Tıbba Yıllarını Vermiş Uzman Doktor Sadık Canlı’dan İlginç Tespitler:

"Kafaları Batı’ya endeksli doktorlar, insanları modern tıp adına sömürüyor. Gerekli gereksiz ameliyatlar yaparak teknolojiyi kullanıyorlar. Ama bunların dayandıkları ilim değil. İnsanları sadece oyalıyorlar"

Modern Tıp adına vahşetler sergileniyor. Bu sözler Modern Tıpta uzmanlık aşamasını tamamlamış yılların doktoru Sadık Canlı 'ya ait. Dr. Canlı, "Modern Tıp tamamen sömürüye, teknolojiye dayalı, ilme dayalı değil. İnsanlar oyalanıyor" diyor. Dr. Sadık Canlı'ya, Modern Tıpla ilgili sorular yönelttik. Canlı sorularımıza içtenlikle cevap vererek, Modern Tıbbın kendince açmazlarını ortaya koydu.

Tıp mesleğini bilerek mi seçtiniz?

Hayır, tamamen tevafuk oldu. Bir de o zamanlar tıp fakültelerinin çok revaçta olması beni etkilemiştir herhalde.

Modern Tıbbın "Alternatif Tıp" dediği Geleneksel Tıb'ba meyliniz ne zaman başladı?

Almanya'dan döndükten iki sene sonra bende İslâm’ı yaşama eğilimi olduğu için, müthiş derecede İslâmî ilimleri okumaya başladım. Halen de çok okumaya devam ediyorum. O sırada, benim farkında olmadığım bazı değişiklikler oldu. Sanki kafam bir şey tarafından hafif hafif yıkanmaya başlandı. Ben bunun farkında değildim. Ondan sonra hem çalışıyor, hem de Modern Tıbbı pratikte uyguluyordum. Fakat farkında olmadan benim bu tıbba olan bakışım değişiyordu. Bunda İslâmî İlimlerin çok büyük etkisi olduğunu zannediyorum.

Peki pratikte uyguladığınız Modern Tıbbın karşınıza çıkan açmazları sizin bu değişiminizde etkisi olmadı mı?

Hayır. Bu iş tamamen İslâmî boyutlarda başladı. Yani ben, yapılan bazı şeylerin İslâmî olmadığı kanaatine vararak, böyle düşünmeye başladım. Yoksa, "hastalar iyi tedavi olmuyorlar, Modern Tıp hastalıkları tedavi etmiyor" diye başka bir tıp arayışına geçmiş değilim. Yani benim öğrendiğim İslâm, öyle bir duygu oluşturdu ki, "bu yaptığım iş İslâmî değil" diye bir his uyandırdı. Ve bununla beraber, benim bakış açım tamamen değişmeye başladı. Bakış açım değiştikten sonra, benim bu alandaki çalışmalarım daha da hızlandı. İlk önce bende doğan bu hissin doğru olup olmadağını kendime kanıtlamam lazımdı. Bunu da ancak geleneksel tıbbın, İslâm Tıbbının, İslâm fıkhının Hulefa-i Raşidin dönemi ve sonrasında dünyaya bakış açısını iyice incelemem lâzımdı. Derinleşme beni oralara kadar götürdü.

İlk değişme nasıl oldu?

Yedi sekiz sene evvel safra kesesi ameliyatının lüzumsuzluğu kafama takıldı. Modern Tıp kitaplarını tekrar açıp inceledim (ki zaten çok okurdum) cerrah olmama rağmen bir dahiliye mütehassısından daha fazla bu işlere meraklıydım, "Acaba ben mi yanlış düşünüyorum?" diye. Gördüm ki, bir şekilde kafamız bir yöne doğru yönlendirilmiş ve safra kesesi ameliyatıyla biz safra kesesini alıyoruz. Safra kesesinin alınma gerekçesi, kesede taş oluşmasıdır. Modern Tıbbın dediğine göre, (ki ben buna inanmıyorum hâlâ) safra kesesindeki taş, karaciğerin yaptığı safranın kalite bozukluğundan dolayı oluşuyor. Safra kesesinin hiçbir günahı bu işte yoktur. Tek günahı, o taşa yataklık etmesidir. Bu ortaya çıkınca, düşündüğüm gün safra kesesi ameliyatını terk ettim. Yani  paramı kazandığım, devamlı yaptığım ve geçim kaynağım olan safra kesesi ameliyatını o günden beri de yapmıyorum.

Neden yapmıyorsunuz?

Tanıdıkların gönderdiği hastaları da ameliyat etmeyince, sizin sorduğunuz suali soruyorlar. Ama verdiğim cevabı anlayamıyorlar. Bu işin hem aklen hem de itikaden kabullenilmesi lâzm. Maalesef bütün insanların beyinleri Modern Tıp tarafından yıkandığı için, bunu kabullenmelerinin imkânı yok. Ben, İslâmî tarafını bırakıp akli yönünü anlatıyorum, "Haklısın" diyorlar ve "O zaman bize alternatif gösterin" diyorlar. Ama benim elimde hiçbir şey yok ki. Ben ilk önce red makamındayım. Fakat elimde bir şey yok. Bu yüzden safra kesesi ameliyatını bir daha yapmam. Aslında bu hastalığın çözümü var. Fakat şu anda bizim yaşadığımız ortamda, bu kafa yıkanmışlığında insanların bunu kabullenmelerine imkân yok.

Sanırım, Modernizme kafa tutan, fıtrî ve ilahî olanı kabul eden insanlar bunu kabule hazırlar.

Hayır, esas sorun onlarda. Basit bir safra kesesi ameliyatından yola çıktık ve ona devam ediyoruz. Karaciğerin bozuk, kaliteli safra yapmaması için ne yapmak lâzım. Bir insan bunun için tabii gıda haricinde hiçbir şey almaması lâzım. Geleneksel Tıp ve ilâhî yaşam tarzına evet diyen insanlara katiyen halis zeytinyağı yemen lâzım desen, hemen "kokuyor, bulamıyoruz" diye mazeret üretiyorlar. Hormonlar ve sun'i gübre ile yetiştirilmiş hiçbir gıdanın alınmaması lâzım.

Diyelim ki siz bunu kabul ettiniz. Peki bunları nasıl elde edeceksiniz?

Bu, bir devlet politikasıdır. Mesela sığır eti, hadislerde hiçbir zaman tavsiye edilmiyor. Hep koyun eti tavsiye edilmiş. Oysa Türkiye'de en fazla sığır eti tüketilmektedir. Yani bizdeki çarpıklıklar öyle boyutlara gelmiş ki, bunları düzeltmek veya ters-düz etmek için öncelikle kalben teslim olmak lâzım. Bu teslimiyeti gösteremediğimiz müddetçe, hiç kimsenin safra kalitesini düzelteceğini zannetmiyorum. Çünkü kolay şeyler var. Margarinler, rafine sıvı yağlar hem ucuz hem de temin etmesi kolay. Amma, hayat da öyle kolay değildir.

Modern Tıbbın politikası nedir?

"Hastayı tedavi etmeye çalış’tır. Dikkat edin, tedavi değil, ‘tedavi etmeye çalış’tır. Çünkü tedavileri yok

Yani Modern Tıp, sömürüye mi dayanıyor?

Tamamen sömürüye dayalı. İlime dayalı değil, teknolojiye dayalı ve insanları oyalıyorlar. Oyalayanların en büyük kısmı da inanmış görünen doktorlardır. Batı'nın rasyonalist kafasının ürettiği ilmin Türkiye ve İslâm Ümmetindeki temsilcileri, inanmış görünen, Müslüman görünen, ama kafa olarak Batı'ya endeksli doktorlardır; halkın hiçbir kabahati yoktur.

O zaman, mezkur şahısların bir "bilim felsefesi" yok ve "bilgi"yi niye bildiklerini bilmiyorlar denebilir mi?

Evet. Fakat bu, yalnız tıp i.in geçerli değil. Diğer ilim dalları için de geçerli. Biz Müslümanlar olarak kendi bilim felsefemizi ihdas etmediğimiz müddetçe, bunu ortaya çıkarmamıza da imkân yok. Tam sekiz senedir bu işle uğraşıyorum, ama yapayalnızım. Fakat ben buna iman ettim. Bu işte doğrular Allah'ın izniyle ortaya çıkacaktır. Bu işe iman etmiş doktorların da ortaya çıkması lâzım.

Modern Tıbbın, insanın kurdu olmasının sebebi, salt kazanmaya dayalı olan kapitalist sistemin bir parçası olmasından mı kaynaklanıyor? Çünkü Modern Tıp, "hastayı tedavi etmeye çalışın" derken, Kapitalizm de, "işçiye para verin, ama doymasın" diye buyuruyor.

Rasyonalist sistemin izi budur. Yani tamamen sömürüye dayanıyor.

Tarihte, Modern Tıbbın ilham kaynağı olan şahısların, Müslüman bilim adamları olduğu bilinmekte. Peki bugün Müslümanların neden "bilim felsefesi" yok? İslâm dünyası nerede hata yaptı? Bilimdeki tarih kırılması nerede başlıyor?

Burada sizinle belki psişik uyuşmazlığımız olabilir. Bu teorileri kendi kabuğum içinde kalarak ürettiğim için yanlış olabilir. "Kesinlikle doğru" olduklarını iddia etmiyorum. Kimseyle istişare yapmadan, yapayalnız, kendi çalışmalarımla üretmeye bakıyorum. Ki bunun da sıhhatli olması sual işaretidir. Çünkü istişare olmadan ilim olmaz. Maalesef yalnızım. Benim kafamda oluşan bilim felsefesine göre, yaptığım araştırmalara göre laiklik, Hulefa-i Raşidin döneminin bitiminden hemen sonra başladı. Bu laiklik, bu anda siyasette aktüel olan laikliğin aynısı zaten. O zaman bu, başlangıçta tabii ki daha siyasete intikal etmemişti, ama hayata derhal intikal etmişti. Şunu demek istiyorum: Bir insanın, bir Müminin hayatının çok değerli olmasından hareketle, maalesef âlimler, insanların hastalıklarını geçirmek, şifa bulabilmek için Cenabı Hakk'ın koyduğu kuralları kenara itip "haram" dediği şeylere ruhsat çıkarıp, geleneksel; Hz. Adem(as)'den bu tarafa gelip bazı sapık insanlar tarafından haram olan şeylerin tedavi maksatlı, tedavi niyetiyle Müslümanlar tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Yani, Peygamber (as) Efendimizin lafzıyla ve Kur'an'ın kesin emirleriyle haram olarak belirlenen şeylere, hiç de fazla zorlanmadan ruhsatlar çıkmış. Cenabı Allah’ın çizdiği hudutların aşılması laikliktir. "Cenabı Hakk'ın kanunları tamam da, ortada bir hayat var. Onu kurtarmaya çalışalım." İşte bu, laikliktir.

Şimdi, sorunuza gelelim: O zamanlar İbni Sina, Farabi vs. vardı deniyor. Oraya bir nokta koymamız lâzım. O insanların da kitaplarını okudum, bakıyorum ki, esas bozulma oradan geliyor. Şimdi Batı'daki Modern Tıp, dua etsin ki o adamlar varmış. Modern Tıbbın ilham kaynağı mezkur zevattır. Esas sapma o zaman başlamıştır. Ama o sapmanın bir tek özelliği vardı: Allah'ın hudutları dışına çıkmışlar, fakat fıtrat dışına çıkmamışlar. 1600'ün sonları ile 1700'ün başlarında fıtrat da terk edilmiş, Modern Tıp başlamıştır. Modern Tıp, tamamen bir sapmadır. Hıristiyanlar ve Yahudiler için de aynı şey geçerlidir. Orta Çağ Avrupa'sındaki geleneksel tıp, hâlâ gelenekselliğini muhafaza ediyordu. Haramla iştigal edebilirler, ama fıtri idi. Rasyonalist kafa, daha işin içine parmağını sokmamıştı. Rönesans ve sanayi devrimi ile birlikte perişanlık başlamıştır. Bunun da kökeni İbni Sina ve Farabi'lere dayanıyor.

Osmanlıcadan on bir tane tıp kitabı Türkiye Türkçesine çevirdim ve hepsini üçer-beşer defa okudum. Kitaba bakıyorum, tüylerim diken diken oluyor. Yani İslâm Tıbbında isimleri Arşı Alâ'ya çıkmış doktor, bir hastalıkta domuz kanı tavsiye edebiliyor. Oysa kesin hadis vardır: "Haramda şifa yoktur."

Hemen oraya girmek istiyorum. Modern Tıp, insanı fıtratından çıkardı. Son yıllarda dillerde dolaşan genetik bilim de bizi insanlığımızdan mı çıkaracak? Yani, bugünkü hâlden de öteye götürecek mi?

Fıtrattan çıkmak, zaten insanlıktan çıkmak demektir. Sapma başladı mı, arkası durmaz. Rum Suresi'nde, "Kendi elinizle kazandığınız musibetleri göreceksiniz" diye buyuruyor Allah.

Biraz açmak istiyorum: Genetik bilimi yayılırsa ve insanlar Modern Tıbbın esiri olduğu gibi, bu ilmin de esiri olursa, muhayyilemizde canlandıramayacağımız toplu vahşet olayları yaşanabilir mi? Mesela, bir insan aldığı bir hapın etkisiyle katliam yapıyor. Bu yarın hapla değil de genlerle yapılacak sanki?

Olabilir. Yalnız şunu da unutmama unutmamak lâzım. Hayata Cenabı Hakk'ın müdahalesi her an vardır.

Allah ders almamız için de musibetler yaratıyor.

Tabii. Cenabı Hakk, bize vaat ettiği, kıyamet gelmeden, Hz. Mesih gelmeden, bunlara engel teşkil edecek dediğiniz genetik ilminden hareketle bazı şeylerin ortaya çıkması olabilir, ama Cenabı Hakk'ın müdahalesiyle olmayabilir de. Biz, rasyonalist kafa ile Sünnetullahı  değiştiremeyiz. Biz, değiştirdiğimizi zannederiz, oysa kendimize tuzak hazırlarız.

Verdiğiniz bu cevapları topladığımda, karşıma Endülüs medeniyeti çıkıyor. Yani bozulmanın başladığı yer. Ve son yıllarda özellikle Türkiye'de Endülüs'e bir öykünme var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bozulma başladıktan bir süre sonra tasavvuf uleması ortaya çıkıyor. Tasavvuf ulemasının türemesindeki sebep, bu akımı elleriyle engelleyememeleridir. Kendilerini bir kenara çekip kapsüle etmişler. "Yazık, bu ümmet ne yapıyor?" diye feryat ediyorlar. Müdahale edemiyorlar. Çünkü revaçta olan ilim o. Devlet de o ilmi desteklediği için, böyle düşünen insanlar bir araya gelip kabuklaşmışlar. İşin içinde ifrat ve tefrit var. Ben burada tasavvufu kötülemiyorum. Sakın yanlış anlaşılmasın. Ama tasavvuf, fıtrata aykırı olan, yaşama olan reaksiyondan doğmuş.

Ha, o sıralarda Fahreddin Razi, İmam-ı Gazali, Muhiddin-i Arabi, İbni Rüşd var. İbni Rüşd, bu işi Avrupa'ya çekenlerin başında geliyor. Zaten kendisi de Endülüs yetiştirmesidir. Şimdi bu soruya cevap aramamız lâzım: "Endülüs'te neler oldu?" Orası hâlâ kapalı bir kutu.

Fakat, dikkatle incelediğimiz zaman, bakıyoruz ki Endülüs'te müthiş bir akılcılık başlamış. Akılcılık da, vahyin ne demek istediğini öğrenen bir akıl değil de, "vahyi kenara koyup da, bir şeyler yapabilir miyim?" diye ortaya çıkan bir akıl. İşte bunun için Endülüs medeniyeti hâlâ Avrupa'da konuşulup durur.

Türkiye'de de, Avrupa'ya hayranlık duyan insanlar tarafından yüceltiliyor. Ama o da bir sapmadır. Bunlar benim düşüncelerim. Yanlış olabilir, bunlar sapmadır. Sapmanın ispatı da, yaşadığımız ortamdan memnun muyuz, değil miyiz diye bir sual soralım. Yaşadığı ortamdan memnun değilsek, bizi bu hâle ne getirdi sorusuna cevap aramak lâzım. Vahiy mi, akıl mı getirdi? Şu dünyada biz memnun değilsek, bu hâle bizi ne getirdi? Biz yalnız kendi aklımızı rehber edip vahyi bir kenara koyduğumuz için, ortaya böyle bir rezalet çıktı. Rum Suresi'nde Cenabı Hakk "Kendi elinizle yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz" buyurur, bu musibeti meydana getiren bizleriz. Gerek susarak, gerekse destekleyerek bu rezalete sebep olduğumuz için, hepimiz suçluyuz.

Dönelim tıbba. Tıpta birinci derecede suçlu olan doktorlardır; düşünmeyen doktorlardır. Çünkü Modern Tıbbın sapma olduğunu ortaya çıkarabilmeleri için biz insanın, bir saniye tefekkür etmesi yeterlidir. Nasıl? Tedavi ettiği insana bakacak, hastalığa bakacak doktor. Bu adamda neler oluyor, neler olmuyor? Tedavi için ne yapıyorum? Ve benim elimdeki hap olmazsa, bu insanı ne yapacağım, Ölüme mi mahkum edeceğim? Doktor yaptığı şeyi çok iyi bilmeli. Tedavi etmeye mi çalışıyor, yoksa ölüme mi savaş açtı? Bir doktor zaten bunları tefekkürüne koyarsa, iş hemen meydana çıkar. Yalnız, tefekküre koydurmayan da şeytandır zaten. Çünkü rahatı bozulacaktır doktorun. Tefekkür etmek bile rahatsızlık verir insana. Çünkü tefekkür sonucunda bazı doğrular meydana çıkar ve bunlar da kimsenin hoşuna gitmez. Onun için de insanlar, özellikle tıp doktorları, tefekkürden kaçarlar. "Niye uğraşayım ki?" diyor. "Önümde hazır Modern Tıp var, İyileşir veya iyileşmez. Paramı da kazanıyorum. Hayat dediğin ne ki zaten? İyileştiğini zanneden hastayı tedavi etme, para kazanmadır."
-----------
Merhum bilge hekim Sadık Canlı ile Metin Hasırcı – Erdal Şimşek’in Akit Gazetesi’nde 29 Ekim 1996 tarihinde yayımlanan söyleşinin ilk bölümünü yayınlıyoruz.