Yahya Bakır’a konuşan ASKON Sakarya Şube Başkanı Engin Tumbaz “Yirmi yaşından itibaren dünyada kırktan fazla ülkeye gittim. Dünyanın çoğu ülkesinde bulundum. Benim için abilik ve kardeşlik her şeyden önce gelir ve samimiyet her zaman daha önemlidir. Samimiyetim ve çalışma hayatım boyunca kurduğum güven ilişkileri, bu noktaya gelmemde çok büyük katkı sağladı.” dedi.

Yahya Bakır: Çocukluk ve gençlik yıllarınız nasıldı?

Engin Tumbaz: Sakarya doğumluyum. İlkokul üçüncü sınıfa kadar Sakarya’da Sabiha Hanım İlkokulu’nda okudum. Ardından Bursa yıllarımız başladı. İlkokulu ve ortaokulu Bursa’da tamamladım. Daha sonra tekrar Sakarya’ya döndük. Çocukluk ve gençlik yıllarım Sakarya ve Bursa arasında geçti. İkisi de benim memleketimdir ancak Sakarya’nın hem doğduğum yer hem şu anda olduğumuz yer olması itibariyle bende yeri çok farklıdır. Mahalle kültürünü yaşayan son jenerasyonuz. Serdivan’da Esentepe Mahallesi'nde sokakta 40 haneydik. En güzel tarafı da bulunduğumuz yerde bir sokak jargonu vardı. Aslında biz, orada eğitimimizi tamamladık çünkü sokağın belli bir hiyerarşisi vardır. Bu kültür, size haddinizi bildirirken bir yandan da imkân sağlar. Saygıyı orada öğrendik. Bizden sonrada bu kültür kayboldu. Mesela biz mahalle aralarında top oynarken susadığımızda herhangi bir hanenin kapısını çalıp su içerdik. Hepsi bizimdi, hepsi bizim ailemizde. Hangi evde yemek önce pişiyorsa orada yemek yerdik. O yüzden güzel bir çocukluk yaşadım. Mahallemiz, komşuluk kültürünün, akrabalığın önüne geçtiği bir yerdi.

Y.B- Eski zamanlardaki mahalle kültürünü kaybettik değil mi?

E.T- Eski zamanlar cemiyetler mahalle ortasında yapılırdı. Helvalar sabaha yetişsin diye geceden başlardı. Geceden helvanın başında beklerdik. Herhangi bir ihtiyaç olursa biz müdahale edelim, yardım edelim isterdik. Her cemiyet bizim kendi cemiyetimiz gibiydi.

Y.B- Bursa'ya neden gittiniz?

E.T- Babamın işi dolayısıyla Bursa’ya gittik, orada yaklaşık 7-8 sene kadar kaldık. Daha sonra tekrardan geriye dönük. Bursa bu bölgenin en aktif illerinden biridir. Gerek ticari anlamda gerek sanayi anlamında aktif kentlerinden bir tanesidir. Bursa’nın, tarihe yönelişimde büyük katkısı oldu. Tarihe çok ilgi duyarım. Bana göre istikbal göklerde olmakla beraber köklerdedir. Kökümüzü iyi bilirsek istikbale doğru emin adımlarla gidebiliriz. Biz eski Bursa’da oturuyorduk. Yani bugünkü asıl Bursa’daydık. Evimiz Yeşil Cami’nin hemen altındaydı. O atmosferde yetiştik. Bu atmosferle iç içe olduğumuz için de tarihe ilgi duymaya başladım. Osmangazi’yi, Orhangazi araştıralım. Buralar nasıl fethedilmiş? Bu camiyi Çelebi Mehmet nasıl yapmış? Düşünceleri beni araştırmaya itti. Aldığım çoğu kararı geçmişteki insanların kararlarını yorumlayarak almaya çalıştım, bende çok etkili oldu.

Y.B- Bursa’da enteresan bir sır var, bu sır ve maneviyat size sirayet etti mi?

E.T- Şimdi şöyle bir gerçek var. Bursa'nın her sokağında ayrı haz var, özellikle de eski Bursa’da. Bursa artık çok gelişti. Bizim döndüğümüz yıllardan itibaren çok hızlı bir gelişim kat etti ancak eski Bursa’nın her sokağında ruhumuzu okşayan bir hava var. Bu anlamda Bursa bize iyi geldi, diyebilirim.

Y.B- Eğitim hayatınız nasıl devam etti?

E.T- Başarılı bir öğrencilik hayatım vardı. Bursa'da okuduğum yıllarda ilkokul ve ortaokullarda okullar arası bilgi yarışmaları olurdu. Ben tüm bilgi yarışmalarında okulu temsil eden öğrenciydim. Matematiğim iyiydi ancak sosyal bilimlere karşı daha bir ilgiliydim. Oralarda da ciddi başarılar sağladıktan sonra bizim zamanımızda Anadolu Liselerine girmek çok önemliydi. Bursa’da Anadolu ve Fen Lisesi kazandım ancak buraya döndüğümüz için Mithat Paşa Lisesi’nin yabancı dil ağırlıklı bölümüne başladım. 4 yıl burada Mithat Paşa Lisesi’nde okudum. Daha sonra Sakarya Üniversitesi Kimya Bölümü’nü kazandım. O zamanki imkanlar doğrultusunda Sakarya’da eğitimini tamamlamak zorundaydım.

Y.B- Okuduğunuz bölümün şu an yaptığınız işle ilgisi var mı?

E.T- Kimyanın analitik anlamda düşünmeme çok faydası oldu. Kimya bir anabilim dalı, her şeyin temelinde kimya var. Biz daha çok maden ve geri dönüşüm sektörlerinde hizmet ediyoruz. Seperasyon, ayrıştırma üniteleri imal ediyoruz ve kuruyoruz. Tabi ki oradaki maden cevherlerinin, demirin nasıl hareket edeceği, batırın, altının nasıl hareket ettiğini, edeceğini, hangisinin ferromanyetik hangisi diyomanyetik olma konularını kimyaya borçluyuz.

Y.B- Üniversite hayatı sonrasında bir iş hayatınız oldu mu?

E.T- Üniversite birinci sınıftaydım. Bizim zamanımızda okullarda tatiller düzenlenirdi. Üniversite topluca tatil yerlerine götürürdü. Bodruma bir tatil vardı. O sıralar tatile gitmek için maddi imkanlarda kısıtlıydı. Nasıl gideceğim? Ne yapacağız? derken o dönemde Birinci Organize’de fabrikası olduğunu duyduğumuz bir abi vardı ancak onu hiç tanımıyordum. “Abi, ben gelsem, çalışsam, bana bir ay için şu kadar para verir misiniz?” dedim. O da bana “Gel bakalım.” dedi. Pazartesi günü gittim. Bana “Bir ay boyunca dolaş, istediğin parayı vereceğim.” dedi. İstediğim para da asgari ücretin o dönem üçte biri kadar bir paraydı. 3-4 gün geçti. Dolaşıyorum ama sıkılıyorum çünkü hiçbir şey yapmıyorum. Mesela torna tezgahında durayım, frezede durayım, dedim. O sırada da fabrikada İngilizce bilen bir mühendis işten ayrılmış. Güzel bir boşluğa denk geldi. O dönemde benim İngilizcem çok kısıtlıydı. Telefon çalıyor, telefona hiç kimse cevap veremiyordu. Ben konuşayım, dedim. Sadece mail adresi verebildim. Bunlar işverenin kulağına gitmiş. Sanırım bu çocuk bir şeyler yapar, dedi ve bana, “Bir ay daha dur. Sana iki aldığın paranın iki katını vereyim, otel paranı da ödeyeyim” dedi. Ben de kabul ettim. İki ay oldu. Helalleştik, paramızı aldık. 7 günlük tatil paramız ödendi ve gittik. Tatilin ikinci günü telefon çaldı. Şirketin sahibi arıyordu. Nerdesin? Otobüsüne atla, geri gel, dedi. Dönmem iyi olacaktı çünkü okulla birlikte götürebileceğim bir işti. Kısmi çalışmaya izin veriyorlardı ve benim de çalışmam lazımdı. Bir yandan da arkadaşlarımla tatile gelmiştim. İkinci günden onları bırakıp gelmek olmazdı. Nasıl yapalım, ne yapalım diye düşündüm. Arkadaşlara, ben gideyim, dedim. Biraz sitem ettiler ancak o gün döndüm. Yüz elli kişilik fabrikada yüz ellinci kişiydim. Yirmi dört yaşında o yaşa göre organize sanayideki en yetkili insan oldum. Biraz duygusal bir yapıya sahibim. Ustalar bağırıyorlardı, tuvalete gidiyordum. Ağlıyordum, sinirleniyordum, kızıyordum ama işi bırakamıyorum çünkü hayatımı idame ettirebilmem için çalışmam gerekiyordu. Bir de okurken çalışmama müsaade ediyorlardı. Bu işi bırakırsam okulu da bırakmam gerekiyordu. Her seferinde tuvaletten çıkarken daha çok hırslanarak çıktım ve en son yüz elli kişilik fabrikada ilk ikinin içerisindeydim. Birinci kişi de patrondu. Hiç durmadım, denemelerim oldu. Nasıl bir yol izlerim? Ne yaparım? Kendi işimi nasıl kurarım? diye düşündüm. Bir dönem torf denemem oldu. Çok başarılı olmadı. O işten biraz çırak çıktık çünkü tecrübesizdik. Daha sonra kimyager olduğum için boya yapacaktım. Boya imal hatları yaptık, bunu da denedim. Çok başarılı olmadı. Ondan sonra ENG Mineral’i kurdum.

Y.B- Networku önemsiyor musunuz?

ET.- Bana network ve samimiyet kazandırdı. En vurucu noktam, diyaloglarım ve insanlarla olan ilişkilerimdir. Uyumlu olan ve büyük organizasyon kuran şirketler genelde ikili ilişkileri güçlü tutmak isterler ve tutarak da devam ederler. Çalışma hayatımızda bir network oluşturduk. Yirmi yaşından itibaren dünyada kırktan fazla ülkeye gittim. Dünyanın çoğu ülkesinde bulundum. Benim için abilik ve kardeşlik her şeyden önce gelir ve samimiyet her zaman daha önemlidir. Samimiyetim ve çalışma hayatım boyunca kurduğum güven ilişkileri bu noktaya gelmemde çok büyük katkı sağladı. Benim her müşterim arkadaşımdır, her ülkede bir arkadaşım var. Ben öyle görüyorum, onlar da beni öyle görüyor. Her müşterime sadece iş için değil, normal zamanlarda da telefonlaşırım, görüşürüm. Bu arada İngilizceyi de baya geliştirdim, İngilizcenin ekmeğini yiyenlerdenim. Çin bana çok önemli bir şey öğretti. Çin’deyken şunu hayal ediyordum; Burası bir Müslüman ülkesi olsa acaba nasıl camiler yaparlardı? Çünkü öyle insanlar ki sekiz katlı yollar var. Bu kadar hızlı büyümüş, hızlı büyüyen bir toplum aynı zamanda tüketime doğru evrilmeye çalışmış.

Y.B- Çin’de iyiden kötüye doğru giden bir ürün skalası var mı?

E.T- Çin'de üretim yaptırmayan firma yok. Üretim skalasına göre değişen, yani fiyata göre değişen bir kalite endeksi var. İsterseniz çok ucuza, çok kalitesiz ürünler alabilirsiniz. En kalitelisini de pahalı fiyata alabilirsin. Mesela benim bir deneyimim oldu. Orada marketler, otuz dört katlı pasajlar var. Böyle telefonlarda bluetooth ve kızılötesinin ilk yaygın olduğu dönemlerde oradaydım. Dükkâna gittim, dedim ki, telefon alacağım, kasayı seçtim, ondan sonra ana kartını çıkarttı. Kızıl ötesi koyuyor, bluetooth koyuyor, çift sim koyuyor, kapatıyor ve sana veriyor Adamlar bunu iki dakikada yaptı, çok hızlılar. Çin’de insan nüfusu o kadar çok olmasına rağmen insansız üretime geçmeye çalışıyorlar. İnsanı aradan çıkartmaya çalışıyorlar. Hızlı büyüyen bir ülke ve yapılabilecek en hızlı hareket aksiyonadur.

Y.B- ENG Mineral’i Çin’den sonra mı kurdunuz?

E.T- Çin’den sonra kurdum. Yurtdışı deneyimleri bana inovatif düşünceyi öğretti. Gözlemlediğim kadarıyla söyleyeyim. Önceden büyük balık, küçük balığı yerdi ancak şu an ki yeni dünyada hızlı olan balık, büyük balığı da küçük balığı da yiyor. Çin'in en büyük olayı hızlıca uygulamaya geçmeleridir. Mesela Almanlar bizim sektörlerde olduğu gibi çoğu sektörde liderdir. Almanlar bir panik yaşadığında her zaman ikinci planları hazır olmaz. Planlarını çok zor oluştururlar. Işık görmüş tavşan gibi kalırlar. Fakat Türkler ve Çinliler bu anlamda birbirine çok benziyor. Mesela bizim sanayicilerimiz bu süreçte ne yaptı? Maske üretelim, dezenfektan yapalım, diyerek hızlı bir reaksiyona geçip B planlarını hemen oluşturdular. Avrupa da bunu çok nadir görürsünüz. Yani gelişmiş toplumlarda Avrupa, İngiltere gibi yerlerde bu çok nadir olur. Kısacası Çin’in bana kattığı en önemli özellik hızlı olmam gerektiğini öğretmek oldu. Çünkü Çin’de hızlı olmazsanız ayakta kalamazsınız, dünyada da bu böyledir.

Y.B- ENG Mineral’in kuruluşu nasıl oldu?

E.T- ENG Mineral, KOSGEB, ARGE projesiyle kuruldu. Aslında ben ikincil alüminyum cürufundan, yani alüminyumun külünden, hammaddeden üretilmiş, kalitesinde bir alüminyum üretmeyle ilgili yola çıktım. Başarılı bir ARGE projesi sürecimiz oldu. Daha sonra Avrupa Birliği Merkez Bankası gibi iyi bir yerden destek aldım. Yani şöyle söyleyeyim, Türkiye’de o dönemde 625 başvuru oldu, üç tanesi kabul gördü, bir tanesi benim başvurumdu. Onlardan bir destek aldık. Buradan da eski tecrübelerimizle birlikte makineye doğru evrildik. Şirketi 2018’de kurduk, 2019’da makina üretimine başladık. Yaklaşık %80’imizi ihracat oluşturuyor. 8 kişiyle başladık, bugün 38 kişiyiz. Fabrikamız Birinci Organize Sanayi’de bulunuyor. 15 senedir madencilik ve geri dönüşüm sektöründeyim. Kendi jenerasyonumda bu sektöründe Türkiye’de ilk üçün içerisindeyiz. Hem seperasyon anlamında hem geri kazanım anlamında başarılıyız. 8 kişi yola çıkarken endişelerimiz vardı. Çünkü yeni bir iş kuruyorsun. 8 kişinin sorumluluğunu alıyorsun.

Y.B- Tam olarak ne makinesi üretiyorsunuz?

E.T- Maden sektörüne, geri dönüşüm sektörüne, gıda sektörüne, seramik sektörüne manyetik sistemler üretiyoruz. Manyetik seperatörler yani mesela madende toprak giriyor. Toprağın içerisindeki demir cevheri ayrıştırıyor ya da silis kumu, cam kumunun içerisindeki demiri alıyoruz. Silis kumu, cam kumundan demir almazsak ne olur? Bu şeffaflıkla cam olmaz, yeşil bir cam olur. Biz onu sağlıyoruz. Seramik çamurunun içerisinden demir almazsak ne olur? Pişme esnasında demir yayılır ve ikinci, üçüncü kalite seramik haline gelir. Aslında biz demiri tutuyoruz. Demir kiminde ürün oluyor, kimin de atık oluyor. Bir makinenin içerisine toprak atıldığında demir başka bir noktadan toprak bir başka noktadan ya da ne ayrışması gerekiyorsa o oluyor. Alüminyum, demir, bakır bunları da birbirinden ayırıyoruz.

Y.B- Birçok ülkeye ihracat yapabilmenin temelinde sizin networkünüz mü var?

E.T- Sektörde beni ciddi anlamda destekleyen duayenler var. Almanya'da bir ortağım var. Makine anlamında beni ciddi oranda destekliyor. İran’da da aynı şekilde ortaklılarım var ancak bu partnerler benim ortağım değil. İş ortağı, yani anlık projelik ortaklıklar yapıyoruz. İran’da, Mısır’da, Yunanistan’da, Sri Lanka’da beni destekleyen insanlar var. Sözün başında dediğim gibi bunların hepsi samimi diyalogdan geçiyor. Bu insanlara şirket kuracağım. Bana destek olacak mısınız? dedim. Bu insanlar enteresan bir şekilde babanın oğluna yapacağı destekleri sağladı. Biz çalıştık, Allah nasip etti, yani bunun başka şey yok. Gayret edelim. Çalışalım, Allah gayret edene verir.

Y.B- Almanya gibi standartları yüksek ülkelere ihracat yapıyorsunuz, bunu nasıl başardınız?

E.T- Almanya bizim makinesi sektöründe başkentimizdir. Almanya’ya makine sattığımız zaman özellikle iki yıllık firmasınınız ve Almanya'dan kabul görecek, siparişlerin devamları gelecek. Bu hakikaten bizim için çok gururlandırıyor. Çünkü ben ya yurtdışına pazarlamaya gittiğimde biraz milliyetçiyimdir. Sakarya milliyetçisiyim. Sakarya işçisinin ve mühendisinin emeğini pazarlamaya gidiyorum, o vakarla durmaya çalışıyorum. Bu benim için ciddi bir moral motivasyon oluyor. Çünkü düşünsenize Esentepe’de bir çocuk çıkmış, çoğu Hanlı’da oturan işçileriyle birlikte yaptığı bir makina ve benim fabrikada çoğu arkadaşımın jenerasyon olarak gençtir. Bu üretimi sağlayan o genç arkadaşlarının emeğini Almanya’ya satıyor. Bundan daha büyük keyif olamaz. Bu para kazanma noktası değil, bu başarı noktasıdır. Ülkeye bir girdi olduğunda bu ülkeye katma değer sağlıyor.

Y.B- Dünya standartlarını, uluslararası standartları yakalamak için ne yapmak lazım?

E.T- Ürünleri yollamadan önce tüm makinelerin içime sinmesi lazım. Ben makineyi para kazanmak için değil, o makinenin çalışması ve kazandırması için satıyorum. Ürünü yollamadan önce tüm makinelerde kalite kontrolüne çok önem veririm. Bizzat kendim de yaparım. Müşterinin gözüyle bakarım. Kendi gözümle bakarım çünkü o makine beni temsil edecek. O yüzden bence konsantremizi makinenin doğru çalışmasına vermemiz lazım. Bu sayede ürününüzü savunarak satarsınız. Öyle bir makine yapmalıyız ki kullanıcının dahi hata yapamaması lazım. Yani ona bile imkân vermemeliyiz. Bizim makinemizin doğru çalışması lazım. O yüzden ben kalite kontrol noktasına çok önem veriyorum.

Y.B- Bu bakış açısını yakalamak için siz topluma ne öneriyorsunuz?

E.T- Türk sanayisi hakikaten ivme kazandı. Yani artık dünyaya entegre bir Türk sanayisi var. Her anlamda hatta bana büyük bir şirketin CEO’su bana şöyle dedi; “Enteresansınız. Türk Sanayii’nden bahsediyor. Almanlara yakın kalitede yapıyorsunuz. Kabul edilebilir bir kaliteniz var. Fiyatlarınızda Çin’e yakın. O yüzden enteresansınız, dedi. Bence bizim sanayicilerimiz bizden önceki neslin bıraktığını biraz daha yukarı çıkarttı. Selçuk Bayraktar efsanesi var. Bu aslında Türk Sanayii’nin gözüken bir kısmıdır. Bununla beraber ürettiğimiz çok kaliteli ürünler var. Mesela şimdi F 35’ten belki dışarıda kaldık ancak çoğu parçası Eskişehir’de Düzce’de üretiliyor, hala daha devam ediyor. Bu anlamda ben, bundan sonra bu sektöre girecek olanların daha fazla katma değer ürettiğini düşünüyorum.

Y.B- Bir TOGG girişimi başlatıldı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

E.T- Biraz geç kalınmış bir proje. İran’ın bile iki tane araba markası var. Türkiye, devrim arabasıyla bu skalaya girmişti ancak o dönemki koşullarda istenilen başarı tam olarak elde edilemedi. Yine de Türkiye’nin otomotiv alanında tecrübesi oluştu. Toyota'dan, Tofaş'tan kaynaklı böyle bir deneyimimiz var. Sakarya’da çalışan kaç tane Sakaryalı firma var. Yan sanayi anlamında Bursa’daki çoğu sanayinin gelişmesinde en büyük etkenlerden biri Tofaş ve Renault’un üretiminin orada olmasıdır. TOGG’da tasarım ödülü aldı. Üretildikten sonra ben mesela bunu taahhüt ettim. Üyelerimizle birlikte birçoğumuz araçlarımızı TOGG’a çevireceğiz. Olur ya da olmaz biz burada sonuçta ASKON olarak da yola çıkışta şu amacımız vardı; devletin menfaatleri neyi gerektiriyorsa onu yapacağız.

Y.B- Mazlum şekerlemede Tarık Pekerken ile çalıştığınızı söylediniz, birkaç cümleyle özetlemek ister misiniz?

E.T- Tarık Abi enteresan bir insan, aynı zamanda mühendis. Bu anlamda da bana katkı sağladı. Benim gözlemleyip analiz ettiğim insanlardan biridir. Analitik düşünceyi çok önem veriyor. Çok hızlı güzel kararlar alıyor. O hakikaten bir Müslümanın olması gerektiği özellikleri taşıyor ve entelektüel bir yapıya da sahip.

Y.B- Damadı olduğunuz rahmetli Şenol Morgül’ü yakından tanıma fırsatınız oldu. Şehir adına bu kadar değerli bir ismi siz, nasıl değerlendirirsiniz?

E.T- Kayınpederimi damadı olmadan altı yıl önce tanımıştım. Siyasi bir duruşu vardı, örnek aldığım biriydi. Bir buçuk yıl akraba kaldık. Bir Müslümanın nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranırdı. Ticaretteki duruşunu gördüm. Hak, helal noktasında nasıl tavır aldığını gördüm. Birilerinin ona fikir danıştığında bu soruları nasıl cevapladığına şahit oldum. Ondan zalim olanlar çok korkuyordu, mazlum olanlar için de bir kapıydı çünkü hakikaten kimseyi yarı yolda bırakmayacak bir yapısı vardı. Benim için enteresan tarafı da bir buçuk yıllık akrabalık süresince onun çok iyi bir aile babası olduğuna da şahit oldum.

Y.B- ASKON’da Sakarya Şube Başkanlığı görevinin yürütüyorsunuz. Sivil toplum kuruluşlarını önemsiyor musunuz?

E.T- Daha önceden sivil toplum kuruluşlarında hem kurucu başkan hem de kurucu genel sekreter olarak görevlerde bulundum. Tecrübelerim oldu. ASKON’dan çağırdılar, birileri önermiş, davet ettiler. Biz böyle bir derneğiz, bir yola çıktık, dediler. ASKON 1997 yılında kurulan bir iş adamları derneğidir. Daha sonra Bakanlar kurulu kararıyla 2016’da kamu yararına dernek statüsü kazanıyor. O dönem Necmettin Erbakan’ın bir işareti var. Onun işaretiyle yola çıktık. ASKON’un Sakarya’da kurulmamış olması enteresandı. Yapı itibariyle Sakarya’ya çok uyan bir iş adamları derneğidir. Bizi davet ettiler. Biz oraya giderken uygun bir dille reddederiz, davet edildik gidelim, dedik. Orada da güzel bir atmosfer gördük. İnançlı, bu işi yapmak isteyen bir ekiple karşılaştık. Genel merkezde sonra döndük. Bu derneği Sakarya’da kuracaksak belli kriterlerde, çok kişi davet etmeden, seçim yapmaya gayret edelim, dedik. 2019’un ekim ayında ilk kongreye elli dört üye iş insanıyla gittik. Şu an seksen üye iş insanımız var. Tek dikkat ettiğimiz husus şu; ASKON olarak belirli ideolojilere sahip vatan millet cephesinde yer alan, şehrin ve ülkenin menfaatlerini düşünen insanlardan oluşuyoruz. Parti ya da herhangi bir cemaatin arka bahçesi değiliz. Bunu kesinlikle kabul etmiyorum. Yani herkesin gönlünde bir aslan yatar, buna kimse karışmaz ancak kurum olarak biz, bu hassasiyete önem gösteriyoruz. Vatan hainlerine karşıyız, onlarla ilişkilerimiz olamaz, onları kapımıza sokmayız. Tarafsız bir duruş sergileyeceğimizi göstermek adına tüm siyasi partilere ziyaretler gerçekleştirdik. Birlikte şehrimiz adına güzel projeler yapabileceğimizi söyledik. Herkese, Sakarya'nın menfaatine olan durumlarda sizle beraberiz ancak Sakarya’nın aleyhinde olacak her konuda biz fikrimizi beyan ederiz. Biz bundan geri durmayacağız. Tüm vücudumuzla, tüm unsurlarımız da biz bu memlekete sahip çıkıyoruz. Bu memleketi de yönetecek insanları da uyarma noktasında bundan geri durmayız.

Y.B- Engin Tumbaz’ın bir günü nasıl geçer, prensipleri nelerdir?

E.T- ASKON Sakarya Şube Başkanlığı yapıyorum. DEİK’te Türkiye Estonya İş Konseyi Başkanlığı görevini yürütüyorum. Orada en genç iş konseyi başkanı benim. Bunların hepsine vakit ayırırken bazen evi ihmal edebiliyoruz. O yüzden de eşimden Allah razı olsun, demek istiyorum. Bu dernekler ister istemez günümün bir kısmını alıyor. Ziyaretler ve yapılacak faaliyetlerle birlikte bazen günümün çoğunu alıyor. Erken vakitte fabrikayı açanlardanım. İki iş yeriyle ilgileniyorum. Morgül Gıda’ya da idarecilik yapıyorum. Bu emaneti kayınçomuza devretmeyi dört gözle bekliyoruz. Çünkü sağ salim teslim etmem lazım. Yaklaşık 4 yıldır orayı ben idare ediyorum. Birde bu fabrika ikisini bir idare etmek hakikaten çok ciddi bir yük oluyor. Akşam yediye sekize kadar böyle bir periyodum var. Daha sonra eğer şanslıysak eve gidiyoruz. Bir oğlum var. Adı Ömer Faruk, ona örnek olabilmek için annesiyle birlikte belli bir zaman aralığında kitap okuyoruz. En son Hayati İnanç Bekir Develi’nin Fabrika Ayarı kitabını okudum. Bir yandan da Hazreti Ömer'in hayatı var. Onu devam ettiriyor, iki kitabı aynı anda götürmeye gayret ediyorum.

Y.B- Çok teşekkür ediyoruz.

E.T- Ben teşekkür ederim.

Editör: Haber Merkezi