Yahya Bakır’a konuşan Sakarya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Savaşan “gençlere hedefli olmayı öneriyorum, bir hedef koymak ve bu hedef doğrultusunda ilerlemek, çaba sarf etmek önemli. Hedefler revize edilebilir ancak en başta koyduğunuz hedef her zaman size destek olacaktır. İyi bir organizasyonla her şeyi hayata sığdırmak mümkün.” dedi.

Yahya Bakır: Çocukluk ve gençlik yıllarınızı anlatır mısınız?

Fatih Savaşan: 1971 Tokat doğumluyum. 1969 yılında köyden Tokat merkeze yerleştik, ilerleyen yıllarda şehir büyüdükçe yeni yerleşim yerleri oluştu. Biz de haliyle görece merkezde yer alan bir muhitte yetiştik. Orta halli bir ailede doğdum, büyüdüm. Dört kardeşiz, bir abim ve benden küçük iki kız kardeşim var. Dört çocuk babasıyım.

Y.B- İlkokul yıllarınız ve o dönemki koşullar nasıldı?

F.S- 1970’lerin ikinci yarısından bahsediyoruz. Tokat eski zamanlardan beri eğitime görece önem veren illerden. Tokat, bürokrasi, siyaset ve ticari alana çok sayıda kişi yetiştirmiştir. İlkokulun ilk üç sınıfını o dönemde oldukça iyi bir ilkokul olan Ülkü İlkokulu’nda okudum. Dört ve beşinci sınıfları yetiştirme yurdunda kalan arkadaşlarımızın ağırlıklı olduğu Yeşilbağ İlkokulunda okudum. Duruşuyla, konuşmalarıyla bizleri etkileyen, örnek teşkil eden öğretmenlerimiz vardı. Son yıllarda çok sık olmasa da önceki dönemlerde öğretmenlerimizle görüşüyordum. Arife Melek ve daha önceki öğretmenim Turgut Şahin Hocalarımızın ve diğer hocalarımızın sadece benim değil, diğer arkadaşlarımızın da başarılarından gurur duyduklarını biliyorum. İlkokul öğretmenlerimizle kurduğumuz irtibatlar ortaokul ve lise öğretmenlerine göre biraz geride kaldı. Bu benim bir eksikliğim.

Y.B- Ortaokul ve lise yıllarınız nasıldı?

F.S- Ortaokulu ve liseyi Tokat İmam Hatip’te okudum. Çoğu akrabam İmam Hatip okulunda okuyordu ve doğal bir seyir içinde ben de İmam Hatip okuluna başladım. Şu anda bulunduğum konum itibari ile okullar arasında ayrım yapmam çok doğru değil ancak kabul etmek gerekir ki İmam Hatipler kurulduğu yıllardan itibaren hem milletin nezdinde hem de tırnak içinde bazı çevreler nezdinde farklı konumlara oturtulmuş bir okul türüdür. Bunu söylemekte bir beis yok. İmam hatip okullarına karşı reaksiyoner bir tavır geliştirildiği de herkesin malumu. Daha önce ÖNDER’in de bir yayınına konuşurken söylemiştim. O dönemde İmam hatipli olmak kişinin anında büyümesi anlamına geliyordu, küçük yaşlarda büyük misyonlar yükleniyorduk. Benim dönemimde Tokat İmam Hatip Ortaokulu ve İmam Hatip Lisesi, diğer imam hatipler gibi misyon yüklenmiş ve bu misyonu taşımaya çalışan hoca ve öğrenci profili ile öne çıkıyordu. Derslerde başarıyı önemseyen, bir yandan da edebe vurgu yapan, hayatın içinde olmaya daha çok vurgu yapan bir ortamda, öğrencilerin bazı konuları içselleştirip, bunlarla da yetinmeyip üzerine koymasını bekleyen bir ortamda misyonu ne kadar taşıyabildik bilemem. Bu misyonu diğer insanlara da taşımamız bekleniyordu. Sadece sözüyle değil tavrıyla, duruşuyla da gıpta ile baktığımız hocalarımız vardı. Tüm bunlar bizim için bir şanstı.

Y.B- Üniversite yıllarınız nasıldı. Bölümünüz, tercih ettiğiniz bir bölümüydü?

F.S- 1988 yılına geldiğimizde o dönemde var olan Ezher takıntısı beni de etkiledi. Ezher’de eğitim görmenin, İmam Hatibin tamamlayıcı etkisi olduğu düşünülüyordu. Biraz başarılı ve iddialıysan oraya gitmelisin, gidebilirsin, algısı vardı. Ben de o dönemde bundan etkilenmiştim. Bu yönde hareket ediyorken rahmetli babam, bir arkadaşımla beraber bizi dershaneye kaydettirdi. Dershaneye kaydolunca haliyle bir rotaya girmiş oldum. Yine o dönemde İmam hatiplerde moda, siyasal hukuk tercihi idi. Nasipte İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi varmış.

Y.B- Nasıl bir üniversite hayatı geçirdiniz. Hayatımın dönüm noktası dediğiniz mihenk taşlarınız var mı?

F.S- Üniversite benim için lise yıllarında yüklendiği misyonun devamı niteliğindeydi. İstanbul başlı başına bir okul. Üniversite dendiğinde Türkiye’de hala üniversite imajını oluşturan yer İstanbul Üniversitesi’dir. Özellikle Beyazıt Kampüsü girişidir. İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesinin merkez kampüste olması ve tarihi bir binada ders görüyor olmamız o havayı teneffüs etmemiz önemliydi. Aile yapım, lisede aldığım eğitim, aktif olduğum STK’lar hayatımın gidişatını belirledi. Tokat’ta ne yapıyorsam yaptıklarımın muadilini belki bir üst düzeyde İstanbul’da da gerçekleştirmeye çalıştım.

Y.B- Aksiyoner bir öğrenci miydiniz?

F.S- Duruş itibari ile biraz daha sakin görünüyorum ancak kendi çapımda aksiyoner bir öğrenciydim. İçinde bulunduğum mecralar biraz daha kendini aşman gereken yerlerdi bu yüzden yeri geldiğinde kültürel-sosyal aktivitelerde bulunup aksiyoner bir öğrenciydim. Neredeyse her akşamımız koltuk altımızda bir ajanda etkinlikler peşindeydik. Kendi içerimizde öğrenciler olarak toplantılarımız etkinliklerimiz oluyordu.

İlim yayma yurdunda kalmak İstanbul’un nimetlerinden faydalanmamız açısından ekstra imkanlar sundu çünkü ortam tam istenilen bir ortamdı, birçok yazar ve kanaat önderi gelirdi gerek medrese odalarında gerekse yurdun odalarında insanların tanışmak, görüşmek, dinlemek istediğimiz kişilerle sohbet etme fırsatımız olurdu.

Y.B- O yıllara bakıldığında keşke şunu da yapsaydım, dediğiniz şeyler var mı?

F.S- Geri dönüp baktığında keşke şunu da yapsaydım, dediğim durumlar oluyor. Mesela yurtdışına gittiğimde derslere biraz daha önem vermeliydim. Sosyal kültürel ve ideolojik faaliyetlerden dolayı derse girdiğimizde bir şeyler oluyor ve biz orada bulunamıyoruz diye düşünüyorduk. Diğer bir yandan da dil öğrenimine biraz daha önem verebilirdik. Keşkeler hayatta hiçbir zaman bitmez, bütün çabamız belirli hedeflere doğru giderken mutlu olmak, bu anlamda da keşkeleri en az da indirmek olmalıdır.

Y.B- Geçmiş tecrübelerinize dayanarak gençlere tavsiyeleriniz neler olur?

F.S- Öncelikle gençlere hedefli olmayı öneriyorum, bir hedef koymak ve bu hedef doğrultusunda ilerlemek, çaba sarf etmek önemli. Hedefler değişebilir, revize edilebilir ancak en başta koyduğunuz hedef size daima destekçi olur. İyi bir organizasyonla her şeyi hayata sığdırmak mümkün. Gençler zamanı tertip etmeyi, yönetmeyi bilmeli. Kendilerini akıntıya bırakmamalı.

Y.B- Yurtdışına gidişiniz nasıl oldu. Amerika’ya gitmek size neler kattı?

F.S- Lisede okuduğum bir kitabın arkasında yazarın hayatı, tecrübeleri ve yurtdışı deneyimlerini okudum. Bu yazıyı okuduğumda “Amerika Birleşik Devletleri’nde nasıl olunur, oraya nasıl gidilir, bu insanlar bunu nasıl yapmış?” diye aklımdan geçirdiğimi hatırlıyorum. Bir yandan da üniversite yıllarımızda akademisyenliği çok önemsiyorduk ancak akademisyen olma yolları biraz tıkalıydı. Üniversite üçüncü sınıftayken yeni üniversiteler açıldı ve yurtdışı sınavları yapılmaya başladı. Bu güzel bir imkandı ve biz mezun olduğumuzda da yapılır mı diye düşünürken akabinde sınav yapıldı. Mülakatsız ve ÖSYM’nin yaptığı bir sınav olduğu için rahattı da. Bu sınav akademisyenlik ve yurtdışına nasıl gidilirleri birleştiren bir sınavdı, sınava girdim ve başarılı oldum. Böylece benim için yeni bir rota oluşmuş oldu. Sınavlara girmeye devam ederken Sayıştay’ı da kazanmıştım. Sayıştay denetçi yardımcısı olarak iki buçuk ay kadar çalıştım, daha sonra yurtdışı realize edilme aşamasına geldiğinde istifa edip Amerika’ya gittim. İngiltere ve Amerika seçeneğim vardı. İki arkadaşım vardı, biri şu anda rektör, diğeri belediye başkanı, biri İngiltere’de diğeri Amerika’da okuyordu. İkisi de Amerika’ya gitmemi tavsiye etti ve rotam Amerika oldu.

Y.B- Amerika’da ne kadar kaldınız?

F.S- 1995 yılı Şubat ayında gittim. 2002 yılı Ekim ayında Türkiye’ye döndüm. Arada tatillerde de gelip gidiyordum. İlk başta Milli Eğitim dil için altı aylık bir süreç veriyordu, sonrasında yüksek lisans ve doktora olunca haliyle sekiz yıla yakın bir süre Amerika’da bulunma fırsatım oldu. Benim formatımda, formasyonumda bulunan biri için dünyaya açılmak önemliydi. Neresi olursa olsun, sınırlar ötesine geçmek insana katkı sağlıyor. Gittiğin yerden bağımsız olarak farklı bir kültürle temas etmek, evrensel dinamikleri hissetmek, hayattaki farklılıkları görüp tanımak ve bu minvalde yaşamak, insanın ufkunu açıyor. Elbette öğrencilik hedefi ile gidip belirli bir çalışmayı tamamlayıp, unvan almak üzere gidiyorsun ancak yine de sosyal hayata ve iş hayatına entegre olabildiğin kadar olmak yeni bakış açıları kazandırıyor.

Y.B- İslam Ekonomisinin bir ülke için kazanımları nelerdir? İslam Ekonomisini uygulamak, faizden kurtulmak mümkün mü?

F.S- Bu sorunun içerdiği “acaba faizsiz sistem mümkün mü?” zihni engelini aştığımızda işlerin kolaylaşacağı kanısındayım. Ben faizin bir mecburiyet olarak görülmesinin acı bir durum olduğunu düşünüyorum. İnsanoğlunun özellikle sermaye temerküzü peşinde koşan kısmının bize dayattığı bir olgu. Evet, faizle çalışan bir kapitalist sistem cari ve dünyada egemen. Ancak bunun olmazsa olmaz olarak görülmemesi çok önemli bir aşamadır. İslam ekonomisi ve Finansı eğitimi bakımından Türkiye tıpkı finans ve bankacılık da olduğu gibi büyük bir gecikme yaşadı. Bu en az 30-40 yıllık bir gecikme. 2012 yılında İngiltere’ye Durham Üniversitesi’ne giden bir arkadaşımızın bulunduğu bir ortamda odada konuşurken “İslam Ekonomisi ve Finansı Yüksek Lisansı ve Doktorası İngiltere’de var da bizde neden yok, olur mu, olmaz mı? Bir önerelim” dedik. Böylece Sakarya Üniversitesi olarak İslam Ekonomisi ve Finans Yüksek Lisans programını Türkiye’de ilk açan üniversite olduk. O günden bu yana çok sayıda çalıştay yapıldı. Kitaplar yayınlandı, vasıflı araştırma görevlilerimiz var, güzel ve başarılı tezler yazdılar. Faizin olmadığı, daha üretim aşamasında dağılımda adaleti de garanti altına alan ve krizlere daha dayanıklı bir sistem mümkün. Çünkü faizin olmaması hem ekonomik büyümedeki istikrarı temin edecek bir mekanizmadır hem de diğer unsurlarla birlikte daha üretim organizasyonu içerisinde iken sonuçların daha adil olmasını da temin edecek bir sistemdir konuştuğumuz. Sermayenin dağılımında çok büyük adaletsizlikler var, bunun reçetesi İslam Ekonomisi kavramı ile terminolojiye girmiş sistemi ve kurumları ihya ve inşa etmektir. İnsanoğlunun teorik ve pratik birikim ve tecrübesini yansıtacak yeni enstrümanlar bularak zenginliği insanlara eşit şekilde sunmak mümkündür.

Y.B- Fatih Savaşan’ın bir günü nasıl geçer, neler okur, neler izler?

F.S- Keşkelerimden birisi bu olabilir, çok hobisi olan biri değilim. Benim hobim mümkün olduğunca bulabildiğim kadar güzel filmler izlemek. Diriliş, Kuruluş ve Uyanış dizileri bu aralar dikkatimi çekiyor. Haricinde dizilerden uzak durmaya çalışıyorum. Genelde macera tarihi dokusu olan filmleri izlemeyi tercih ediyorum. Radyo sinema ve televizyon dediğimiz kültürü oluşturan ekosistem son yıllardaki gelişmeleri takdirle karşılamakla birlikte ortalama Anadolu insanını temsil etmiyor, yerlilik anlamında bir zayıflık yaşıyoruz. Bu kısım telafi edildikçe biz özellikle eğitim kurumlarına düşen bu görsel sanatları, daha bizden unsurlarla dahil olmaya önem göstermeliyiz. Biz de inşallah Sanat Tasarım Mimarlık Fakültesi özellikle İletişim Fakültesi bünyesinde bahsettiğimiz yönde yol alabileceğimiz yeni atılımlar peşindeyiz. Tüm bunların Sakarya’ya da katkısı olacağını düşünüyorum. Hala resim yapabilir miyim, düşüncesi kafamda ileride belki bir atölyem olur, biraz ders alıp çaktırmadan denemeler yapıp kabiliyetli olduğumu varsayarak belki güzel bir şeyler yapabilirim. Lisedeyken Duvar Gazetesi, üniversitedeyken Milli Gençlik Vakfı bünyesinde MGV bültenleri çıkarıyorduk.

Y.B- Önder Genel Başkanı Kamber Bey nasıl birisiydi?

F.S- İki yıl aynı odada kaldık. Hedefli ve idealleri olan arkadaş grubumuzda hedefli arkadaşlarımızdan birisi de Kamber Bey’di. Biraz farklı fraksiyonlar da olsak da o da gayretliydi, ben de gayretliydim. Bizim Vefa’da yurtta belli bir öğrenci grubu olarak değişik STK’larda öncü kişilerdik. Kamber Bey de bu kategorideydi ve daha da hedefliydi. İlim Yayma’da kalmış, dünya sathına yayılmış birçok arkadaşta bunu gördüm. Farklı bir partide, farklı bir fraksiyonda olsa bile insanlar, memlekete katkı, ümmete ve insanlığa katkı anlamında çok gayretlilerdi.

Y.B- Sakarya Üniversitesi Rektörlüğü istediğiniz bir şey miydi?

F.S- İşin doğrusu rektörlüğü istedim değil de baştan biraz yakıştırma ile süreç başlıyor. Bendeki başlangıcı bu şekilde oldu. Bazı arkadaşların bunu düşündüğünü, bana yakıştırdığını duydum. Milli Savunma Üniversitesi rektör yardımcılığı görevini önemsiyordum ama arkadaşların teşvik ve desteği ile rektörlük adaylık sürecine dahil oldum. Atama sonrası bazı değerlendirmelerde sürpriz atama diye geçti ancak sürpriz değildi. Biraz sondajlama yapılsa “Sakarya Üniversitesi Rektörü kim olabilir?” diye bakılsa muhtemelen benim ismimle de karşılaşılacaktı. Bu yüzden basın mensubu arkadaşlarla bir araya geldiğimizde bu serzenişte de bulundum. İdari görevlerde bulundum. Uşak’tayken Dekan Yardımcılığı, Bölüm Başkanlığı yaptım. Sakarya’ya geldikten sonra Kaynarca Uygulamalı Bilimler o zaman yüksekokuldu, kurucu müdürlüğünü yaptım. 11 ay kadar. Daha sonra Bölüm Başkanlığı, Sosyal bilimler Enstitüsü Müdürlüğü ardından Milli Savunma Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevinde bulundum. İşin doğrusu ben Sakarya Üniversitesi Rektörlüğü için aday olup olmama konusunda tereddütlüydüm. Aday olmamayı düşünüyordum ve “ben neden aday olmamalıyım” diye konuşurken İstanbul’da bir arkadaşımın “adaysın” deyip hemen faaliyete geçmesiyle aday oldum. Bu yüzden ben hiçbir zaman rektör olacağım, demedim. Yakıştıranlar oldu, bunu daha sonradan fark ettim. Lehte ve aleyhte hareket edenler olmuş, bunları sonradan öğrendim.

Y.B- Sakarya Üniversitesi’ni ileriye taşıyacak projeler nelerdir? Hangi kriterler çerçevesinde bir üniversite başarılı sayılır?

F.S- Üniversite dediğimizde eğitim, araştırma, sosyal yarar ana fonksiyonları var. Sakarya Üniversitesi, Türkiye’deki üniversiteler arasında özgün, saygın, güzel bir konumda. Birçok sıralamalar yapılıyor, bu bahsettiğimiz fonksiyonlara farklı ağırlıklar tahsis ediliyor. Birinde diyelim ki; doktora mezun sayımız çok önemli iken diğerinde sadece genel mezun yerleştirme oranınız etkili, başka birinde dünyada en öndeki 500 kuruluşta kaç mezununuz var istatistiği önem kazanıyor. Dolayısıyla sıralamalarının tamamında, aslında meselenin farklı yerine vurgu yapılıyor. Biz Türkiye’deki genel sıralamamızı olması gereken yere yerleştirmeye çalışıyoruz. Öncelikle Sakarya Üniversitesi olarak potansiyelimizi iyi kullanmamız lazım, olmamız gereken yeri iyi tespit edip ve o yönde ilerlemeliyiz. İkinci olarak da artık herhangi bir üniversitenin her alanda iyi olması söz konusu değil. Dünyanın en iyi üniversiteleri bile her alanda başarı elde edemez. Bazı alanları seçip o alanlarda daha çıktı odaklı gitmek durumundayız. Böyle yaptığımızda genel sıralamamız olması gereken yerler civarında olacak, devamında daha özel çalışmalara odaklanırsak daha güzel sonuçlar elde ederiz. Biz de bu odaklar var. Enerji depolama, siber güvenlik, elektrikli ve hibrit araç teknolojileri, kimyanın farklı alanları buraları önceliyoruz. Sosyal alanlarda da İslam Ekonomisi ve Finansı, Orta Doğu çalışmaları, Osmanlı Araştırmaları ve şimdi yeni olarak arkadaşlarımız gayret içerisinde olduğu Türk Dünyası Araştırmaları atılımlarımız var. Biz öğrencilerimize öncelikle kaliteli bir eğitim vadediyoruz. Sonrasında da öğrencilerimizin farklı hedeflerini destekleyecek bir ekosistemle ilerisini vadediyoruz. +1 modeli, “iş yerim fakültemde”, “sektör dersleri”, “sosyal transkript”, “öğrenci AR-GE uyumu”, “ilgi alanı” gibi birçok proje öğrencilerin hedef tespit etmelerini kolaylaştırıyor ve var olan hedeflerini elde etmelerine destek oluyor. Türkiye’de yükseköğretimin dibe vurduğu tartışmalarına katılmıyorum, yükseköğretim ulaşılabilir oldu. Eğitimin yaygınlaştırılması, yükseköğrenimin ulaşılabilir olması güzel bir şey, bu bizim marka üniversitelerimizin olmasına ve dünyada ilk yüze kalıcı bir şekilde yerleşen üniversitelerimizin olmasına engel değildir. Gençler bizim düşündüğümüz ve töhmet altında bıraktığımız gibi değiller. Daha donanımlı ve daha ufukları açık. Biz kendi eksikliklerimizi çocuklara ve gençlere yansıtıyoruz. Gençlerin harika işler yaptığını görüyorum, bu potansiyelin daha da iyi kullanabilmesi için ortam oluşturma görevi de ailelere, okullara, üniversitelere, STK’lara yani bizlere düşüyor.

 

Editör: Haber Merkezi