“Birisi hakkında konuştuklarınız doğru ise gıybettir. Yalan ise iftiradır.”

“Ya hayır konuş ya sus.”

“İnsan Mülkün sahibinin halifesidir.”

Gibi saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok olan konuşmanın veya boş konuşmanın ne kadar mühim olduğunu anlatan emirler varken aklımıza ilk geleni söylemekten çekinmediğmiz bir gerçektir. Uzun olmaması ve yazının okunması için azami gayreti sarf ederek araştırmalara geçelim.

Yer çekim yasasını hepimiz bilmekteyiz. Peki ya psikolojideki çekim yasası hakkında bir bilginiz var mı? Ve emin olabilirsiniz ki çekim yasası yer çekim yasası kadar gerçektir yalnızca fazla karmaşık.

Çekim yasası tarihle başladı. Daima varoldu; her zaman varolacaktır.Eski Babilliler bu yasayı en iyi bilen ve uygulayan ırklardır.1912 yılında Charles Haanel çekim yasası hakkında “EN BÜYÜK VE EN MUTLAK YASADIR” diye tanımlamıştır.

Bu çekim yasası düşüncelere yanıt verir ve içerikleri aldırış etmez.Kısa ve öz olarak söylemek gerekirse benzer benzeri çeker. Bu fikri BOB DOYLE (yazar ve çekim yasası uzmanı) şu şekilde doğrulamaktadır: “Çekim yasası ; benzerin benzeri çektiğini söylemekle birlikte, burada bahsedilen çekim düşünce düzeyindedir.” demiştir.

Çekim yasası o an düşündüğünüz olumlu veya olumsuz düşüncenin daha fazlasını size çeker.Yani zihninde canlandırdığınızda ellerinizle de tutabilirsiniz.

Bir şeyi kırk kere söylerseniz olur. Düşünmenizde yeter. Bir şeyi defalarca ve defalarca düşünürseniz ve dilediğinizi zihninizde canlandırırsanız bu size düşünce olarak değil yaşamınıza hoşnutluk olarak gelecektir. “Zihin varoluşa dair en güçlü titreşimlerdir” demiştir Charles Haanel.

Bir başka hata ise olmasını istediğimiz şeyler yerine olmamasını istediğimiz şeyleri düşünmektir.Çekim yasası düşüncelerinize yanıt veren bir yasadır.Çekim yasası ne düşünüyorsanız size onu verir.Olumsuz cümleleri olumlu olarak algılayan çekim yasasında düşüncelerinizde asla ‘olmaz’, ‘hayır’, ‘değil’ gibi sözcükler kullanmamalısınız.Çekim yasası istemiyorumları istiyorum diye algılar.

Kısaca çekim yasası size ne düşünüyorsanız onu verir.Unutmayın ki düşünceleriniz akıp giderken de çekim yasası işleyişini sürdürmektedir. Şikayet etmelerden vaz geçiniz şikayetleriniz size geri gelecektir.

Şimdi yapmanız gereken tek şey iyi hissetmek.Ve neyi seviyorsanız onu yapın. Parayı,mutluluğu,başarıyı kendinize çekin.

“Yasa tüm olmuşların,olanların ve olacakların cevabıdır.”

Ralph Waldo Emerson

https://www.bilgiustam.com/aciklanamayan-olgu-cekim-yasasi-nedir/

Dünyaca ünlü Alman fizikçi Albert Einstein'ın Kütle Çekim Teorisi'nin olduğu bugün MIT Üniversitesi destekli Lazer Interferometre Yerçekimi Dalga Gözlemevi (LIGO) uzmanları tarafından açıklandı.

Einstein'ın yüz yıl önce geliştirdiği teoriye göre uzaydaki cisimler, kütleleri ne kadar büyük olursa o kadar çok çekim kuvveti uyguluyor. Bu çekim kuvveti, uzay ve zamanın üst üste geçmiş olan katmanlarından oluşuyor. Bu katmanlar genişleyip büyüyebiliyor. Yani kara delik gibi büyük kütleli cisimler hem çok fazla çekim kuvvetine sahip hem de tam olarak zamanı bükebiliyor.

Newton'un "Yerçekimi Yasası"ndan yola çıkaran Einstein tarafından geliştirilen ve Karl Schwarzschild, Georges Lemaître, Edwin Hubble ve Alexander Friedmann gibi bilim adamlarının katkıda bulunduğu "Genel Görelilik Teorisi"nin en önemli parçası olan "Kütle Çekim Kanunu" bugüne kadar uzaydaki tüm düzeni sağlasa da senelerdir ispatlanamıyordu.

Bugün "Yüzyılın Dâhisi" olarak kabul edilen Alman bilim adamı, teoriyi geliştirdiği 20'nci yüzyıl başlarında birçok bilim insanı tarafından eleştirildi. Eleştirilerin bazılarının nedenleri arasında Einstein'ın Yahudi kimliği de vardı. Ancak zaman, Einstein'ın birçok teorisinin doğruluğunu kanıtladı.

"IŞIK HEM DALGA HEM PARÇACIKTIR"

Işık üzerine yaptığı çalışmalarla Nobel Ödülü'ne layık görülen Einstein'dan önce klasik fizik ışığın bir dalga olduğunu kabul ediyordu. Ancak bu tez, metallerin ışıklandırılmasıyla atomun parçacığı elektronların neden yayıldığını açıklayamıyordu. "Fotoelektrik etki" denilen bu olayı Einstein, ışığın 'foton' denilen, elektromanyetik alana sahip küçük parçacıklardan oluştuğu teziyle açıkladı.

Atomların da neden dairesel dalgalarla hareket ettiğini açıklayan keşif, kuantum fiziğinin de temelini oluşturdu.

Işığın hem dalga, hem parçacık olarak davranabileceği bilim adamlarınca bilinmesine rağmen, resmi olarak ilk kez 2015 yılında İsviçre'deki École Polytechnique Fédérale de Lausanne'dan araştırmacıları tarafından kanıtlandı. Uzmanlar, ışığın hem dalga hem parçacık olduğu bir anın fotoğrafını ilk defa çekmeyi başardılar. Fotoğrafın yakalanabilmesi için öncelikle 100 nanometre (1 nanometre metrenin milyarda biri) çapındaki bir nanotel üzerine lazer ışıkları gönderilmiş, ışığın dalgaboylarının metal tel üzerinde iki farklı yönde ilerlediği görülmüştü. Aynı nanotel üzerine elektron da ateşlendiğinde ışık dalgası içindeki parçacıklar elektronların hareket hızını değiştirmişlerdi. Yani tıpkı nehir içindeki akıntıları görmek için boya damlatılması gibi. Bu etkileşim sonucu çıkan enerji özel bir kamerayla kaydedilmişti.

"UZAY-ZAMAN BÜKÜLEBİLİR"

"Genel Görelilik Teorisi"nin ilk önemli buluşu Merkür'ün neden garip bir yörüngeye sahip olduğunun açıklanmasıyla ortaya çıktı.

Güneş'e en yakın gezegen Merkür'ün çok hızlı ve birbirine hiç benzemeyen yörünge hareketlerinin sebebi yıllarca çözülememiş en sonunda Merkür'ün Vulcan adlı bir gezegenin etkisi altında olduğu savunulmuştu. Ancak Einstein, Merkür'ün güneşe yakınlığı sebebiyle uzay-zaman bükülmesinden çok fazla etkilendiğini, bu sebeple garip bir yörünge çizdiğini ve Vulcan diye bir gezegenin hiç varolmadığını açıklamıştı.

"UZAY-ZAMAN BİR MERCEK GİBİ HAREKET EDER"

Alman dâhinin ilk 1916'da söylediği "uzay-zaman bükülebilir" sözü 1919'da bir güneş tutulması sırasında kanıtlandı. İngiliz astrfofizikçi Arthur Eddington Mayıs 1919'daki tutulmayı seyrettikleri sırada güneşin çok yakınından geçen yıldızlardan yayılan ışığın biraz büküldüğünü gözlediler. Bu nedenle yıldızlar, gerçek konumlarının biraz dışında kalıyormuş gibi görünüyordu.

Astronomik cisimlerin de ışığı bükebileceğinin mümkün olduğunu farkeden Einstein, uygun koşullar altında bir gözlemcinin tek bir kaynağın çoklu resimlerini gözleyebileceğini savunuyordu. "Kütleçekimsel merçek" ya da "kütleçekimsel serap" adı verilen bu olay, bir kaynaktan gelen ışığın, gözlemciye doğru yolculuk ederken neden büküldüğüne yani konumunun değiştiğini açıklıyor.

DEVAMI YARIN