Hani her Ramazan ayında kurduğumuz klasik cümle vardır ya, “Nerede o eski Ramazanlar” diye…
Sanırım en çok da yaşadığımız şu günlere yakışıyor bu cümle…
En mahzun, en hüzünlü, en dramatik Ramazan ayımızı idrak ediyoruz…
Hep birlikte açılan iftarlardan, cemaatle kılınan namazlardan, teravihlerden, cadde ve sokaklarda iftar sonrası oluşan renkli görüntülerden mahrumuz… 
Dakikalar boyunca beklenilen pide kuyruklarını bile özlüyor insan…
Çok çok eskilere gitmeye gerek yok…
Daha hemen bir sene önceki Ramazan ayına öykünerek kullanıyorum bu cümleyi şimdi: “Nerede o eski Ramazanlar!”
Evde bir başıma oturmuş geçmiş günleri düşünüyorum…
Geçmiş Ramazanları…
Bir zamanlar ailenin tüm fertlerinin hazır bulunduğu iftar sofları geliyor gözümün önüne…
Hısım akrabayla, eş dostla yenilen iftar yemekleri geliyor…
Gazeteci olmam hasebiyle katıldığım bitmek tükenmek bilmeyen davetler geçiyor gözümün önünden bir bir…
En çok da çocukluğunu özlüyor insan…
Eski Garajlar mevkiinde, neredeyse bütün çocukluğumun geçtiği ve depremde enkazından çıktığım evin arka balkonundan bakardım Yıldırım Camii’ne…
Minareden ezan sesinin yükselmesiyle mutfağa koşardım…
Annem, babam, ağabeyim, ablam sofrada beklerdi…
Sonra akraba buluşmaları başlardı…
İftar yapıldıktan sonra sohbet muhabbet ta sahura kadar sürerdi…
İstanbul ve Eskişehir’deki öğrencilik yıllarım var sonra…
Arkadaşlarla Sultanahmet’te açtığımız iftar, akabinde Tarihi Yarımada’nın mistik sokaklarında dolaştığımız o muazzam gün hala hatırımdadır…
Eskişehir’de, öğrencilerin uğrak yeri olan seri lokantaların bulunduğu, her yemekten azar azar sipariş edilip hesabın da az geldiği ama yemeklerin bereketinin hiç eksilmediği iftarlar unutulur mu hiç!
Az çorba, az pilav, az ciğer, az yoğurt, az salata ve tatlıydı benim fiks mönüm…
Unutamadığım bir iftar da 25. Dönem Milletvekili Ali İnci ile Mahmud Efendi Hazretleri’nin Beykoz Çavuşbaşı’nda bulunan evindeki misafirliğimizdi…
İsmailağa Cemaati’nin bütün hocalarının orada olduğu, her ilden vekilin katılım sağladığı bir akşamdı…
Muhterem hocaefendilerle hasbihal edip dualarını almış, huşu içinde iftarımızı açmıştık…
Ve tabii ki Zafer Dergisi iftarları…
Rahmetli Hüseyin ağabeyin (Selim Gündüzalp) gölgesinde, her iki dergi binasında çorba ve pideli iftarlar…
Serin yaz gecelerinde yapılan tatlı sohbetler, hasırlar üzerinde hep birlikte kılınan namazlar…
Bir de Medine iftarı var ki, hepsinin ötesinde…
Mescid-i Nebevi’nin tam karşısında, kalabalık bir grupla yaptığımız o iftarı herhalde ömrümün sonuna kadar unutamam…
Bu vesileyle bir kez daha maziye dalıp gittim…
Yine bir yumru geldi oturdu boğazıma…
İnsan yaşlandıkça daha da hassaslaşıyor belli ki…
İçinden geçtiğimiz günlerin tüm mahzunluğuna ve ıssızlığına, tüm sıkıntısına ve zorluğuna rağmen rahmet ayının teskin edici etkisini de hissetmiyor değilim…
Her akşam yaşadığım iftar sevinci korona günlerinin boğucu havasını dağıtıyor, sahur vaktinin o büyülü havası aklıma ve ruhuma inşirah veriyor…
Bilmem ki daha kaç Ramazan’a yetişir ömrümüz!
Bu vesileyle Ramazan ayınız mübarek olsun…
Allah sizlere aileniz ve sevdiklerinizle birlikte bayram sevincini de yaşatsın…
Ülkemiz ve dünyamız güzel ve sağlıklı günlere, hem de en kısa sürede yeniden kavuşsun inşallah…