“Bir ben vardır bende, benden içeru” der Yunus Emre. Hayatta böyle, en güzeli ortaya koyma imtihanıdır. Büyük imtihanın içinde küçük ama önemli imtihanlar ile süregiden bir yaşam vardır. İşte bu hayatın mümeyyiz ve gençlik dönemi eğitim ve öğretim çağında geçmektedir.
İlköğretimden üniversite sona kadar sayısı binleri bulan imtihanla karşı karşıyayız. Aslında imtihan eden okul ve öğretmende imtihanın diğer bir parçasıdırlar. Acaba öğrenciyi imtihan etme de imâni bakımdan “şirke” kapı açacak bir yanlışa düşmek mümkün müdür?
İnsan egosunun en çok büyüdüğü yerler eğitim, tedavi (şifa demiyorum dikkat), mahkeme ve iktidar olma gibi konulardır. İmtihan etmek daima sormayı önceler, ne öğrettiğini bilemeyen ve öğrettiğinden emin olmayan insanın imtihanı da öğrenciyi rakip olarak görmesidir. Öğretmen ve sistemin birbirini rekabet unsuru görmesi imtihanları bereketsiz kılar. Öncelikle dersi anlatırken öğretebilmektedir maharet, eğer sadece kitapla olsaydı insanlığa örnek şahsiyet olarak peygamberler gönderilmezdi.
O günün müminleri Kur’an okuyarak değil, peygamberi dinleyip izleyerek Müslüman ve mücahid olmuşlardı. Ki peygamber efendimiz dahi “Ben muallim olarak gönderildim”  uyurmaktadır. Peygamberimize abdesti soran kişiye Kur’an-ı oku demediği gibi, ayeti de ona okumadı minberden inip abdest alarak usulü öğretti.
Her okulun kendine has sınav/ ben imtihan demeyi tercih ediyorum uygulaması vardır. İmtihan edecek veya soru hazırlayacak muallim sakin bir ruh ve gönül haliyle soru hazırlamalıdır. Adeta mahkeme hâkiminde bulunması gereken şartlar gibi, öfke, açlık, korku, sevgi gibi maddi ve manevi sıkıntılardan arınmış olmalıdır. Her ne kadar eğitim fakültelerinde ve pedagojik eğitimde bu hususlar okunsa da bir anlamıyla tecrübeye ve karaktere dayanan bir konudur.
Kur’an-ı Kerim de Allah Teâla meleklere, Âdeme ve iblise sorular sormuştur. Musa as’ın Allah’ı görmeyi istemesiyle, İsrail oğullarının Allah’ı görmedikçe iman etmeyiz söylemleri mahiyet bakımından aynı değildir. İbrahim peygamber dahi kalbi mutmain olsun diye ölülerin nasıl diriltildiğin sormuştur. Bir anlamıyla dini metinler sorular ve cevap olduğu gibi, felsefe içinde soru sormak sanatıdır denmektedir.
Cevaplardan daha önemli olan konu soru sormaktır. Haftalarca derse girdiği ve elinde de kitabı olan öğrenciye nasıl ders verildiyse öyle soru sorulmalıdır. İnsanlar cevaplardan çok soruları hatırlarlar. Önceden cevaplanmayan hayatın soruları meşakkattir. Bu satırları yazan hem soru ve hem de sorulan makamında olduğundan yakinen görüyor ki doktoru sevmeyen çocuk, iğneden korktuğu gibi hocasını ve dersini sevemeyen kişi de sorulardan korkmaktadır.
Sonuç; Soru önce merhamet sonra kolaylık ve netice de adalet ve lütuf üzere olursa eğitimde bereketli olur. (Haftaya öğrenciye dair yazmalıyım)