Kuruluşunda "Kim olursa olsun, zalime karşı mazlumdan yana" ilkesiyle yola çıkan İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), 28 Ocak 1991 tarihinde kurulmuş,

            Devletten ve siyasal parti ve gruplardan bağımsız çalışan bir insan hakları örgütü olarak, insan haklarını hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm insanlar için çifte standartsız bir temelde savunmaya kararlı bir anlayışla yola koyulmuş, Türkiye içinde ve dışında insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi; her türlü insan hakları ihlallerinin son bulması için çalışmak üzere yürüyeceğini vaat etmişti.

            Yaklaşık 25 yıllık bir mazisi olan bu derneğin, bu güne kadarki seyrine baktığımızda, ne yazık ki önemli sapmalara, diğer derneklerde olan handikaplara düştüğünü, benzeştiğini, arı ve duru bir insan hakları mücadelesini bütünüyle gerçekleştiremediğini müşahede etmiş bulunmaktayız.

            1998 Yılından beri, hem içerden hem de dışarıdan bu derneği ve faaliyetlerini takip edenlerdeniz. 1998-2002 Yılları arasında da, dört yıl süreyle şube baş hizmetkarlığı ve GYK üyeliği de yapmış bir insan olarak, cemaziyelevvelini çok iyi bildiğimizi düşünmekteyiz.

            Çok acıdır ki, Türkiye Müslümanları, sadece dernek faaliyetlerinde değil, siyasi, iktisadi, içtimai, kültürel ve toplumsal tüm faaliyetlerinde, vaat ettikleri “İslami, milli, yerli, hukuki ve ahlaki” tavır ve eylemleri, iş başa düştüğünde tam yerine getirememiş, iyi bir “örneklik” oluşturamamışlardır.

            Mazlumder de bu kategori de yerini almış, “Erdemliler hareketi” iddiasıyla yola çıkıldığı halde, birtakım sapmalara maruz kalabilmiştir.

           Hususen, kavmiyetçilik, asabiyetçilik, sülalecilik ve bölgecilik konusunda bir türlü netleşememiş, anarşik çevreler ve onların siyasi uzantılarıyla arasına net bir mesafe koyamamış, açık bir tavır sergileyememiştir.

            Hatta, hususen genel merkezi ve büyük ölçüde şubeleri de belli kılik ve asabiyetlere yakın tutma ve yapılandırma da bir hassasiyete sahip olduğu da gözden kaçmamıştır.

            Malum kökü dışarıda ayrılıkçı ve kavmiyetçi çevrelere, zaman zaman örtülü ve İslami yapıdan fark edilmeyecek şekilde, müdafii olmasa da, sessiz kaldığı ve göz yumduğu  nazardan kaçmamıştır.

                  Muhtemelen 90’lı yılların sonlarında, merkezi bir yönetim toplantısında, “Kürt sorununa” (böyle ifade edilişine şiddetle karşıyım ve hep karşı durdum) bakışımızı belirlerken, bendenizin ta o zaman dile getirdiğim; “ Tek devlet, tek vatan, tek millet ve tek bayrak” esas ve vazgeçilmezlerimiz olarak, her türlü hakların tüm milletimize verilmesini savunurken, derneğin tepesindekilerin, o sıkıntılı bölgemizdeki kardeşlerimizi zikrederek, “Onların da kendi geleceklerini, kendileri tayin etme hakkı vardır” çıkışıyla karşılaştığımızı ve “esas zihniyetin” ne olduğunu ortaya çıkarması bakımından ve bu zihniyetin  o zamandan beri günümüze kadar az veya çok  süregeldiğini, bir tespit ve gözlem olarak belirtmek isterim.

                 Filhakika, o tarihlerde Mazlumder de beraber ve aynı çizgide yürüyen iki yönetici arkadaşımız, biri malum şebekenin siyasi uzantısında, diğeri de iktidar cenahında yer aldığı, farklı kulvarlarda ama  aynı hedefe selam verdikleri, özellikle “ilahiyatçı” kimliğiyle, birçokları tarafından ve hususen iktidar tarafından fark edilmedikleri de gözlemlerimiz arasında yer almaktadır.

                Hatta, devletin başına bile, o güne kadar devletçe hiç kullanılmayan “….sorunu”  ifadesini söylettirme ve kabul ettirmede( daha sonra  devlet erkanınca bu söylemin yanlış olduğu fark edilmiş ve vazgeçilmiştir), bu çevrelerin büyük rolünün olduğunu tahmin etmekteyiz.

                       Dahası, Irak’ı işgal ile yakıp yıkan cani  Buş’un, o tarihlerde Türkiye’yi ziyaretlerinde, Mazlumder başının İstanbul da kendisiyle ( Buş katiliyle) görüşmeye can attığı ve görüştüğü de bilinmekte, tenkitlere ise “ Biz de ona ABD’nin hak ihlallerini söyledik” safsatasıyla meşrulaştırma çabasında oldukları da bir vakıadır. Yine aynı yıllarda, pusuya düşürülerek katledilen çok sayıda askerimize yönelik katliamı kınayan bir basın açıklamamıza, “Asker ölümleri bizim alanımıza girmez” diyebilmiş ve bizleri tenkit edebilmişlerdir. Benzeri bir tavrı da” bayrağımıza yönelik hakareti” kınamada yaşamıştık.

                       Müteakip yıllarda, genel kurul toplantılarında, “ …. sorunu” demeyelim, o zaman her sülale kendi aidiyetiyle “ benim de sorunum var” der ve sorun üzerinden bölücülük olur, bunun yerine “insan hakları sorunu,”  “hukuk ya da adalet sorunu” diyelim ve “tüm milletimizi içine alan bir yaklaşım sergileyelim” önerime, sıkıntılı bölgemizin şube hizmetkarları şiddetle karşı çıkmış ve üzerimize yürümüşlerdi. Böyle bir seyir içinde 2002’ye gelinmiş, çizgi çok fazla değişmemiş, bu çizgiden uzak şubelerin ekserisi de, “malum çizgiyi” görememiş, bilerek ve bilmeyerek o çizgiye hizmet etmiş, insan hakları mücadelesini değişen iktidara havale etmiş, organik bağ kurmuş, süregelen hak ihlallerine ses çıkarmamış ya da çifte sıtandartla yaklaşmış,  büyük ölçüde tabela  derneği olarak faaliyetten uzak ve atıl hale gelmiştir.

                      Şahit olduğum ama bu makaleye sığmayacak daha  birçok gözlemim bulunmaktadır. Şimdilik bu kadarıyla iktifa ediyor ve şunu diyoruz:

                      “ Tatsız yargı süreci ve 19 Mart 2017 tarihinde yapılan son sıkıntılı olağanüstü kongre ile el değiştiren Mazlumder’in, tüm şubeleri yeniden organize ve tesis ederek, insan hakları mücadelesinin ilkelerini, işgalci ve sömürgeci batı normlarından değil, kendi inanç, kültür, medeniyet ve tarihinden alarak, yeni bir “İslami cihanşümul insan hakları  manifestosu” oluşturmalı, devletten ve partilerden, tüm kıliklerden bağımsız, ümmet ve insanlık bilinciyle,  adil ve adaletli, kim olursa olsun zalimin karşısında, mazlumun yanında, aktif, etkin bir insan haklar derneği olmalıdır.” Tarihi ve uhrevi  sorumluluk onları beklemektedir.