Cemal Süreya'nın "Sevda Sözleri"ni okuduğumda elbette yaralanmıştım. Fakat o yara, diğer yaraları iyileştiren bir yaraydı. Büyük şairler böyledir, yaşatan yaralar açarlar kalbinizde. Başka yaraları onaran, iyileştiren yaralar.
"Onların, yani sizin hayatınıza / Şarkılar girmiş, şarkısız edemiyorsunuz / Şarkılar yani barış, yani gökyüzü / Yani bazan burun buruna geldiğiniz köşebaşlarında / Sonra usul usul, yavaş yavaş kaybettiğiniz"
Cemal Süreya'nın şiirleri hayatım boyunca elimden tuttu, daraldığımda elimi tuttu, kalbime götürdü. Şimdi de Zuhal Erol'un canayakın kitabında hatırlatıyor kendini, bir kalbimiz olduğunu. Büyük şairler böyledir de, sizi asla terketmezler. Elleri üstünüzdedir hep.
"Hep yaşadığımı hatırlatıyorum kendime / Diyorum ki işin acele / Bir gün ne el kalacak tutmak için / Ne yürümek için bacak / Ne bulutların seyri / Ne de bir hatıra dünyamızdan / Çünkü hatıralar kuşlar gibi / Dal ister konacak"
Zuhal Erol'un "Şarkılar Girmiş Hayatımıza" adını verdiği iyilikler kitabı, Oktay Rifat şiiri gibi, hatıralara konacakları dallar uzatıyor.
Her yazarın okuyanı ağlatan, güldüren, umutlandıran, sarsan bir cümlesi vardır mutlaka. Yazarlar bunu başarabildikleri için yazar olurlar. Bize göre imkansız bir mucize olan duygular canlandırmak yazarlar için kolaydır kolay olmasına ama yazıya can koymak zordur. İyileştiren bir yara açmaktır bu. Ölümsüz yazıları işte o can yaşatır. Okuyanı hayata o can bağlar. Zuhal Erol'un kitabında var o candan, o hayat ağacından, dallarına hatıra kuşlarının konduğu o can ağacından.
En değerli hayat kendi hayatımızdır. Çünkü yalnızca bir seferliktir. Yalnızca bize aittir. Yaşadığımız kadar. Aklımızda kaldığı kadar. Fakat çoğu zaman yaşadığımızın farkında değiliz, değerini bilmiyoruz nefes almanın. Oysa günler ne çok şey söyleyerek geçiyor. Ne çok şarkı, ne çok hatıra...
"Günlere bakarsın katı katı / Üzerine çekersin perde / Yoldan geçenler var da / Her akşam gelenler nerde?"
Yetmişli yılları, sonra seksenleri Zuhal Erol'la birlikte yaşadık. Zuhal, kıymetli olanı aklında tutmuş. Doğrusu yüreğinde... Günlere katı katı bakmamış. Yoldan geçenleri unutmamış. "Her akşam gelenler nerde?" diye soracak kadar vefalı çıkmış. Eskiler "hakikatli" derlerdi, vefalı insanlara. Zuhal Erol'un, hakikatli olduğunu okuyoruz bu kitapta. Yazıya can koymak demiştim ya. O can, Zuhal'in göğsünde Nazım Hikmet'in "kararmaya görsün" dediği "cevahir" misali hiç kararmadan yaşamış, durmuş. Şimdi bu yazılarda "sürahide ışıldayan taze su" gibi insanı hayata bağlıyor.
Sevmezseniz hatırlamazsınız. 
Zuhal, ne çok sevmiş ki bu kadar canlı ve bu kadar güzel hatırlıyor. Hayatın canı, önce yazarın göğsünde atacak. Yoksa yalnız yazı... Yalnız günler... Yalnız takvim yaprakları... Yalnız bir sonbahar gibi.
Oysa insan yazıları değil hayatı okumak ister. Hayatı yani şarkıları. Zuhal Erol'un kitabını okurken "O. Henry"nin meşhur "Son Yaprak" hikayesini hatırlamam boşuna değil. Zuhal bu kitapla, hasta yatağında, penceresinden gördüğü ağacın düşen yapraklarıyla kalan günlerini bir tutarak çaresizce ölümü bekleyen genç kıza, iyi kalpli, yaşlı ressam komşusunun bahçedeki ağaca hiçbir rüzgarda yere düşmeyen bir yaprak eklemesi gibi, düşmeyen birer yaprak hediye ediyor sayfa sayfa, yaprak yaprak...
Siyah beyaz, uzaktan kumandasız, üzeri dantel örtülü bir televizyonda Eurovision şarkı yarışması seyretmiş, seçtiğiniz şarkılardan "karışık kaset"ler doldurtmuşsanız, Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu okumuş, Göksel Arsoy'lu, Belgin Doruk'lu, Münir Özkul'lu, Adile Naşit'li Yeşilçam filmleri biterken SON yazısını gözünüzde titreyen damlalarla görmüşseniz, siyah önlükleriniz, beyaz yakalarınız ve cebinizde ütülü mendillerinizle sıra olduğunuz okul sabahlarında heyecanla andımızı söylediyseniz, Pinokyo bisikletleri, horoz şekerlerini, Elvan gazozlarını, yerli malı haftasını, Küçük Ev'deki Laura'yı, Heidi'yi, Erkin Koray'ı, Cem Karaca'yı, Barış Manço'yu hatırlıyorsanız, bayram sabahı giyeceğiniz kırmızı pabuçlarınız başucunuzda bir gece bile uyuduysanız, Zuhal Erol'un yazılarını yaralarınızı iyileştiren bir neşeli hüzünle okuyacaksınız demektir.
Diyeceğim, şu acı hayat ancak bu kadar tatlı anlatılabilirdi. Zuhal Erol gülümser gibi yazmış, hayata gülümser gibi... Çocukken de zeytin taneleri gibi kapkara gözleri pırıl pırıl gülümserdi benim kıvırcık kız kardeşimin. Demek ki Zuhal hep o gözleri şarkılar söyleyen güzel çocuk olarak kalmış.
Zuhal Erol'un ilk kitabının adı hem Cemal Süreya'ya hem bütün şairlere, yazarlara bir saygı duruşu gibi. "Keşke ben de böyle bir kitap yazabilseydim" diyerek katılıyorum bu saygı duruşuna.