Tarihin ve doğal güzelliklerin iç içe olduğu çok az şehir var yerküremizde. Bunların üstüne bir de huzuru ekleyin. Bitmedi, bir de sükûneti. 
İşte o şehrin adı biliniz ki Ohri’dir. ‘Göl, doğa, tarih İşkodra’da da var’ diyeceksiniz; eyvallah derim; Ohri’nin benzer şehirlerden farkı, huzur ve sükûneti diye cevaplarım ben de.
Ohri’yi ilk 2002’de gördüm. Gördüm ve çarpıldım. İtiraf ediyorum bunu. Muhteşem, şahane, huzur yumağı.
Defalarca gitmek (buna kavuşmak mı desem) kısmet oldu. Zamanla dostlarım da oldu, Ohrili.
Ohri, Kuzey Makedonya’nın Antalya’sıdır öncelikle. Sadece Makedonya’nın mı? Hayır tabii ki; eski Yugoslavya coğrafyasında doğmuş büyümüş olan herkesin. O coğrafyada, “tatil eşittir Ohri’dir. Ohri’ye gitmemişseniz o yaz, kumsalında güneşlenmemişseniz, enfes Ohri balığından tatmamışsanız, siz tatil yapmamışsınız bayım, diyeyim ben size. Ben değil her iki milyon yüz seksen altı bin Makedonyalı der size bunu. Sırbistanlısı, Kosovalısı, Slovenyalısı ve daha bilmem nerelisi de imza atar o sözün altına.

----


Unutmadan; Ohri Gölü’nün en muhteşem görüldüğü noktada, en muhkem tepede bir saray var. Kimin sarayı mı? Söylediğimde dudağınız uçuklayacak: Eşitlik teranesiyle yarım asır Yugoslavya’yı yöneten Tito’nun sarayı. Eşitliğini sevsinler. (‘Ulan her şey palavra, her şey yalan, her şey propaganda şu dünyada desene’ dediğinizi duyar gibiyim. ‘Çok haklısınız beyim’ demek borcundayım ben de.)
Ohri şehri, bitişiğinde kurulduğu Ohri Gölü’nden alıyor adını. Makedonlar Ohrid diyorlar, biz Ohri. Balığının lezzetiyle ünlü bir gölün kuzeyinde, elli beş bin nüfuslu bir şehir Ohri. Gölün güney sahilleri ise Arnavutluk’a ait. Sahilden hemen sonra dik yamaçlar yükseliyor. 
Ne kadar ilginç; ilk gidişimizde gölün Arnavutluk sınırına yüz metre mesafede Biser Otel’de konaklamıştık. Mevsimlerden yaz, aylardan Ağustostu. O kadar yoğundu ki şehir… Manzaramız şahaneydi. Akşam yemeği yiyoruz otelin restoranında. Garsonlardan biri masamıza yaklaştı, anlamıştı Türk olduğumuzu. (Yakadan paçadan akıyor zaten Türk olduğumuz, ne zaman Türkiye dışına çıksak.) Kulağıma doğru yaklaştı, hafif bir sesle - güya - müjdeyi verdi: ‘83. Dakikada Tümer Metin’in attığı golle Beşiktaş, deplasmanda, İstanbulspor karşısında 2-1 öne geçti, haberiniz olsun.’ Nerden bilecekti ki masada üç kişi de, dönemin Sapanca Hasan Duruer de, Sapanca Belediye Başkanı İbrahim Uslu da, bu satırların sahibi de Galatasaraylıdır. Olsundu, teşekkür etmiştim habere. Teşekkürüm habere değil, Makedonya’da bir otelin restoranında tanımadığımız birinin gelip, üstelik özbeöz Türkçe, anlık skor iletmesiydi. 

----


Buydu işte Ohri. Buydu Ohrili. Bu o kadar doğaldı ki Ohri’de.
Hiç unutmam: İlk gidişimden üç sene sonra bu kez otobüsle yirmi ailelik bir kültürel gezi düzenlemiştim. Ohri’siz olur muydu hiç Balkan gezisi? Olmaz, olamazdı. Olmadı da. Kafileyi kırk beş dakika kadar gezdirdikten sonra serbest bıraktım bir saatliğine. Osmanlı’dan kalma altı asırlık çınar meydanında toplanınca, şimdi Adapazarı Belediyesi’nin başarılı başkan yardımcısı Fatih Çelikel, az önce yaşadığı sürprizi anlattı sıcağı sıcağına: Bizim Fatih, beden eğitimi öğretmenidir. Ohri’nin Osmanlı’dan kalma çarşısında ünlü bir spor markasının satıldığı işyerine girmiş, gözüne bir eşofman kestirmiş, fiyatını sormak için kasaya yaklaşmış, yirmili yaşlarında mavi gözlü sarışın kıza ‘du yu speak İngıliş?’ demiş, kasiyer kız Türkçe sormasın mı bizimkine: ‘Eşofman mı alacaksın ağbi?’ Mahcubiyetimden kıpkırmızı oldum dediydi Fatih. Ohri’deki iş yerlerinin belki yüzde sekseninde çalışanlar Türk’tür, evet.
Buydu işte Ohri. Buydu Ohrili. Bu o kadar doğaldı ki Ohri’de. Daha sonraları bunun yüzlercesini yaşayacaktık.
Mâlum; yeryüzündeki belli başlı alfabelerden birisi de Kiril Alfabesidir. Kiril Alfabesinin mucidi olduğu söylenen iki kardeş, Kiril ve Methody de Ohrili’ymiş. Öyle rivayet edilir. Yüzleri göle nazır, şık ve estetik birer heykeli de var sahilde, bu iki kardeşin.
Ohri İskelesinden batıya doğru, sahile paralel, kırk metre kadar içeride bir sokak vardır. Lütfen giriniz, yaşayınız burayı; Safranbolu ya da Odunpazarı’nda hissetmezseniz kendinizi, ne söylerseniz söyleyiniz bana; öylesine sıcak, öylesine bizden, öylesine Türk mimarisiyle örülü evler. 
Sıkı durun: Uyanık Makedon yönetimi, sokağın en güzel ve ihtişamlı Türk konağını kendince döşemiş, Ohri Makedon Müzesi adıyla pazarlıyor, turistlerden para kesiyor. Hem de nasıl. (Not: ‘Elveda Rumeli’ dizisinin bölücü toplantıları bu konakta çekildi, Erdal Özyağcılar’ın ‘amcasının kaymakamı’ repliğiyle hatırladığınız Osmanlı Kaymakamı’nın evi de bu sokakta bulunuyor.)
Yüksekçe bir tepenin eteklerinde göle dik, sağlı sollu, tek veya iki katlı dükkânlardan oluşan üç yüz elli metrelik bir sokak, bitiminde le biçiminde iki yüz metrelik bir sokak daha. Le harfinin uzun tarafıyla kuyruğunun bitiştiği noktada da Osmanlı’dan kalma altı asırlık bir çınar. İstanbul İstanbul, Edirne Edirne, Bursa Bursa, Bilecik Bilecik, Söğüt Söğüt bakan bir yaşı çınar: Ohri budur özetle.

----


Le’nin kısa tarafına nazır, Çınar Meydanı’na çaprazdan bakan bir de Halveti Tekkesi. (Hani merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’yı tekkeye soktu diye sekiz sütuna manşet olmuştu da, laikçi basın orgenerali ‘laikliği ayaklar altına aldı’ iddiasıyla topa tutmuştu. İşte o haberdeki tekke tam da burasıdır.)
Zeynel Abidin Paşa Camii avlusundaki Halveti Hayati Baba Tekkesi, hiç abartmadan söylüyorum, Ohri’nin huzur kaynağıdır; Pir Mehmet Hayati Baba İslâm’ın Balkanlarda yayılmasında büyük emek ve katkıları olmuş güzel bir insan. Tekkenin de banisi. Tekkenin hâmuşanında medfun, muhipleri ve halifeleriyle birlikte. Camii de çok sıcaktır dış mimarisiyle, ahşap ağırlıklı iç tezyinatıyla. ‘Çün geldi Ecel’ diye başlayan Ohri ilahisini bu ortamda dinlemenin tadını doyulur mu hiç?
Yeri gelmişken: Çarşıya komşu bir başka ibadethanemiz olan (1573’de yapılmış) Ali Paşa Camii’ne gitmiştik bir gün de, gözlerimize inanamadık; nasıl mesrur nasıl mutlu olduk, nasıl umutla baktık yarınlara: Sayıları elliyi aşkın Türk çocuğu, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlamaya hazırlanıyor, ellerinde Türk Bayrakları, dillerinde ‘Şol cennetin ırmakları / Akar Allah deyu deyu’, ‘Tuna Nehri akmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor’, ‘Çanakkale içinde vurdular beni / Ölmeden mezara koydular beni…’  Gözlerimiz doldu, göğsümüz kabardı, eşim Gülseren Hanım kulağıma fısıldadı: ‘Fahri, Balkanlar bizden daha Türk, daha Anadolu. Hem dekinin…’
Ohri’nin en çok incisi meşhurdur, evet. Bayanların bayıldığı şeydir inci. Hele de inci gerdanlığa… Ohri incisi, kolyeden küpeye, bileklikten tespihe… çeşit çeşit, boy boy, sınıf sınıf; tam bir ticaret kaynağı olmuş. Biz erkekler tarihi çarşının sokağında bekliyor olsak da, içerisi bayanlarla doludur her gün Ohri’de.
İnci ve Ohri deyince, evlatlığım Pervin Derviş gelir hemen aklıma. Kız kardeşimle yaşıttır Pervin. Kız kardeşim gibidir de. Bayram kandil arar sorar. Türkiye’ye geldiğinde de. Can kızdır. (Aramızda kalsın; geçenlerde bir akşam yirmi üç otuz sularında bana, Ohri Ali Paşa Camii ile ilgili bir problemi yazdı; şair Ali Sali’nin tavassutuyla gece gece, saat sıfır iki on beşte, Ohrili’nin bir dinî ve dilî problemi Cumhurbaşkanlığımızca anında çözüldü. Helal sana benim yiğit ve duyarlı Pervin’im.)
Ohri Gölü incidir, evet.
Ohri şehri incidir, evet.
Ama asıl Ohrili incidir. Ohrili’nin kalbi gönlü incidir.
Ohri Halveti Tekkesi’nden yükselen hu hu’ların her birisi inci hükmündedir.
Ohri; İncicity
Ohri Kuzey Makedonya’nın incisi şehir.
Bizim kalbimizin de.