Portre / Fahri Tuna

Adanalı Karacaoğlan. Garacaoğlanımız.

Kırk’lan’mışlarımızdandır.

Kitaplarının sayısı da kırkı geçti üstelik. Çok yazmıyor musun? sorusuna verdiği cevap şahane olduğu kadar da düşündürücüdür: Otuz yıldır kütüphanesine kapanmış benim gibi biri için kırk kitap çok olmadığı gibi az da sayılabilir. Bence arkadaşlar az yazıyor!

Mehmet Aycı’nın bu güzel tespiti bana, Vizyon Dergisi’ne röportaj veren Barış Manço’ya, dergi muhabirinin niçin saçlarınız uzun? sorusuna verdiği cevabı hatırlattı: Benim saçlarım uzun değil hanımefendi, başkalarının saçları kısa. Elhak Mehmet’e hak veriyoruz. Barış’a da tabii.

Şiirleri serbest midir Mehmet Aycı’nın, hece mi yoksa aruz mu? Halk edebiyatına mı dâhil edilmelidir, Divan edebiyatına mı? Cevabını yine Mehmet’ten alalım: Bunlar akademik ayrımlar. Beni hiç bağlamıyor! (Son yıllarda duyduğum en akil ve arkaik cevaptır bu.) Eyvallah yiğit adam.

Ölçülü ve uyaklı şairdir. Ama takılmaz bunlara o.

Aileden şairimiz o bizim. Hece şiiri bende kalıtsal, aileden gelen bir şey, kulağıma söylenen ninnilerle başlıyor; yedili mi sekizli mi on birli mi diye ayırmak meleke haline gelmiş sözleri de ona ait. Ailemizin şairi olması da biraz da bundan mıdır acep.

Türk toplumu yapmakta mahirdir, bizim Mehmet’imiz yazmakta; ne güzel.

Kalabalıklarla fotoğraf paylaşımı aldatmasın sizi; çekildiği adasında bir başına yaşıyor Mehmet. Oradan güleryüzlü neşideler gönderiyor bizlere. Ne güzel. Hakkını ödeyemeyiz.

‘Cı’ eki meslek ekidir, severim. Güzel dil Türkçe der. Eyvallah. Katılırız. Aycı da öyle. Ay yüzlü şiirler denemeler portreler bağışlıyor okuruna. Cömert şair. Aycı yazıcı o.

Türk edebiyatında gelmiş geçmiş on yedi, yaşayan da on portre yazarından birisidir Mehmet Aycı. Otuz yılını portre edebiyatına vermiş biri olarak söylüyorum: Bana göre Türk portre edebiyatının yaşayan en iyi yazarı Mehmet Aycı’dır. Hiç tartışmam. Hepimizden en az on puan fazlayı hak etmektedir kardeşim. Yine bir iddiam: Türk portre edebiyatının da - bu fakire göre - Cemal Süreya ile birlikte en iyi iki yazarından birisidir. İnsaflı analiz yapan herkes bunu fark edecektir.

Mehmet Aycı, Adem Karafilik’le yakın zamanda yaptığı bir söyleşide birkaç kişiyi hariç tutarsanız, diğerleri hatıra ağırlıklı yazılar. Onları portre saymamak lâzım diye düşünüyorum diyor.

Portresi yazdığı kişilerin sık sık kendimi ben de senin yazında tanıdım demeleri Aycı’nın şahane gözlemleri, izdüşümleri, lirik anlatımı ve yazdığını da / okurunu da alıp başka bir gezegende dolaştırmasının eseri aslında.

İmge katarına bindirilmiş bir lirizm hâkim öncelikle Mehmet Aycı’nın portrelerine. Coşkunluk akıp gidiyor. Zaman mekân üzeri portreler onlar. Sürprizleri de var yer yer ama.

Şiir musikidir diyen Yahya Kemal merhuma selâm olsun buradan. Aycı, portreyi de musiki lezzetinde okutuyor bizlere. Ve yer yer karıştırmadan edemiyoruz: Okuduğumuz şiir mi, dinlediğimiz beste mi.

Üçlemeleri de çokçadır. Bu fakir gibi.

Her ne kadar şairler düzgün cümle kuramıyor dese de aksine en güzel portreleri şairler yazıyor: Örnek mi; Mehmet Aycı en başta.

Serapa yazıyor Mehmet.

Şiirleri kadar portreleriyle de serap serinliğimiz o bizim.     

Türküleri şiir, yüksek sanat eseri sayar Aycı.

Vefalı kalem: Sabahattin Ali okuyarak yazar oldum ve ekliyor: Dilimin inşasında çok kişinin emeği ve katkısı var. En başta da annemin.

Hem üstün yeteneklidir o, hem de çok çalışkan. Yetenekle emeğin izdivacından kırk pırlanta eser, şaşılacak ne var ki bunda.

Bir eli Karacaoğlandır onun, diğer eli Sezai Karakoç. Bir gözü Dadaloğludur, bir kulağı Neşet Ertaş. Ama hep kendisi, hep özgün, hep özeldir.

Gurban olurum, canımsın; bu iki sözün Mehmet Aycı kadar yakışanını görmedim duymadım işitmedim yeryüzünde ben.

Akademiayı kaldırıp çöpe atan adam.

Her dem yeni, der dem taze metinler yazıyor Mehmet.

Bütüncül bakan, bütüncül gören, bütüncül yazan adam.

Otuz yıldır kütüphanesine kapanmış olması korkutmasın sizi; hiç de didaktik değildir.

Yazar, Konuşur. Der.

Dedi mi, dedi ki, dedi ği kitaptır.

Kitap adam.

Aykitap. Aycıkitaplar. Aycıkitapları. Şifa, huzur, zihne anahtar.

Lirik birer Aycı masalı ondan okuduğumuz her şey.

Ellerin sahiden ince, incelikli, şiir / Kendimiz kalmıyoruz benden geçmeyince / Seviyoruz ya işte ondan uçuyor kuşlar / Hem şiir hem öykü oluyor gözlerin / Şehirlerin her sabah şerh ettiği gülüşün / ne çok şey sığıyor gönül kelimesine / İçimize kendimizi kilitliyoruz en çok / Susunca suçukunca! / Çocukluğumuz çıkıyor karşımıza ansızın / Sevince sevilince / Her mevsim meyvelenir aşka doğurganlığın / Kendine her çıktığında başka çıkarsın / Kendini her sürdüğünde artar tazeliğin / Yaşarken geçiyoruz cehenneminden / Yaşarken tadıyoruz cennetin ne güzel / Kendimize söylüyoruz kime ne söylüyorsak / Her sana gelmek yarım / Çekime ek yaratan Tanrım, ne güzelsin / Ya bir dile gelirse, anlatırsa her şeyi / Sığındığımız liman, çekildiğimiz ada! / … içi bulutlu gibi bir cümle / Sözcüklerin sekişinden tanıyorum sesini / Her zaman akıl karışık ve hayat sade! / Sen yürüyünce / Güzel bir şey diyorum / Cennetten çıkmak! / Allah’ım bu Türkçe ne güzel bir dil / Yaşıyoruz çok şükür / Daha iyisi var mı? / Belki yarın ölürüm bir şeyler yarım kalır / İnsan en çok kendine karışınca çoğalır / Sen öyle uzaklaşınca sözcükler de kekeme! / Bütün bunlar tamam da / Nasıl küsebiliriz ki dünyanın cennetine! / Beklemek bir cennet, sen varsın içinde! / İnsan kendi haritasından ibarettir sevgilim / Her an cennete çıkıyor kapıları içimin. Aycı’nın edebiyat sarayından sizin için seçtiğim beş on dize. Her biri birbirinden özgün, leziz, nefis.    

Her şair bir dizeden ibaretse eğer, benim için Aycı Her şey nasıl da gerçek / Her şey nasıl da masal dizesidir en çok.

Gönlü bir tebessüm atölyesi adeta.

Bay tebessüm, ay tebessüm, aydan tebessüm.

İki Yüz cümle bile yetersizdir onu anlatmaya.

Kısacası, Böyle Biliriz biz onu. Affetsin.

Muzip bir sus işaretimiz o.

Yazdık, sustuk.