1970’lerde 9.sınıf, efendim 10.sınıf, yok 11.sınıf, yok efendim 12.sınıf filan denmezdi. Lise 1, 2,3,4. Sınıflar vardı. Şube denirdi mesela. Liseye başladığımızda 4/A, 4/B, 4/C şubeleri yabancı dili İngilizce okuyan sınıflardı. Biz 4/D’ydik. İkinci kat, merdivenin karşısı dipteki sınıftık. Gümrükönü’ne yani doğuya doğru olan köşedeydi sınıfımız.

Sınıf öğretmenimiz İhsan Uzungüngör’dü. Sınıfımızdan kırk beş sene sonra da olsa hatırladığım numara ve isimler var elbette: 29 Recep Bulut, 75 Mustafa Emircan, 91 Fevzi Dere, 372 Özdemir Çakacak, 473 Şefik Bozkaya, 686 Şükrü Sevinç, 787 Hakkı Yıldırım, 826 Cevat Kavas, 851 Osman Karaduman, 862 Fahri Tuna, 900 Hadi Şahin, 999 Mehmet Aydın. Numarasını hatırlayamadığım arkadaşlarım da var sınıfımızda: Saffet Öztürk, Hüseyin Düzcan, Mehmet Atılış, Nazım Akçay, Ahmet Kümbet, Sabahattin İmir, Ali Kocakahvecioğlu, Ahmet Tuna, Sakin Akseki, Hüseyin Karakaya, Ahmet Çetin, Ahmet Resul Köseci, Cavit Arabacıgil, Nail Kırmızı, Öznur Karayel, İrfan Soner (Terzi), Metin Dinçer. Üç dört isim daha. Ve sınıf başkanımız Nezahattin Kızılorman.

Biz otuz beş kişilik bir sınıftık. Bu arkadaşların bir kısmı sonraki senelerde devam edemediler. Yaklaşık yirmi beş kişilik bir sınıfı olarak tamamladık dört yıllık Adapazarı İmam Hatip Lisesi’ni. 4/D, 5/D, 6/C, 7/C.  Son sene üç sınıftan ibretti okulumuz: A, B, C şubeleri. 1978 Haziranında (yaz sonu ikmalle bitirenler dahil) 110 arkadaş mezun olduk.  

 

Kof Kemal (Özdemir)

Dört beş altıncı sınıflarda Edebiyat hocamız Kemal Özdemir’di. Neden kendisine ‘kof’ dendiğini bilmezdik. Tahminim, sözlüye kaldırdığı öğrenciler sorularına cevap veremediğinde ‘kofsun sen oğlum’ dediği için olabilirdi. Çok sonraları öğrendim, işin aslını: Kemal Hoca aslında Farsça Hocasıymış. Farsça müfredattan kaldırılınca Edebiyat öğretmenliğine geçmiş o da. Farsçaya girdiği zamanlarda kofti fiilini çok çektirirmiş öğrencilere. Bu lakap da öğrenci milleti tarafından o zaman verilmiş kendisine. Biz geldiğimizde Kof Kemal meşhur hocalarındandı okulumuzun.

Kemal Özdemir Hocam, ki kendisini çok severim zaman zaman görüşür hasret gideririz. Yazar olacağımı da daha ben on dört yaşında 4/D sınıfındayken sınıf olarak yazdırttığı hikâye ödevinde ‘Askerin Dönüşü’ eserimle keşfetmişti. Üzerimde hakkı çoktur. Gürcü kökenli bir büyüğümüzdü. Mâlûmat diyemez malumat derdi mesela, -birini a’yı kısa ve u’yu kalın okuyun lütfen.- Tahtaya kaldırdığı öğrenci, sorduğu sorulara yeterince cevap veremezse kızar, kızdı mı en meşhur sözünü-sitemi de diyebiliriz buna- söylerdi hemen: ‘Pok yeme oğlum malumat ver!’ Bu tirat her sözlü sınavında üç beş defa tekrarlanırdı.

Uzunca boylu endamlı yürüyüşü, ağdalı ve yavaş konuşmalı, siyah fermuarlı çantası daima sağ elinde, güzel yürüyen bir hocamızdı. Sakin sabırlıydı. Hafif de omzu düşüktü, delikanlı edalıydı yani. Her ders beyitler yazardı beyaz tebeşirle yeşil boyalı sınıf tahtasına, iyi hatırlıyorum. Yahya Kemal hastasıydı bir de. Akif’in ‘Bülbül’ şiirini üç haftada geçmiştik, sindire sindire: ‘Eşin var – aşiyanın var- baharın var- ki beklerdin: Failatun failatun, failatun Feilün.’ Tok sesi hâlâ kulaklarımda. Tekrarlarım bu şiire ne zaman rastlasam. Belki Kemal Hocamın bu titizliği sebebiyle İstanbul Aşiyan Mezarlığını da çok severim, giderim arada.

İleri yaşlarında şiir kitabı da yayımladı Kemal Hoca. Güzel insandır. Kendine has bir karizmasıyla hâlâ gözümüzün önündedir.

 Tavil Numan (Yazıcı)

Dört sene de Arapçaya Numan Yazıcı Hoca gelmişti. Uzun upuzun sicim gibi bir boy, - ki tavil (uzun) lakabını da buradan almıştı-, ciddi, daima ciddi bir yüz, kuyudan ta derinden bakan bir çift göz, soldan sağa, arada uzun ince parmaklarıyla taradığı füme rengi saçlar, vakur, ağır başlı dengeli tavırlar; Arapça hocamız Numan Yazıcı buydu.

Sanki hayatı Arapçaydı; evet evet. Arapça onun hayatı olmalıydı. Oldu da. Derslere bir ibadet ciddiyeti huşuu titizliğiyle giriyor, işliyordu; ilk dikkatimi çeken buydu Numan Yazıcı Hocamızda. Ketebe, keteba, ketebuu. İnanılmaz dikkatli ve inanılmaz takipçiydi. Kim ödevini yapmamış bakalım. Kuş uçurtmuyor, her derste defterlerimizi tek tek takip ediyor, kırmızı eksiyi yapıştırıyordu yapmamışsak. Notu da kıttı bu uzun boylu hocanın. Daha doğrusu bana öyle geliyordu. Hiç Kur’an-Arapça görmeden, elifi görse mertek sanarak ortaokuldan gelmiş benim gibi bir öğrenci için notu kıt geliyordu işte. Gram şaşmayan, sıfır yirmi beş puanlık puanlarla ölçen biçen bir titizlik abidesiydi oysa. Kantarı o icat etmişti sanki.  

Maziyi müzariyi de ondan öğreniyorduk, evet! Dünü bugünü yarını da.

Necip Fazıl’ı ilk ondan duyuyorduk. Çile’yi, Sakarya Türküsü’nü, Zindandan Mehmed’e Mektup’u ilk o okuyordu bize. Hepimiz birer Mehmed olalım istiyordu Numan Yazıcı. Hepimiz birer Anadolu olmalıydık. Mehmedler, yüz üstü çok sürünen Anadolu’yu ayağa kaldırmalıydı ona göre.

Onun yönlendirmesiyle MTTBli olduk, MTTB’ye gider olduk, MTTB’den çıkmaz olduk. Tam kırk beş sene sonra, geriye dönüp baktığımda, Türkiye’deki klik grup fraksiyon ve cemaatlerin nereden nereye nasıl savrulduğunu görünce, Numan Hoca’mızın bizler için ne büyük bir şans ve istikamet verici olduğunu görmenin teşekkür takdir ve bahtiyarlığını yaşamaktayız.

Adapazarı İmam Hatip’teki bizim kuşak, sadece Necip Fazıl’ı değil, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil’i de ilk ondan duydu. Numan Bey bizden sadece adını aldığı Numan Bin Sabit’in (Ebu Hanife’nin) manzumeleştirdiği ‘İmanın altı şartı’nı değil, Sezai Karakoç’un ‘Diriliş Neslinin Amentüsü’nü de okumamızı istiyordu ısrarla. Yetmeyecek, İsmet Özel’in Amentü şiirini de ezberletecekti.

Vefatından sonra hayatını kitaplaştırmak nasip oldu bana, çok şükür. Numan Yazıcı merhumun üzerimizdeki hakkını ödeyemeyiz biz yine de. Bütün bir kuşak ödeyemeyiz. Mekânın cennet olsun güzel hocamız.  

Boyunbüken Ali (Gezici)

Cebir ve Geometri Hocamız Ali Gezici’ydi. Kısa sayılabilecek bir altmış beş civarında boy, atletik sportmen bir vücut, her zaman ciddi bir yüz. Hayata çalışmak ve disiplin için gelmiş gibiydi. Kılı kırk yaran mizacı, zeki bakışları, takipçi karakteri vardı.

Biz yatılılardan sorumlu müdür yardımcısıydı. Hababam Sınıfı’nın Mahmut Hocasından farksızdı Ali Gezici: O çok ciddi ve disiplin abidesi yüz hatlarının ardında daima öğrencinin başarısı için inanılmaz takipçiliğini kuşanmıştı. Birçok yatılı genci başarısızlık okyanusundan çıkarıp verimli hâle getiren gösterişsiz bir eğitim kahramanıdır Ali Hoca. Çok da iyi Matematik öğreticisidir.

Nedense yolda yürürken yahut ders anlatırken başını sağa doğru bükerdi. Buradan almıştı Boyunbüken Ali lakabını da. 

Hayatımı şekillendiren hocalardan birisidir benim, Ali Hoca’m. Son sınıfın başında ‘baban bana gelsin’ dedi. Haber verdim, geldi rahmetli babacığım bir hafta sonra. ‘Arif Ağbi, oğlun Fahri ya mühendis olacak ya doktor. Ben Matematikçiyim, anlarım. Onu üniversite hazırlığa göndermeliyiz. Şu kadar lira vereceksin, şu dershaneye göndereceğiz’ dedi. Babam da çıkarttı verdi. Uzunçarşı’nın alt başında, Ağa Camii karşısında SDMMA asistanlarının Cumartesi-Pazar verdiği MTTB Hazırlık Dershanesine kaydettirdi. Gittik sekiz ay ve okul bitiminde, Hazirandaki ÖSYM sınavında da Endüstri Mühendisliğini kazandık. Nasibimizde bu bölüm/meslek varmış.

Sonraki yıllarda yakın olduk Ali Hoca ile. Her hafta cumartesi akşamları ASM’de kapalı spor salonunda futbol oynuyorduk karşılıklı. Hiç abartısız söylüyorum: Tek başına üç kişilik oynuyordu. Bana de meydan okuyordu sık sık, on beş yıllık yaş farkımıza aldırmadan: ‘Var mısın maratona Fahri?’, ben de kendi alanımda iddialıydım: ‘100 metreye varım Ali Hocam! Buyurun…’ Gülüşüyorduk.

 

Her Derde Deva İhsan (Uzungüngör)

Her mahallede, her kurumda, her okulda ‘her derde deva’ tipler vardır. Nerede bir aksama, bir eksik, bir açık olsa, o tipler hemen orada bitiverir, ilaç olurlar.

Bizim öğrenciliğimizde, okuldaki bu kişi İhsan Uzungüngör’dü hiç tartışmasız. Sınıf hocamızdı. Almanca hocamızdı. Beden eğitimine de giriyordu. Tarih derslerine de giriyordu. Edebiyat derslerine de giriyordu. Kütüphaneden sorumluydu da. Okulun güreş takımının antrenörüydü. Ayrıca okulun mehter takımını da kurup çalıştıran oydu. Tam da on parmağında on marifet türünden bir karakterdi İhsan Hocamız.

Peltekti dili, r sesini zor çıkartıyordu biraz. Zeki, çok zeki bir hocaydı. Hafızası da çok güçlüydü. Ayaklı kütüphaneydi adeta; hangi konu açılsa yarım saat kırk beş dakika konuşabiliyordu. Yorulmak nedir bilmiyordu. İnanılmaz çalışkan becerikli bilgili bir hocaydı.

Duyduğumuza göre askeri okuldan atılmıştı. Harp Okulu’ndan tam teğmen olarak çıkacakken, meşhur Kurmay Albay Talat Aydemir’in İhtilal kalkışması sebebiyle bütün bir okulun öğrencileri askeriyeden atılınca o da atılmıştı. Disiplinli çalışkan üretkendi. İstanbul’dan gelmişti. Babıali’de Sabah gazetesini yönetişiymiş meğer, gelmeden. İstanbul’u da Ankara’yı da avucunun içi gibi biliyordu, anlıyorduk bunu her konuşmasından. Sonraları romanlar yazdı, araştırma ve tercüme kitapları yayımlandı.

Yakın olduk sonraları. Kuzuluk Kaplıcalarında kaldığım hemen her sene, Akyazı’daki malikanesinde ziyaret edip elini öpmeye çalışıyorum İhsan Hocamın. Dünya tatlısı nur yüzlü aksakallı ağzı dualı bir piri fani hocam. Allah eksikliğini göstermesin.

 

Pilavcı Sefer (Özpilavcı)

Sadece bir sene Hadis ve Akaid dersimize gelmişti. Askerden yeni dönmüştü sanıyorum.

Öğretmenden çok ağabeydi o bize. Orta boylu sakin sesli güven veren yüzlü edep ve saygı uyandıran davranışlı bir ağabeyimiz. Sanıyorum yaşı da an fazla beş altı yaş büyüktü bizden. Ya da öğrenciye yakınlığı bu izlenimi uyandırıyordu üzerimizde.

Gözlüklerinin ardından derin huzur veren bakışlarını hatırlıyorum. Az konuşuyordu. Ölçülü yavaş kırk düşünüp bir adım atan, görev adamı bir hocaydı. Disiplinliydi de.

Hiç unutmuyorum; genç ve yeni bir öğretmen olmasına rağmen, okulda hangi öğrenci gariban, hangi öğrenciye ayakkabı elbise harçlık gerekiyor, sessiz sedasız o hâllediyordu.

İdealistti de. Bizi İslâm siyaset devlet memleket konularında bilgilendiriyordu yurt nöbetçisi olduğu günlerde. Veya ders dışında bizleri toplayarak. İslam tarihinden örneklerle, hadisler ışığında, günümüzdeki bazı olayları izah ediyordu. Ufkumuzu açıyordu.

Hiç unutmam: Sene 1976. MC İktidarı. Etbalık Kurumu’na işçi alınıyormuş, çağırdı bizleri, çevremizde işe ihtiyacı olan çalışkan güvenilir isimler istedi. Berber olan eniştemi ikna edemedim. Recep Eniştem, 43 sene sonra hâlâ pişmandır, o gün o teklifi değerlendirmediğine. Nasip değilmiş diyelim.

Sefer Hoca benim gibi Manav’dır. Yani yerli Türkmen’dir. Hendek Yukarı Çalıcalıdır. Tam da tipik Manav’dır; dengeli, çalışkan, sabırlı, inançlı, vatanperver, menfaatsiz.

Çok yolculuklar yaptık beraber. Benim 34 ETK 20 plakalı aracıma ‘34 Etek 20 Pantolon’ ironisini üreten adamdır güzel hocam. Mizahı, şakayı da sever. İyi de yapar. ‘Camız kesme’ esprisi de unutulmazdır.

Sonraları Sosyal Hizmetler İl Müdür Yardımcılığı, Erenler Belediye Başkan Yardımcılığı  görevlerini üstlendi. Başarıyla. Emekliliğinden sonra da kendini Avrupa’daki Türk Çocuklarının eğitimine adadı. Dedik ya idealist adamdır hocamız. Soyadından ötürü Pilavcı Sefer’di lakabı öğrenciliğimizde.

Sonsöz: Sefer Hoca öğrenciliğimde kendime en yakın hissettiğim hocamdı. Hocadan çok ağabey. Ağabey gibi sevdirdi bana kendisini. Hâlâ da öyledir. Az görüşüyoruz ama öz samimi dostça sarılıyor konuşuyoruz. 

Allah hizmetlerini daim eylesin, bereketlendirsin, güzelleştirsin.