Nükte fabrikası.

Yok yok nükte fabrikatörü.

Çoğu zaman nükteleri, tek satırlık metaforlardır. Bazen de aforizmalar.

Su içer, yemek yer, kahve yudumlar gibi nükte üretir.

En çetrefil konuyu bile üç satırlık bir paragrafla basite /yalına indirgeyebilir, herkesin anlayabileceği şekle sokabilir.

Taşı gediğine koyma ustası.

Nüktenin yeri geldi mi affetmez. Kendisini bile.

Atalarının 1877’de göç ettiği Kuzey Bulgaristan’ı geziyorduk birlikte. DobriçTervel’deki söyleşiye biraz gecikmiştik. Özrü tarihe geçti: ‘Çok özür diliyorum, biraz geç kaldık; yüz otuz altı yıl kadar!’

Haza Türk. Haza Müslüman. Yere iki ayağıyla birden, sağlam basıyor Mehmet Şeker: Sarışınlığı Rumelili babasından, kumrallığı Anadolulu annesinden geliyor; meşhur Doksan Üç Harbi’nde (r.1293/m.1877) Bulgaristan VelikoTırnovo’dan Bursa Gemlik’e göçmek zorunda kalan Mehmet Efendi’nin torunudur o.

Kısmet oldu, dede diyarına birlikte gittik, dede topraklarını birlikte bulduk, birlikte Fatiha okuduk, terkedilmişliğin hüznü yüzlerinden okunan mezar taşlarını okşaya okşaya.

Bu arada, bu kadar zarif bir kaleme sahip bir yazarın büyük büyük dedesinin köyünün adı ne olabilir dersiniz? Tahmin edin: Yazıcılar.

Susan, çok çok az konuşan adamdır o.

Bir cümleyle kahkaha fırtınaları kopartan adam o.

Sakin, duru, müeddep bir mizaca sahiptir. Tevazuun kitabını yazan adamdır. Sözünün eridir. Vefalı adamdır da. Dostluğu, arkadaşlığı, hele yol arkadaşlığı ömre bedeldir.

Hayatımızı tatlandıran, gülümseten, güzelleştiren adamdır o.

‘İlk başkent’Bursa’dan yola çıkar yazarımız. Hızlı bir geçişle ‘modern başkent’e, Ankara’ya geçer üniversite tahsili için. İlk dergi, ilk gazetecilik, ilk muhabirlik, ilk yazarlık hep Ankara’dadır. Bakar ki Ankara kesmiyor onu, doğru ‘son başkent’ İstanbul’a.

Yirmi yıldır Yeni Şafak GrossMarketi’ndeki kendi reyonunda, elinde ‘Şekerlik’, ağızlarımızı, dimağlarımızı, zihinlerimizi tatlandırarak geçinip gitmektedir.

Kendisinin de unuttuğu şairliği vardır bir de; yirmi iki sene önce yayımlanmış şiir kitabı da: ‘DemDem Demokrasi.’ Umutla, hasretle, sabırla ‘yeniden şiir’e döneceği günleri beklemekteyiz.

Gerçi o ‘mizahın şiirini’ yazıyor, haftanın üç günü köşesinde; amenna!

Bu güzel adama, bu gönül erine, bu güzel kaleme, ‘kader’in de güzle bir şakası olmalı değil mi: Üçüncü Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’la oda arkadaşlığı!

Anlayamadığınızı, şaşırdığınızı, ‘o da ne demek öyle?’ dediğinizi işitir gibiyim; ama gerçekten de öyle! (Bu da sevgili Mehmet’in nüktelerine benden bir nazire olsun. Çok önemli bir sırrı da fâş etmiş olayım böylece…)

Arz edeyim efendim: İstiklâl Harbi’mizin meşhur Galip Hocası Celal Bayar, Bursa Gemliklidir, tıpkı Mehmet Şeker gibi. Aynı köylüdürler de. Bayar, yüz üç yaşındayken 1986 yılında vefat edince,üçüncü cumhurbaşkanımıza doğup büyüdüğü köyde bir müze yapmaya karar verir devletimiz; uygun yer bulunur, istimlâk edilir, müze oluşturulur ve merhum Bayar’ın naaşı da o müzeye defnedilir. Kaderin cilvesine bakın ki, müze için istimlâk edilen yer Mehmet Şeker’lerin evi, naaşın konulduğu yer ise Mehmet Şeker’in yatıp kalktığı, giyinip soyunduğu, okuyup yazdığı, ödevlerini yaptığı odasıdır. ‘Oda arkadaşlığı’ tescillenir böylece. Talihin zarif bir şakası olmalıdır bu durum, Mehmet Şeker’e…

Der gibi yapmaz, der diyeceğini; çıkardığı ilk derginin adı da ‘Dergibi’dir zaten.

Güler yüzlü muvafıktır, güler yüzlü muhaliftir de. ‘Muhalif Tebessüm’ kitabının adı karakterini özetliyor zaten.

Hayatın, hayatımızım, hayatlarımızın tebessümüdür Mehmet Şeker. Yazdıkları çocukluğumuzun ‘horoz şekeri’ tadında kıvamında lezzetindedir. Yaşadığımız hüzünleri, zarif bir mizahla önümüze seriyor.

Sahih, yalın, rahat; sıcak, sımsıcak bir Türkçe kullanıyor; ana dili, anamızın dili, Anadolu’nun dili ile yazıyor. Türkçeyi ‘en iyi’ kullananlardan: Ve elbette ‘en etkin.’

Güzel adamdır o; güzelleştiren adam; güzellemeler yazıyor bizler için.

Nüktenin güzellemesini yazan, nüktenin kitabını yazan, nüktenin ansiklopedisini yazan adamdır Mehmet Şeker.

Nükte adam. Nükteden adam. Nüktedan adam.

O bizim nükte virtüözümüzdür.