11 ayın sultanı olarak nitelendirilen, nefislerin terbiye edildiği, vücutların sıhhat bulduğu, yardımlaşma ve yakınlaşmanın zirve yaptığı, kötülüklerden, günahlardan arınmaya vesile, manevî bir iklimdir Ramazan...

Allah, Kur’an-ı Kerim’de; “Ey Îman edenler! Kulluk bilinci içinde Allah’ın emirlerine ve yasaklarına aykırılıktan korunabilmeniz için öncekilere farz kılındığı gibi sizin üzerinize de oruç farz kılındı” buyuruyor.

Bu ayda Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Öyle bir ay ki; başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden azat olan bu mübarek ay için sevgili Peygamberimiz, “Bir kimse, inanarak ve sevabını sadece Allah’tan bekleyerek, Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır” müjdesini vermiştir.

Ramazan-ı şerif ayının Kur’ân-ı kerim ile bağlılığı olduğu için bu ay da, bütün hayırları ve bereketleri kendinde toplamıştır. Kur’an’ın indiği ve bin aydan daha hayırlı sayılan Kadir Gecesi’ni içinde barındıran Ramazan, ona hususi ibadetleri, âdet olarak herkes yaptığı için değil, Allah’ın emri olduğu için ve şartlarını gözeterek yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda O’nun şanına yakışacak kulluğu ve razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin!

Evet Ramazan işte böyle kıymetli bir ay... Hep, gelişini özlemle beklediğimiz, gidişinde ise mahzun olduğumuz bir Ramazan’ı daha idrak ediyoruz. Ancak ne var ki;  çocukluğumuzdaki o Ramazanlar yok artık.

Her Ramazan bir şeylerin eksildiğini hissetmek acı verici... Hakkını veremediğimiz, gereği gibi anlamına uygun davranamadığımız için belki de... Günümüzde bu kutlu ayın ruhu giderek kayboldu... Ramazanlar artık; samimiyetten uzak iftar davetleri ile israfın had safhaya ulaştığı, Ramazan programları adı altında eğlencelerin, bir takım bidat, hurafelerin haramlarla harman olduğu bir ritüel oldu.

Kurum ve kuruluşların her yıl birbirlerine verdikleri israf dolu iftarları, hayatında 5 vakit namaz kılmayanların camileri hınca hınç doldurup jet hocalar arkasında teravih kılmaları, ardından sahur vaktini kumar oynayarak beklemelerini görmek üzüntü verici...

Yoksulları anlamak gerekirken, en güzel sofralar Ramazanda kurulur. Oruç, açın hali biraz olsun anlaşılsın diye varken, mide fesadı geçirenler bu ayda artar! Binlerce kişinin sıkış tepiş toplandığı, yemek biter bitmez paldür küldür dağıldığı, geriye tonlarca bulaşık ve çöpe giden yemeklerin kaldığı iftar gelenekleri her yıl sahnelenir... İsrafın, kumarın haram kılındığı bir inancın mensupları, ibadet yapıyorum diye İslam dışı davranışları bir gelenek gibi yaşamaları, müslümalığın ne hale geldiğinin ibretlik bir göstergesi.

“Nice namaz kılanlar vardır ki, onların kıldığı namaz sadece yatıp kalkmaktan ibarettir...

Nice oruç tutanlar var ki, aç kalmaktan başka bir kazançları yoktur.”

Her Ramazan, hatırı sayılır paralar karşılığında TV programlarını parselleyen hocalara hâlâ, “orucu ne bozar, ne bozmaz?.. Sigara haram mı?.. İçkiyle oruç açılır mı?.. Teravihi evde kılsam olur mu?.. İmsak ne zaman?” gibi soruların sorulduğu bir aya girdik.

Aynı hocalar yıllarca, akaid gerçekleri dururken halkı yıllarca bunlarla oyaladılar.  Bu o kadar yaygın bir hal aldı ki, Diyanet bile ilk kez bu Ramazanda uyarıda bulundu; “Medya’da Ramazanla ilgili program yapanlar, İslam’ın hakikat ilkelerine mutlaka bağlı kalmalıdırlar.”

Başkan Ali Erbaş, “Oruç ve İslam ile ilgili program yapanlardan, her türlü hurafe ve yanlışlıktan, gereksiz abartı ve gösterişten uzak kalmalarını, İslam’ın medeniyetler kuran ana yoluna, hakikat ilkelerine, akaid ve ahlak prensiplerine mutlaka bağlı kalmalarını istirham ediyorum. Zaman zaman gündeme getirilen gereksiz ve faydasız tartışmalarla, aykırı görüşleri gelişigüzel ortaya dökerek, bir takım meseleleri uluorta tartışma konusu yaparak Ramazanın manevi iklimine zarar verilmemesini özellikle rica ediyorum” şeklinde ince bir mesaj gönderdi.

Bir araştırmacı mütefekkirin yaptığı şu tespit üzerinde düşünülmeye değer:

“Diyanet ve bilumum hocalar bu milleti; İslam’a göre yok şu orucu bozar, yok şu orucu bozmaz diye kandırıyorlar. Oysa bu millet ne yaparsa yapsın oruçları bozulmaz! Bu toplum ne zaman İslam’a girdi ki İslam’da ki orucu nelerin bozduğu onları ilgilendirsin? Tevhidi olmayanın İslam’ı da orucu da yoktur ki bozulsun.”

“Gırtlağına kadar şirke batmış bu topluma oruç ne yapsın?

Oruç; üzerinde siyasî, dinî, toplumsal ve nefsi bir otorite olmayıp, eşya, hayvan, doğa ve insana zarar vermeden, vicdan, akıl, fıtrat, adalet ve tevhid üzere yaşarken bir yıl boyunca bedende biriken maddi ve manevi toksinlerin atılması için bedenin bir aylık rektefeye alınması eylemidir. Ve ancak böyle bir hayatı benimseyenlere farzdır. Yoksa bedeni gaflet bürüyebilir.

Zaten üzerinde siyasî bir iktidar (otorite) mezhep, tarikat, cemaat, dernek, vakıf, tarikat gibi dinî bir otorite, ‘aman komşular ne der’, ‘aman beni herkes beğensin’ vs. kaygıları olan, toplumsal otorite ve hevasına yenilmiş bu topluma orucun bir faydası olmaz. Zaten farz da değil.”

“İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.”

Allah, bu mübarek ay vesilesiyle gerçeklere ulaşmayı herkese nasip etsin. Hayırlı Ramazanlar.