Biz de bu kanaatin peşinden giderek Felsefe Grubu Öğretmenliğini tercih ettik. Üniversiteye başladığımızda sınıfta herkes sırayla kendini tanıtıyordu. Biz de arkadaşımla birlikte en arkada oturuyorduk, sıra bize gelinceye kadar İmam Hatip mezunuyum, diyen kimse yoktu. Sıra bize geldiğinde ayağa kalktım ve “Sakarya İmam Hatip Lisesi mezunuyum.” dedim. Tüm amfi dönüp bize baktı, kendimizi çok garip hissettik. Ders bittikten sonra servis otobüsüne bindiğimizde tüm öğrenciler başımızda toplandı ve bize, “Siz bu bölümü seçerken yanlış tercih mi yaptınız, tercih hatasından dolayı mı bu bölüme geldiniz?” diye sorular sormaya başladılar. Halbuki biz bu bölümü bile isteye seçmiştik ve okumaktan da çok memnunduk.

----

Y.B- Farklı kesimler arasında oluşan önyargıları kırmak zor mudur?

O.Y- Ön yargıları kırmak kesinlikle çok zordur. Özellikle klişeleşmiş önyargıları ortadan kaldırmak lazım. Son zamanlarda ön yargılar konusunda büyük bir mesafe alındığını görüyorum ancak daha da iyi sonuçlar elde etmeliyiz. Geçmişe baktığımızda daha keskin çizgiler mevcuttu. Eğitim sürecim boyunca çok fazla cepheleşmeye, ötekileştirmeye şahit oldum. Üniversitede ibadet edeceğimiz mekanlar yoktu. Namaz kılmak için hademelerin temizlik malzemeleri koyduğu küçük odaları kullanıyor, oralarda namaz kılabiliyorduk, şu an bütün üniversitelerin ibadet alanları mevcut.

Y.B- Siyasete girişiniz nasıl gerçekleşti?

O.Y- İlkokuldan sonra Karapürçek’ten ayrılmıştım ve ilçeye dönüşüm öğretmenliğimle birlikte olmuştu. Öğretmen olup ilçeye atanana kadar sadece yaz aylarında geliyordum. Hatta 13 sene Adapazarı’nda Tabakhane’de yaşadım. İlçede babadan kalma bir evimiz vardı. Bu evi yıktık, yerine yeni bir ev yaptık ve tayinimi de kendi ilçeme aldırdım. O sırada 1999 seçimleri yaklaşıyordu. İstanbul’dayken de sürekli sosyal faaliyetlerin içerisindeydim. Tepebaşı’nda Necip Fazıl'ın konferansına dahi gittim. Çocukluk yıllarımdan itibaren bu tür faaliyetlerin içerisinde bulundum. İmam Hatiplerde iyi bir organize yapı vardı. Millî görüş çizgisi içerisinde birçok faaliyet yürüttük. Bizim bu ilgimiz çevremiz tarafından da biliniyordu. İlçe teşkilatında bizleri tanıyan, seven dostlarımız araya girdi ve illa seni aday göstereceğiz dediler. İlk başta pek sıcak bakmadım çünkü ilk okul yıllarımda çıktığım bir ilçede artık beni tanıyan kimse yoktu. Vatandaş beni falancanın oğlu olarak biliyordu. Şahsımı, yakından tanıyan kimse yoktu. Bunun seçim için dezavantaj olacağını düşündüm. Arkadaşlarıma “Siz yola çıkın! ben destekçiniz olayım!” desem de dinletemedim, çok ısrar ettiler.

----

Y.B- Aileniz siyasete girme kararınızı nasıl değerlendirdi, olumlu karşıladı mı?

O.Y- Üniversite ikinci sınıfın sonunda evlendim bu yüzden yatay geçiş yaptım. Üniversiteyi evli olarak bitirdim. Eşim Almanya'dan gelmişti. Almanya'da abimin kapı komşusuydu o şekilde bir tanışıklığımız oldu ve hayatlarımızı birleştirdik. Abimin üç tane kızı vardı ve kızları Almanya'da yetiştirmek istemiyordu. Türkiye'ye göndermek istedi. Biz evlendiğimizde bu üç kız çocuğunu da yanımıza aldık ve evlendiğim gün üç çocuğum oldu. Bu kızların hepsi Sakarya İmam Hatip Lise’sini bitirdi, üniversite mezunu oldu. Daha sonra benim de üç çocuğum dünyaya geldi, iki kızım bir oğlum var. Kalabalık bir aileyiz. Bir gün hiç kimseye, aileme dahi sormadan gittim ve istifa ettim. Eşim, ailem çok üzüldü bana sen ne yaptın dediler. Tam rahat edip düzenimizi oturtmuşken ben böyle bir karar almıştım. Bu da ailemi çok etkiledi ancak daha sonra ailemi ikna ettim.

Y.B- Seçim sürecinizi ve adayları değerlendirdiğiniz de o günlerde nasıl bir atmosfer vardı?

O.Y- Fazilet Partisi'nden aday olmuştum ancak Fazilet Partisi’nde seçim kazanacak bir rüzgâr yoktu. Seçime girdiğimde çok hareketli bir ortam vardı. Adaylar çok güçlüydü ve kendilerine güveniyordu. Ben de kendime güveniyordum, çalışıp çabalıyordum ancak çok da bir umudum yoktu. Benim düşüncem, bu bir dava hareketi, aday olmakla bana düşün görevi yerine getirmiş olurum sonrasında tekrar öğretmenliğe geri dönerim düşüncesiydi. Tek istediğim, görevimi yerine getirmek ve görev bana düştüğünde kaçmadan ifa etmekti. O günlerde bütün sorumluluk ve masraflar adaya aitti. O süreçteki çalışmalarda eski Bakanımız rahmetli Cevat Ayhan Bey’in çok büyük katkıları oldu. Depremde vefat eden İlçe Müfettişimiz İsmail Ocak Bey vardı, o da bize çok yardım etti. Broşür bastırmamız gerekiyordu, paramız yoktu. Abdülkadir Dinç Bey’e gittik, bu bir dava hareketi dedik. Broşür konusunda sağ olsun, bizi destekledi. Seçimden olumlu bir beklentimiz yoktu velhasıl seçime girdik. Herkes birbiriyle yarışıyordu. 35 yaşındaydım, diğer adaylara göre yaşım küçüktü. Seçim alanlarında konuşma yaparken rakiplerim yaşımın küçük olmasıyla ilgili yorumlar yapıyordu. Seçimden o kadar ümitsizdim ki kendi bulunduğum okulda oylar sayılıyordu ve seçimden sonra da tekrar okula öğretmen olarak döneceğimi düşünüyordum. Öğretmen arkadaşımla birlikte sonuçları dinlerken sınıflardan sesler geliyordu. CHP, DSP, ANAP, Fazilet derken oylar yarıya kadar geldi. Daha önce 14 oyla seçimi kaybeden bir rakibim vardı. Yanıma geldi ve “Sana hayırlı olsun! Ben eve dinlenmeye gidiyorum. Benim için artık siyaset bitmiştir.” dedi. Öyle deyince “Bu ne diyor, benimle dalga mı geçiyor?” diye düşündüm. Tedirgin olmaya başladım, nasıl olsa öğretmenliğe geri döneceğim diye kalktım ve okuldan ayrıldım. Camiye gittim ve akşam namazına kadar orada kaldım. Sonuçlar belli olunca okulda beni aramışlar, bulamayınca da herkes dağılmış. Eve bir geldim ki, evin önü kaynıyor. Herkes beni bekliyor. Ben hala işin tamam, aldık ama şimdi ne olacak boyutunu düşünüyordum. Sonra aklıma o zamanki Akyazı Belediye Başkanı Recep Yıldırım’ın Karapürçek’e konuşma yapmak için geldiğinde söylediği “Seçimi alırsan, sen Yıldırım, ben Yıldırım buranın bütün işlerini birlikte yaparız.” sözü geldi. Kendi kendime “Tecrübeli bir abimiz var, gideriz ondan işi öğreniriz.” dedim ve biraz daha rahatladım. Siyaset maceram da bu şekilde başladı. 1999 yılında Karapürçek Belediye Başkanı seçildim. 2004 yılında seçimi kaybettim. 2009, 2014,2019 yıllarında üç kez üst üste Karapürçek Belediye Başkanı seçildim ve belediye başkanlığında toplamda 4. dönemimi yürütüyorum.

Y.B- Sizce siyasetin temelini ne oluşturuyor?

O.Y- Siyasetin temelinde bir sonraki dönemi düşünmemek, gelecek dönemin hesabını yapmamak yatıyor. Belediye başkanları bir sonraki dönemi kazanabilir miyim ya da aday olabilir miyim? yerine görev sürecinde, bulunduğum şartları en iyi nasıl değerlendirebilirim, düşüncesiyle hareket ederse gerçek başarı yakalayacaktır. En önemlisi de niyet hayır olunca akıbet de hayır oluyor. Hiçbir zaman siyasette hesap yapmadım. Ankara'ya gidip adaylık peşinde koşmadım, kimseyi aracı yapmadım. Her zaman bulunduğum koşulları, halka ve içinde bulunduğum siyasi kuruluşa yaraşır şekilde değerlendirmeye çalıştım akabinde de iyi sonuçlar elde ettim.

Y.B- Karapürçek’te belediye başkanlığı görevinizi icra ederken en çok nelere dikkat ediyorsunuz?

O.Y- Karapürçek, ikili ilişkilerin özellikle de yüz yüze ilişkilerin çok yoğun olduğu bir ilçedir. Evden adımınızı attığınız an halkın içerisindesiniz. Bir belediye başkanı olarak her zaman halkın size ulaşma imkânı var. Kendi adıma konuşuyorum, 24 saat telefonum açık, vatandaş aradığında ulaşamazsa bile en müsait zamanda geri dönüp vatandaşın derdini dinlemeye, onunla görüşmeye çalışıyoruz. Karapürçek’te göreve başladığımda ilk olarak bir karakter ortaya koydum. Siyasette her zaman aracı olarak görünen eş, dost, akrabanın, siyasete hiçbir zaman karışmayacağını, müdahil olmayacağını söyledim ve bu görüşü Karapürçek’te vatandaşla birlikte uyguladık. Bunu yaparken de ilk olarak en yakınlarımla ve akrabalarımla bir görüşme yaptım. Görüşme esnasında yakınlarıma “Bu ilçede siyaset yapacak kişi benim, ilçede yapılacak işleri vatandaş gelip direkt benden isteyecek.” dedim. Vatandaşa da bir istekleri olduğunda aracı kullanmamalarını, direkt gelip benden istemeleri gerektiğini anlattım. Her zaman bulunduğum koşulları, halka ve mensubu olduğum siyasi kuruluşa yaraşır şekilde değerlendirmeye çalıştım, akabinde iyi sonuçlar elde ettim. En önemlisi de niyet hayır olunca akıbet de hayır olur.

Y.B- Vatandaşlardan gerçekleşmesi mümkün olmayan talepler geldiğinde bunlara nasıl geri çeviriyorsunuz, hayır deme yönteminiz var mı?

O.Y- Bakarız, görüşürüz, hallederiz şeklinde verdiğim cevapları vatandaştan duyabilirsiniz çünkü ben geniş zamanlı konuşurum. Gerçekleşme ihtimali var olan bir durumsa ancak o anda olmuyor ve gerçekleşmesi için bir süreye ihtiyaç duyuluyorsa geniş zamanlı konuşurum. Bunun sebebi de tamamen ileride şartlar elverdiğinde bu talebin gerçekleşecek olmasıdır. Buna karşılık ileride şartlar el verse dahi kesinlikle olmayacak bir durum varsa o an direkt önünü keser ve bu iş olmaz, derim. Karapürçek’te vatandaş benim ne yapıp yapmayacağımı, hangi konularda talepte bulunursa gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilir. Bu anlamda vatandaşla sağlıklı bir iletişim gerçekleştirdik. Vatandaş için olması mümkün işleri zaten yapıyoruz, olmayacak işleri de vatandaşa en güzel şekilde neden olmadığı konusunda uzun uzun anlatıyor, ortak paydada buluşuyoruz. Olmayacak bir işin kapısını açtığımızda başkalarına da bu kapıyı kapatmamamız gerekir, bunu da herkese yapmak mümkün değil. Bu durum yaşanınca siyasi zaaflar ortaya çıkıyor. Bir düşünceyi savunurken önce kendimiz uygulamalıyız. Kendi adıma konuşuyorum Karapürçek Belediyesi’nde göreve başladığım günden beri bu konuda asla taviz vermedim.

Y.B- 2009 yılında Belediye Başkanı seçildiğinizde belediyenin borçları var mıydı?

O.Y- 2009 yılında göreve başladığımda Karapürçek Belediyesi’nin piyasa borçları vardı, devletten aldığı bir borç yoktu. Benim görevde olmadığım süreç aralığında belediyenin dükkanları vardı. O dükkanlar o zaman görevde olan başkan tarafından satıldı çünkü başka türlü durumu yönetme şansı yoktu. 22 dükkânı satarak beş senelik süreci idare ettirdi. Şu anda borçsuz bir belediyeyiz. Sosyal kurumlara, piyasaya, hiçbir yere borcumuz yok. Benim görevde olduğum süreçte ne bir dükkân ne de bir yer satıldı, kredi kullanmadan borçsuz harçsız belediye yönetiyoruz.

Y.B- Sporla yakından ilgilendiğinizi biliyoruz, son dönemlerde özellikle futbol oynuyor musunuz?

O.Y- Pandemi sürecinden önce futbol oynuyordum, bu süreçte ara verdim. Öncesinde halı sahalar da kendi aramızda futbol oynuyorduk. İmam Hatip Lisesi’nde okuduğum için gençlik yıllarımda çok fazla antrenman yapma şansımız olmadı, kendimize uygun koşullar oluşturamadık. Lisanslı olarak Geyvespor’da futbol oynadım sonrasında üniversiteyi kazandım. Üniversite bittikten sonra ilçeye döndüğümde Karapürçekspor'da 4-5 sene amatörde futbol oynadım. Sol ayağım iyidir sol açık oynuyordum yaş ilerledikçe defansa doğru çekildim.

Y.B- Orhan Yıldırım boş zamanlarında neler yapar, kültürel faaliyetleriniz nelerdir?

O.Y- Tarihi dizileri takip ediyorum, alanım itibari ile kitap okumayı seviyorum. Kitap okuma alışkanlığına sahibim. Eğitim hayatım kitap okumakla geçti. Belediye başkanlığı yaptığım süre zarfında kitap okumaya pek fazla fırsat bulamıyorum. Küçük kızım tam bir kitap kurdudur. Kızımın tavsiye ettiği kitapları okuyorum en son Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabını kızımın tavsiyesi üzerine okudum. Daha sonra İsmet Özel'in Üç Zor Mesele eserini bitirdim. Roman türünden daha ziyade Necip Fazıl gibi fikir adamlarını okumayı tercih ediyorum.

Y.B- Sosyoloji okumanızın siyaset yönetimine katkıları olduğunu düşünüyor musunuz?

O.Y- Sosyolojinin siyasete oldukça büyük katkıları olduğunu düşünüyorum. Toplumu, insanı, toplum psikolojisini anlama doğrultusunda sosyoloji eğitimimin büyük bir payı var. Sosyoloji okurken aldığımız dersler de bu yöndeydi. Teoride öğrendiğim tüm bilgileri belediye başkanlığı sürecinde uygulamalı olarak pekiştirdim. Toplumun ve vatandaşın yaşadığı her olay direkt olarak bizleri etkiliyor. Örnek vereyim, iki aile kavga ettiğinde, ekonomik problemler yaşandığında olayın içindeyiz. Kısacası belediye başkanlarının toplumda olmadığı hiçbir alan yok, onun için toplumu iyi tanımak, vatandaşın eğitim ve kültür seviyelerine göre hareket etmek, belirli bir tavır koymak konusunda aldığım eğitimle birebir ilişkilidir.

Y.B- Gelecek vadede siyasetle ilgili düşünceleriniz nelerdir?

O.Y- Hiçbir zaman siyasette uzun vadeli düşünmedim. Görev sürecimde aldığım görevleri en iyi nasıl yönetebilirsem o şekilde davranmaya emek verdim.  Zihnimde hiçbir zaman bundan sonra ne olur? gibi bir düşünce yer almadı. Nasıl ki beşikten mezara kadar ilim öğrenilmesi gerekiyorsa, biz de aynı şekilde bir davanın, bir hareketin içerisinde ölünceye kadar bu davanın tüm faaliyetlerine hizmet etmeliyiz. Bu sadece davanın içerisinde aktif olarak bulunacağız anlamına gelmiyor, emekli oluruz, davaya gönül desteği veririz. Bu da büyük bir emektir. Siyasi işlerden ölünceye kadar sorumluyuz, görevim bitti, bundan sonra kenara çekileyim diyemeyiz. İleride etliye sütlüye karışmayan bir tutumumu hiçbir zaman sergilemeyeceğim.

Y.B- Günümüz gençlerine baktığımızda çoğu genç bir şeylere kolay ulaşmak istiyor. Sizin anlattığınız olgulara baktığımızda da hayatın büyük mücadeleler ederek kazanıldığını anlıyoruz bu anlamda bir şeylere ulaşmanın ne tür emekler ve gayretler gerektirdiğini düşünüyorsunuz?

O.Y- Çocukluğumuzun geçtiği 1960 ve 1970 arası süreç gerçekten zorlukların hâkim olduğu yıllardı. Ekonominin kötü olduğu hayatın zor şartlarda idame edildiği sağ sol çatışmalarının ve kaosun hüküm sürdüğü dönemlerde büyüdük. Tırnaklarımızla kazıya kazıya bir yerlere geldik. Şimdiki nesil birçok şeyi hazır buldu.  Bunda ailelerin payı var. Aileler “Ben çektim, çoluk çocuğum çekmesin.” Şeklinde düşünüyor. Bu düşünceye hâkim aileler, çocukları küçükken onlara sorumluluk vermeyen her şeyin bir bedeli ve karşılığı olduğunu çocuğa işleyemeyen ebeveynlerdir ve çocuklarına daha çok korumacı yaklaşıyor. Bu da çocukların ileride kolaycı bireyler olmasına sebep oluyor. Bazı gençlerin zihninde kısa yoldan zengin olmak yatıyor, aklındakiyle gerçeklerin örtüşmediğine bile bile bu isteklerin peşinden gidiyorlar, bu durumun büyük bir çoğunluğu aileler tarafından sağlanıyor. Çocuklara hedefler koyarken küçük küçük ilerlenmesi öğretilmeli, küçük hedefleri dahi yerine getirmeyen çocuklara büyük hedefler göstermek onların bocalamalarına sebebiyet vermektir. Öğretmenlik yıllarımda öğrencilerime ne olmak istediklerini ne hedeflediklerini sorduğumda hepsi yüksek hedefler söylüyordu ancak derslerine baktığımda hiçbir gayretleri olmadığını görüyordum. Alın teri, emek olmadan zamandan, keyiften, tasarruf etmeden, bedel ödemeden bir sonucun kazanılmayacağı daha küçük yaşlardayken öğrenilmelidir.

Y.B- Siyasete katılmak isteyen genç arkadaşlar için neler önerirsiniz?

O.Y- Siyaset yapacak kişiler öncelikle siyaset yapacağı toplumu çok iyi tanımalı ve analiz edebilmeli. Vatandaşı tanımadan toplumun isteklerine cevap veremezsiniz, bir dönem gelirsiniz ve gidersiniz ancak toplumu iyi analiz edip önceliklerini belirlerseniz vatandaş bunu uzun vadede görür ve tekrar talep eder. Siyasetçiler hiçbir zaman herkesi memnun edemez. Elbette toplumun bir köşesinde sizin yaptığınız işlerden memnun olmayan bir kısım olacaktır. Yine de uzun vadede o insanlar dahi sizin hakkınızı veriyor. Çizginizde bir sapma olmazsa, tutarlı davranırsanız siyasette kalıcı olursunuz.

Y.B- Kalan üç yıllık görev sürecinde Karapürçek için hayalleriniz nelerdir?

O.Y- Karapürçek, güneyde, üçte ikisi orman, gölü, denizi olmayan küçük bir ilçe ve çok büyük ekonomik hareketliliklerin yaşandığı bir bölge değil. %90 fındık tarımı ile ilgilenen bir ilçeyiz. Göreve ilk geldiğimizde gençlerimizin ilçeden göç vermemesi adına tespitler yaptık, bu tespitler çok doğru tespitlerdi bu yüzden ilk olarak sanayiyi hallettik. Sanayi alanları oluşturduk. Fabrikalar kurduk, genç nüfusumuz artık göç vermiyor aksine göç alıyoruz. Tüm çalışmalarımızı yaparken adım adım ilerledik. Altyapı ile ilgili içme suyu, doğalgaz ve kanalizasyon çalışmaları gerçekleştirdik. Merkezimizde altyapısı ve asfaltı olmayan hiçbir yer yok. Kalan üç yıllık süreç için Adapazarı'ndan Karapürçek’e kadar olan merkez yolun genişletilmesi üzerine çalışmalar yapacağız. İlçe kongresinde Milletvekillerimizle, Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem Yüce’yle görüştük. Yeni ihaleler başladığında yolumuz tamamlanacak. Kalan süreç için asıl amacım ilçede kalan iki mahallenin yollarını genişletip ilçe sınırları içerisinde yol problemi bırakmamak. Sonrası için de Karapürçek’i daha güzel bir hale getirmek istiyoruz. Kaldırımları yapılacak, buna ek olarak kültürel faaliyetler gerçekleştirecek. Kaymakam Bey’le birlikte yeni bir kütüphane ve gençlik merkezi yapıyoruz. Büyük işleri bitirdik, sosyal alanlara yöneleceğiz. Bundan sonrası için Karapürçek'in önü açık.

Y.B- Başkanım çok teşekkür ediyoruz.

O.Y- Ben teşekkür ederim.

Editör: Haber Merkezi