YAZARLAR PROTOKOLDE KAÇINCI SIRADA?
Engin Arapoğlu: “İstanbul’a Aşk Mektubu” uzun bir aradan sonra yeniden basıldı. Neden yeni basım için bu kadar beklediniz? 
Cihat Zafer: Daha önce de baskısı yapılabilirdi ama yeni kitaplarla birlikte tekrar gün yüzü görsün istedim. “İstanbul’a Aşk Mektubu” üslubu olan, dili sağlam, Türkçesi zengin bir kitaptır. Bunu benim söylemem yakışıksız, farkındayım. Peki, kitap eleştirmeni var mı Türkiye’de? Kaç kişiler? Kimden maaş alıyorlar? Kültür sanat dergileri, gazetelerin kültür sayfaları ne durumda? Televizyonları hiç saymıyorum. Ekranlarda saat kaçtan sonra, protokolde kaçıncı sırada yazarlar, sanatçılar?

HANGİ KİTAP HANGİ KİTAPÇININ RAFINDA?
Engin Arapoğlu: Bir de yeni kitap var. “Çarşılar Trenler Hatıralar” ilk baskısını yaptı. Kitaplarınız beklediğiniz ilgiyi gördü mü?
Cihat Zafer: Bir banka 11 milyon adet kitap basmış bu yıl, 10 milyonunu satmış. Elbette basılsın o kitaplar, da, koskoca kitap piyasası bankaların, holdinglerin yayın tekeline bırakılmalı mı? Eski kitabevlerinin okuyucuya raflarını açan bağımsız havası kaldı mı? Kültür de elbette bir endüstridir ama bağımsız yayıncılık ortadan kalkarsa sadece küresel bir kültür hegemonyasına mahkûm olmaz mıyız? Batının tröst medyasından gerçeği öğrenebilmeyi beklemek zorunda kalmak gibi bir şey bu. Yeni yazarı, yeni kitabı okuyup eleştirecek, yerli yerine koyacak bir kültür ortamı artık yok. Geçen ay 4 binden fazla farklı kitap yayımlanmış. Kitabın yazarıyla, itibarıyla ters orantılı bir durum bence bu. Kitaplarım ilgi gördü mü sorusuna da cevap vermiş oldum galiba. Kitap ilgi gördü mü? Kitabı gören oldu mu?

SEVDİKLERİMİ YAZDIM. EKMEĞİMDE ONLARIN KOKUSU VAR
Engin Arapoğlu: “Çarşılar Trenler Hatıralar”da hem hatıralar var hem de aslında kültürel eleştiriler. Neden böyle yazıyorsunuz?

Cihat Zafer: “Çarşılar Trenler Hatıralar” bildiğimiz anlamda hatıra değil bir deneme kitabı ama içinde anılar ve tanıklıklar da var. Okurken, yazarken tanıdığım insanlardan, bana yol açanlardan, yol gösterenlerden, Balkanlardan, Mardin’den, Edirne’den, çocukluğumun Ankara’sından, Adapazarı’ndan, gençliğimin İstanbul’undan söz ediyorum. Selahaddin Şimşek (Ş.) ve Selim Gündüzalp gibi ustalarım, Mehmet Akif, Cahit Sıtkı, Sedat Umran, Nazlı Eray, Gürbüz Azak, Ziya Osman ve Necatigil gibi, İsmet Özel, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Attila İlhan, Dağlarca gibi, Selim İleri gibi sevdiğim yazarlar, şairler var kitapta, Samiha Ayverdi, Mithat Cemal, Yahya Kemal de var. Bir tür borç ödeme, vefa demek benim için yazmak. Kimleri okuduysam onları yazdım. Kimler hamurumu yoğurduysa ekmeğimde onların kokusu var. Sevdiklerimi yazdım.

----

 

KENDİMİ BEĞENSEYDİM DAHA ÇOK YAZARDIM
Engin Arapoğlu: Cihat Zafer yazmaya çok genç yaşlarda başlamasına rağmen, yıllar sonra üç kitap yayımladı ve şimdi kitaplarıyla yeniden karşımıza çıkıyor. Geçen sürede gazete yazılarını saymazsak edebi anlamda çok fazla eser üretmediniz. “Durup ince şeyleri anlamaya” vaktiniz mi kalmadı?
Cihat Zafer: Sert ama güzel soru. İnce şeyleri anlamaya vaktim mi kalmadı? Hayır. Vaktimi, ince şeyleri anlamak için durmakla harcadım ben. Elbette çok daha iyi eserler vermeye harcayabilirdim zamanımı. Olmadı. Nerede durduğumu anlatan yazılar yeni kitaplarla geliyor. İlk kitabım “Güneş Bizi Geçemez”in 3. baskısı ve “Mektup Meşgul Çalmaz”ın 2. baskısıyla beraber yeni kitaplarım “Abide-i Gurur Caddesi” ve “Sehiv Secdesi” yakında basılacak. Kendimi beğendiğim anlamı çıkmasın bu cevaptan. Kendimi beğenseydim, daha çok yazardım. Gün geçtikçe daha az yazmak, daha az görünmek, daha az konuşmak istiyorum. “Havada Bulut” olmak istiyorum. Yazan, konuşan ama görünmeyen bir “Aylak Adam”, bir “Lüzumsuz Adam” olmak istiyorum.

HİKAYE BÖYLE SÜRMESİN DİYE MÜCADELE ETTİM
Engin Arapoğlu: Pişmanlık mı duyuyorsunuz? Karamsarlık mı yoksa?  
Cihat Zafer: İtiraf edeyim, ben bir hata yaptım, biraz da mecbur kaldım bu hatayı yapmaya. Hikâye ya da roman yazmadım. Şiir yazmaktan daha doğrusu yazdıklarımı şiir zannetmekten hep uzak durdum. Bırak yazmayı, okumaya utandığım şiirler görüyorum her yerde. Bunu kendime yakıştıramadım. Deneme kolay geldi hikâyeden. Mizacım buymuş. Söyleyip kurtulmak istedim belki. Romana gücüm yetmedi. Sabrım da. Şiir, dediğim gibi bir utanma meselesi. Şair tabiatıyla, hikayeci merakıyla denemeler yazdım. Bir gerçeği de kabul etmem gerekir, kitap yayınlayarak, yazar olarak, edebi eserler üreterek geçinmek mümkün olmadı. Kirayı ödemem gerekiyordu, hem de İstanbul’da. Edebiyat karın doyurmuyor üstelik çay içiriyor diye latife ediyoruz ama ben bu kaba sabalıkla, bu yoksul bırakılmayla da mücadele ettim hep. Dünyayı görmemiş, ülkesinde bile seyahat edecek imkânı yok, efendi gibi giyinemiyor, futbolcu kadar beslenemiyor, şehrin merkezinden uzakta, hayattan uzakta, kıt kanaat yaşayan adamın ne yazmasını bekliyoruz? Dünyayı bilmiyor ki, dünyanın hangi derdine ne çare önerecek? Cemal Süreya’nın mıydı? “Beni her gördüğünde şapkasını çıkarıyor / Fakirliğe saygısından olacak” diyor ya. Böyle mi sürsün bu hikâye? Bu hikâye böyle sürmesin diye mücadele ettim, ediyorum.

----

 

VEFASI OLMAYAN SEVGİSİZ İNSANDIR
Engin Arapoğlu: “Çarşılar Trenler Hatıralar”da anlattığınız Adapazarı’nda son derece nezih mekanlar vardı eskiden. Şemsiyeli Park gibi, Yenicami’deki Asmaaltı Kahvesi gibi, Çark Mesire gibi, yazlık sinemalar gibi… Şimdi milyonlar harcanarak dekore edilen ve ekseriyeti yabancı isimli mekanlar var. Ama biz eskiyi, daha sade mekanları özlüyoruz. O günleri, o mekanları güzel kılan şey geçmişe, gençliğimize duyduğumuz özlem mi yoksa gerçekten başka bir ruhu mu vardı o yerlerin, zamanların?
Cihat Zafer: Nostalji bir hastalıktır. Elbette geçmişi özleriz. Özlem duymak sağlıklıdır ama yarına faydası olmayan bugünün düne hasretlik çekmesi marazidir. Bütün hikâye vefa duygusunda. Sevgi zannediyoruz ama değil, sevgi de vefanın bir şubesi belki de. Değer bilmeyenin vefası olmaz, vefası olmayan sevgisiz insandır. Şehirlerimiz nasıl ucubeye döndü son yüz yılda? Bu kadar şiir, roman, hikâye yazılıyor da neden anı edebiyatı çok kısırdır bizde. Vefa yok, vefa. Herkes kendi olmak, birey olmak, ben olmak, dedirtmek, görünmek, alkışlanmak istiyor. Sonuç, birbirinin kopyası beton suratlı kasaba azmanları, marka tabelalarından ibaret AVM’ler, copy paste ilişkiler, copy paste hayatlar, konuşmalar, her şeye “aynen” diyen milyonlar. Eskiden “Halkımız 300 kelime ile konuşuyor, çok ayıp” diyordu aydınlarımız. Şimdi sadece “aynen” diyor halkımız. Her duruma uyuyor “aynen”. Çarşı yok, dükkân yok, tezgahtar yok, tezgahtar. Satış danışmanı var. Sor, sattığı malın ne olduğunu etiketinden okumuş mudur acaba? Çok yakında, insanların kendi meslekleri hakkında bile gugıla girip bilgi almaya çalışacaklarını göreceğiz.

----


Yazık oldu Uzunçarşı’ya!
Uzunçarşı’nın son halinin içler acısı olduğunu söyleyen Cihat Zafer, “Kartondan cepheler, bön bön bakan, birbirinin tıpatıp aynısı doğramalar, botokslu hatun gülmesi gibi tekdüze vitrinler, tek tip, ciğer kırmızısı, ucuz tenteler, toptan satın alınmış, asker gibi dizilmiş aplik aydınlatmalar, o metalik, soğuk, yeknesak kepenkler. Yazık oldu Uzunçarşı’ya! Şahdı şahbaz oldu Uzunçarşı” ifadelerini kullandı
SAHAFLARDA KPSS HAZIRLIK KİTAPLARI SATILIYOR
Engin Arapoğlu: Başımıza gelenleri biz mi istiyoruz diyorsunuz?
Cihat Zafer: Evet. İtiraz etmediklerimiz kabul ettiklerimizdir. Şemsiyeli Park mesela, bugün orada güzel olan tek şey ağaçların eski ağaçlar olması. Yenicami’deki asma altı kahvesinin üstünden yol geçti. Çark Mesire dilerim Millet Bahçesi adıyla kimliksiz, kişiliksiz bir park, genişçe çimlik bir arazi olup çıkmaz. Ayrıca, Selahaddin Şimşek’le güzeldi asma altındaki bitli kahve, yoksa meraklısı değildik hasır taburelerde, sigara yanığıyla delik örtüleri pis masalarda oturmanın. Selahaddin Ağabeyi, Balzac’la Gazali’yi, Şekspir’le Fuzuli’yi, sinemayla hat sanatını hercümerc ettiği tiradlarda, Markiz’in, Le Bon’un kadife koltuklarında dinlemeyi kim istemezdi ki? Dr. Sadık Canlı ile güzeldi Çark Mesire. Selim Gündüzalp’le bir anlamı vardı Bulvar’ın, manolyaların altında yürümenin, Şemsiyeli Park’ın. Nerede şimdi Enişte’nin Ayranı’ndaki ayranın köpüğü, şekerparesi Hüseyin Amca’nın. Uzunçarşı’da ramazanda kapalı lokantaların önünde iftara kadar satılan tepsi tepsi altın sarısı revaniler nerede? Ne Hurdacı Osman kaldı, ne Radyocu Naim. Uzunçarşı’da, Çakar Lokantası’nın bitişiğinde, duvarın dibinde, oğulları çakmak tamiri yapan Cavit Amca vardı, Gazeteci Cavit, bisikletle evlere, dükkanlara gazete servis ediyordu. Saat tamircisi Orhan Bey vardı hemen karşısında, Avukat Raşit Abasıyanık’ın bürosunun girişinde. Şimdi Orhangazi Kültür Merkezi’nin olduğu yerde tek katlı ahşap bir binada, bir beyefendi vardı, babam tavukları için suda eriyen antibiyotik alırdı tarım ilaçları satan o dükkândan, o zarif adamı ve Türkçesini, ancak eski Yeşilçam filmlerinde köşkün sahibi rolünde görürsünüz artık. Hangisini sayayım? İstanbul için de böyle bu. Sahaflar Çarşısı’nın çıkışında, Beyazıt Camisinin gölgesinde, “Çınarınaltı”nda artık bir bardak çay içmeniz mümkün değil. “Çınarınaltı” Beyazıt demek, “Çınaraltı” derseniz Emirgan’a gidermiş eskiden buluşacağınız arkadaşınız. Sahaflar’da artık Şeyh Muzaffer Ozak yok. Şemsettin Yeşil Hoca yok. Sahaflarda eski eser yerine KPSS hazırlık kitapları satılıyor. Samiha Ayverdi de yok artık, Münevver Ayaşlı da, Hikmet Öğüt de yok, Ali Cağaloğlu da, Haluk Nurbaki de, Ahmet Kabaklı da yok, Faik Baysal da, Sedat Umran da, Bekir Sıtkı Sezgin de, Halit Refiğ de, Tuna Huş da. Hangisini sayayım.

----

 

BİZ, DÜNÜ KAYBETMEDİK ASLINDA, AHİRETİ KAYBETTİK
Engin Arapoğlu: Nerede kaybettik biz bu değerleri?
Cihat Zafer: Anıtsal yapıları, anıtsal ağaçları olmayan yerlerin anıtsal insanları da olmuyor belki. Belki de, o insanları abidevi yapan, hatıralarıydı, anlattıklarıydı, abidevi mekanlarda, asırlık ağaçların gölgesinde konuşuyorlardı. Ortak özellikleri, vefaları, geçmişe saygıları, hatıralarına, hocalarına, büyüklerine duydukları hürmetti. Onları abidevi yapan buydu belki de.

YAZIK OLDU UZUNÇARŞI’YA
Engin Arapoğlu: Uzunçarşı’nın sizin için ayrı bir önemi var. Bildiğiniz gibi burada bir restorasyon çalışması yapıldı. Herkes üstünün açık ya da kapalı olmasını tartıştı ama çarşının ruhundan sizden başka kimse bahsetmedi. Uzunçarşı’da tavuk döneri satılması mı, çarşının üstünün açılması mı yoksa dış cephelerinin birbirinin aynı görüntüye bürünmesi mi ruhunu çekti aldı çarşının?
Cihat Zafer: Sence? Hiç uzatmayacağım Engin. Yazık oldu Uzunçarşı’ya. Kimse de sahip çıkmadı. Ne esnaf, ne gazeteciler. Rahmetli Ünal Ozan’ın iyi niyetle üstünü kapattığı Uzunçarşı’nın son hali içler acısıdır. Kartondan cepheler, bön bön bakan, birbirinin tıpatıp aynısı doğramalar, botokslu hatun gülmesi gibi tekdüze vitrinler, tek tip, ciğer kırmızısı, ucuz tenteler, toptan satın alınmış, asker gibi dizilmiş aplik aydınlatmalar, o metalik, soğuk, yeknesak kepenkler. Anıtlar Kurulu diye bir kurul var, değil mi? Uzunçarşı’ya bakarsan, yok. Sakarya’da, Büyükşehir’i uyaracak, bu cinayete dur diyecek bir Allah’ın kulu STK, bir etkili ses çıkmadı. Esnafın da suçu var. O kadar dükkân, biner lira verseler hem avukatları olurdu, hem marka danışmanları. Hem tanıtım filmleri, belgeseller çekerler, hem aylık alışveriş bültenleri yayınlarlardı. Web siteleri, sosyal medya hesapları var mıdır? Yoktur. Bakmadım ama yoktur mesela, uzunçarşı com tr diye bir siteleri. Ne diyeyim? Yazdım ben bunları. Şimdi yine üstünü kapatmaya çalışacaklar, göreceksiniz. Oysa, dilimde tüy bitti, AVM’lerle rekabet etmenin yolu, yağmuru, güneşi kesmek değildir. Çatısız çarşılar dünyanın her yerinde en pahalı dükkanların olduğu çarşılardır, en ünlü markaların merkez mağazaları AVM’lerde falan değil, çatısız çarşılardadır. Milano’da, Londra’da, Paris’te, NewYork’da böyledir bu. Neymiş Çark Caddesi’yle rekabet edemiyormuş esnaf? AVM’lerle rekabet edemiyormuş. Çark Caddesi’nin üstünü de kapatın o zaman. Niye İstiklal Caddesi’nin üstünü kapatmıyorlar? Uzunçarşı, üç caminin ortasındadır, Orhan Cami, Ağa Cami ve Tozlu Cami. Kilise ihale verse, bir kilisenin çan kulesine benzeyen minareyi ancak öyle görürdük. Maalesef gördük. Nedir o Tozlu Cami faciası? Neden yıktınız arkadaş Orhan Cami’nin bahçe duvarını? Ağa Cami’nin pimapen yağmurluk kısmı hazin değil mi? Şahdı şahbaz oldu Uzunçarşı.

----


YARIN
Selahaddin Şimşek, Selim Gündüzalp ve Dr. Sadık Canlı ile yaşanan hatıralar…
Mehmet Toplar ve Asım Hamdi Arca Eczanesi…
Sait Faik, Faik Baysal ve Kerim Korcan…
Belediyelerin kültür sanat faaliyetleri…
Başkanların performansı…
Ünal Ozan’lı günler…
Adapazarı Ekspresi…

Editör: Haber Merkezi