Haddim olmayarak ifade edeyim ki Orta öğretim (Ortaokul ve Lise) kurumlarında öğretmenlik yapabilecek yüksek tahsilimi 1980 yılında Eskişehir de tamamladım. Babamın vefatı sebebiyle öğrenciyken devam ettirdiğim (1976) imam hatiplik görevine evime yakın yerde devam etmemin daha doğru ve faydalı olacağını ailemiz adına karar verdim.

Orhan Camiinde göreve başladığım (2008) zaman da hafızlık yapmak için Sakarya İlahiyat Fakültesi Tefsir ana bilim dalında ki hocam Prof. Dr. Alican Dağdeviren de hafızlığa başladım ve 2012 de hocamın teşvikiyle hafızlık diplomasını almaya muvaffak olduk. O dönemde Fakülte dekanı olan Prof. Dr. Hacı Mehmet Güneyin ısrar ve teklifiyle (2013) İlahiyat fakültemizde Kur’an’ı Kerim ve Hitabet derslerine misafir öğretim görevlisi olarak devam etmekteyim. “Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” Hadisi şerifi bizi fakültemizin eğitimini de ikmal etmeyi nasip etti. Zaten imam olmak önce öğrenci sonra öğretici olmaktır.

Camilerde cemaat genellikle yaşlı insanlardan oluşurken, okulda ise gençler muhatabımız olmaktadır. Her ikisi de hayır üzereyken farklı ve anlamlı tecrübeyi barındırmaktadır. Öğrencilerden bazılarının şu tespit ve beklentisi çok manidardır. “Hocam şehrin merkez camisinde görev yapıyorsunuz ve sizleri tanıyoruz beraber namaz kılıp, caminizde huzurla vaazınızı dinliyoruz. Umarız okulda ki hocalığınız sebebiyle camide aldığımız zevk ve arzuyu kaybetmeyiz” Bu cümleler okulda ki sorumluluğumun büyük olduğunu hatırlattı. Ben şunu anladım: “Eğer okulda ki hocalığın başarılı olmazsa, ardında kıldığımız namazın zevki ve devamlılığı da zaafa uğrar.”

Anladım ki muallim olmak şahsiyetini, verdiği dersin değerini, okuttuğu kitabın hikmetini ve soru-cevap tekniğini doğru uygulamayı gerekiyor. Muallim bahçıvan gibidir. Sevgi, merhamet ve adaleti doğru bir ilkeyle yönetmelidir. Sevgi ve merhamet oluşturamayan muallimin başarısızlığı sadece ders ve notuyla da sınırlı değildir.

Aynı husus cami imamı için de geçerlidir. “Sevilmediği cemaate namaz kıldıran imamın namazı başlarından ileri geçmez” (Yani kabul edilmez) hadisi bu hakikati farklı olarak anlatmaktadır.

“Gelecek nesiller içinde iyi nam bırakmayı, hayırla anılmayı nasip eyle bana.” Ayeti Kerimesi özellikle muallim ve imam hatiplere ışık vermektedir. Nasıl ki tebliğin usul şartları (hikmet, güzel mev’ize ve en güzeliyle mücadele) tebliğden önemliyse, muallim ve imam olmanın şartlarında da durum aynıdır.

Muallim ve imam; gördüğünde imrenilen, göremediğinde ise özlenen ve hayırla yâd edilen olmalıdır. Eğitim için sadece kitap yeterli değildir. Kitaba can ve ruh veren ise muallimdir. Namazda da imamete kitabı en iyi bilenin tercih edilmesi bu hakikati pekiştirir.