Her canlı da korku vardır. Dinimizin ilk müjdesi insanı korku ve hüzünden emin kılmasıdır. Zaten hidayette bunu temin için vardır. İşte ayeti Kerime: ” Kim benim gönderdiğim hidayete/rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir.” (2,38). Tüm canlılar korkuyu yaşamaktadırlar. Özellikle insanların korkuları canlılar içinde daha çok ve belirgindir. İnsanı sadece zam ve vehimleri değil, iblisten hem cinsine kadar birçok şey korkutur. Zaten ”Korkuyla “imtihan edileceğimiz ayetlerde bize öğretilmedi mi? Belki de ilk sınandığımız hakikat korku bilincidir. (2/155). Korkuya verebileceğimiz cevap satırlarda yazılsa da sadırlarda yer etmesi çok kolay değildir. Bu sebeple Hz. Musa aleyhisselamın farklı korkuları Kur’an’ı Kerimde sıklıkla ele alınmaktadır. Bu örnekte korkunun nasıl yönetildiği açıkça görülmektedir.

Korkunun methedildiği gibi zem edildiği de hepimizin malumudur. Korku insanın fıtratının gereğidir. İman ise korkuyu yönetme bakımından önemli bir husustur. Aileler, devletler ve toplum birbirini korkutarak hedeflerine ulaşmak istemektedirler. Korkuların farklı sebepleri ve dereceleri vardır. Bu sebep ve dereceleri fark edemeyenler mağlubiyet ve esarete teslim olmuş olurlar. Dünyevi makamlar da korku sebebidir. “İlahi makam” ise imanın korkusunu ve özgürlüğü ifade eder. “İnsani makamlar” ise insanı köleleştiren husustur. Mısırlı sihirbazlar firavundan Hz. Musa’yı sihirle yenerek, derece ve iltifat beklerlerken, imandan sonra firavun tarafından öldürülme tehditlerine ise kulak asmamışlardır.

İnsanları rızık endişesiyle korkuttukları gibi, çeşitli kanunlar sebebiyle de korkutmuşlardır. Nifak özelliği taşıyan insanlar ise her sesi kendi aleyhlerine sanarak korkularını daima kalplerinde taşımaktadırlar.

Bugünler de ise insanlar sağlık sebepleriyle “Bilim Kurulları” kararlarıyla tedbir adına korkulara duçar olmuşlardır. Hastalık ve ölüm ilişkisi insanlık tarihi kadar eskidir. Evinden aylardır çıkmayan ve her türlü tedbiri aldıkları halde ölümle yüzleşmelerine akıl erdiremeyen kişiler de bulunmaktadır. Korku bir anlamıyla bulaşıcıdır. Mikroptan belki maske ve mesafeyle korunurken bu tedbirler korkuyu engelleyememektedir. Kur’an-ı kerimde “Ölüm Korkusundan” bahsedilmektedir. 2/243. Bu korkunun işe yaramadığını öğreniyoruz. Tedbir ve korku meselesi ise farklı konumdadırlar.

Yaşadığımız bugünlerde farklı korkuların gündeme gelmesiyle sınanmaktayız. Dünü bilenlerin korkusuyla, gençliğin korku anlayışı oldukça farklıdır. Kimilerine göre korku bir gıda ve deva iken, kimlerine göre ise bir derttir.

İstiklal Marşının da “Korkma” diye başlaması üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Marşta Korkma denilmesine rağmen gizli bir korku o günden bu tarafa devam etmektedir. Gerçi Marş orduya ithaf edilmiş olmasına rağmen, zaman zaman ordu, iç siyaseti ve toplumu daima korkutmuştur. Bu korku “Darbe” olarak devam ede durmuştur.

Din eğitim ve tebliğinde de farklı korku öğeleri daima söz konusu olmuştur. Korku sohbetleri bazen aklı devre dışı bırakmıştır. İnşirah-ı Sadr ile korkunun izale edildiği bir gerçektir.