Kan damlamış Nil Nehri’ ne.

Havada kesif bir matem esintisi.

Adalet ayaklar altında paslı bir pranga,

Dillerse yalana teslim taşlaşmış suratlarda.

Firavun nesli hala dipdiri ve küfre muhtaç.

Piramitler yeni konuklarını beklemekte sayısız tuzakla.

Gize korkulu rüyalara teslim, çölde mağrur ve  tek başına.

Kahire’ de ise yargıçlar çetesine kurban ediliyor ecelsiz yaşamlar.

Mahkemelerde Mısır Tanrısı Osiris’ in terazisi kurulu, kantar yamuk.

Hukuk bir tiyatro eseri kadar kurgulu ve gerçek ötesi.

Yargı ölüme kurulmuş bir sapan gibi gergin ve cüretkâr.

Roller sahte, hüküm karanlıklar tanrısına teslim, yalancı dudaklarda.

Vicdanlar şeytani kuruntu yuvası, ucuz ve vesveseli.

                                           ***

Krallar Vadisi’ nde bir bedevinin ağıtı yankılanıyor kıldan çadırlarda.

Seherde gelen bir beddua ısıtıyor, ihtiyarların soğumuş yüreğini.

Şehit Seyyid Kutub’ un son sözü geliyor akıllara:

“Allah’a şükürler olsun. Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem... “

Kutlu bir ölümün ardından gelen muştunun sancısını çekiyor, baharda açan çiçekler.

Mirası olmayan babaların hüzünlü vedası düşüyor, çocuksu yüreklere.

Şehadet var ufukta besbelli, kırılmış kalem.

Çağlara baki kalmak uğruna, nekropollerde kurban ediliyor hırpalanmış bedenler.

Firavun Ramses’ e inat, darağacında filizleniyor kutsalın namusu.

İhvanın adı yankılanıyor bedevi masallarında.

Özgürlük ve direniş hikayeleri yazılıyor Tora Hapishanesi’ nde.

                                           ***

Rabia meydanına sığmayacak kadar büyük bir kavga bu.

Mursi, Biltaci, Ahmedi, Esma ve diğerleri…

Ahınız, kızıldan bir deniz gibi boğacak firavun artıklarını.

Emir bekleyecek Ebabil, kulağı semada.

Harun gibi meydan okuyacak  yiğitler, yumruklar sıkılı.

Yere atılan asa gibi dehşete düşecek ejder görünümlü yılan.

Bir Musa korkusu saracak Ölüler Tanrısı Anubis’ i.

Kâhinlerin rüyalarında yankılanacak belanın borazanı.

Dokuz genç adamın laneti kavuracak Sina Çölü’ nü.

Kan kırmızısı akacak nehirler, sular irinli.

Kurbağa yağacak gökyüzünden, develer kuduz.

Doğan her bebekte kara bir leke, anneler matemde.

Dikenli tellere sarılacak yetim ve öksüz bedenler.

Süt değil nefret emecek ana göğsünden çocuklar.

Mahsulat yerine kin ve nefret kusacak toprak.

Cüzzamlıların feryadı delecek kulakları bir kurşun gibi…

Masumiyetin kâbusu girecek sonu olmayan rüyalara.

Hakkın ateşten kırbacı vuracak yüzlere.

Kâhinler kaçacak gece gelen vebalılardan.

Susuzlukta boğulacak Nil’deki yavru balıklar.

Kurban edilecek bakire kızlar yıkık sunaklarda.

Gökten rahmet değil, hüküm yağacak toprağa.

Lal olacak yürekler, gözlerde dehşetin soğuk teni.

Arz, bir şark masalı gibi anlatacak babasız çocukların soylu kinini.

                                             ***

Ey Mısır!

Kadim medeniyetin insanlık tarihi…

Peygamberler yurdu,

Çölde açan çiçek.

Musa’ nın göbek bağı,

Yakup’ un gören gözü,

Sen açtın lanet kapılarını ardına kadar,

Kaderin tekerrür edecek,   ulaklardan  haber var!

Elbet yaptığının bir bedeli olacak ve ödeyeceksin bu ağır bedeli,

Ah! Yerde kalmayacak, asil bir vaat var buna inan…

İşte bu da hükmün en büyüğü ve ta kendisi, el- eman!

“Zalimlere kendi mazeretlerinin hiçbir yarar sağlamayacağı gün; lanet de onlarındır, yurdun en kötüsü de…”