Har içinde biten gonca güle minnet eylemem

     Arabi Farisi bilmem, dile minnet eylemem
     Sırat-ı Müstakim üzre gözetirim rahimi
     Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem
Eylemem. Eylemen. Eylemez. Eylemezler. Kırşehirliler eylemiyorlar. Ben şahidim. Tanıdığım bütün Kırşehirliler eylemediler, eylemiyorlar, eylemeyecekler. Sen gönlünü ferah tut Nesimi Kardeş.

Kırşehir ilimdir, Kırşehir irfandır, Kırşehir edeptir. Gittim gördüm. Aynıyla vakidir. ‘Ortalık karıştı düzen bozuldu / Yetiş ya Muhammed yetiş ya Ali’ diyor ya bir türkümüz. Kırşehir’dir, Kırşehir’dendir, Kırşehircedir bu türkü. Zira ‘Bizim erkânımız; ahlâkı Muhammedî ve edebi Ali’dir.’ Diyen Hacı Bektaş-ı Veli tam da bunu, en çok da bunu, en fazla da bunu işaret etmektedir.

Kırşehir Hz. Muhammed ve Hz. Ali sevgisinin harman olup bir ömür yudumlandığı, şerbet olup bir ömür içildiği yerin adıdır, şahidiz. En çok da bundan severiz Kırşehir’i.

Minik bir soru ey okur: Şekspir’i İngiltere’den, Balzac’ı Fransa’dan, Geothe’yi Almanya’dan, Cervantes’i İspanya’dan, Dostoyevski’yi Rusya’dan, Tagor’u Hindistan’dan çekip alsanız, ne kalır geriye?’ ‘Pek bir şey kalmaz, o ülkelerin en az yüzde ellisi gider’ dediğinizi duyar gibiyim. Elhak haklısınız. Bunu en az yirmi söyleşimde sordum, hep benzer cevap aldım. Hatta ‘o ülkeden geriye bir şey kalmaz’ diyenleri bile gördüm.

O kadar değil tabii ki. İşin aslı şu: Bir ülkeyi, bir milleti, bir medeniyeti yoğuran büyük şairler, yazarlar, sanatçılar vardır. Hükümdarlardan on kat yüz kat bin kat daha büyük daha etkili daha kalıcıdırlar bunlar. Bin yıllık tarihte o ülke için bir iki bilemediniz üç isimdir böyleleri. Ya Anadolu’da, ya Türkiye’de, ya bizim tarihimizde kimdirler bu büyük ‘medeniyet kurucularımız?’

Yesevi’dir, Seyyid Battal Gazi’dir, Niyazi-i Mısrî’dir, Muhyiddini Arabî’dir, Âhi Evran’dır, Taptuk Emre’dir, Yunus’tur, Hacı Bayram’dır, Hacı Bektaş’tır, Somuncu Baba’dır, Sarı Saltuk’tur, Nasreddin Hoca’mızdır. Fuzulî’yi, Bâki’yi, Nef’î’yi, Gülşenî’yi saymadım daha. Âkif’e, Necip Fazıl’a, Yahya Kemal’e gelmedim daha. Türkçeyi de Türklüğü de Anadolu ve Rumeli’yi de ilmek ilmek, şehir şehir, coğrafya coğrafya dokumuş; birlemiş bütünlemiş büyütmüş ‘büyükler’dir bunlar. Bugün Türkçe varsa en çok bu isimlere borçluyuz, bugün İslâm yaşıyor/yaşanıyorsa en çok bu isimler sayesindedir, eğer bugün ay yıldız dalgalanıyorsa gönderde, en çok ‘rüzgârı üfleyen’ onlardır. Dilimizi de onlara borçluyuz dinimizi de. Sözümüzü de onlara borçluyuz gönlümüzü de. ‘Dünya medeniyet arenası’na birbirinden büyük, birbirinden etkili, birbirinden güzel en az on iki büyük adam yetiştirmiş bir milletiz biz. Övünebiliriz! Ve dünyada bu zenginlikte -birkaç ülke istisna- başka bir millet/medeniyet daha bulamazsınız, diyeyim size.

Ve bu ‘on ikinin ikisi’ Kırşehir’indir. Kırşehirlidir. Kırşehir’dendir: Âhi Evran ve Hacı Bektaş-ı Veli. Bu gurur bu onur bu cömertlik Kırşehir’indir.

‘Kırşehir bozkırdır, çoraktır, taş topraktır’ diyorsunuz. Tamam tamam, biliyorum. Bereket bolluk demek değil ki. Cömertlik çok demek değil ki. Müsaade ediniz, anlatayım efendim:

Âhi Evran ve eseri esnaf teşkilatı, asırlarca Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen Türkmenleri hem zenaat hem kalp olarak kuyumcu tezgâhında işlemiş, onları ‘iş eş aş’ sahibi yapmış, tüketimi değil üretimi, miktarı değil kaliteyi ‘üstte tutmuş’tur. İman ahlâk edeple üretimi kaynaştırıp bereketlendirmiştir.

Hacı Bektaş ise ‘çalışmadan geçinenler bizden değildir’ ilkesiyle üretimi, ‘eline diline beline sahip ol’ ilkesiyle de insan olmayı / insan kalmayı ‘üstte tutmuş’tur.

Bu iki büyüğün yolu izi teşviki ‘bozkırı yeşertme çoğaltma bereketlendirme’ eylemidir. Direnişidir. Savaşımıdır bizce.

     Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına
     Bugün buldum bugün yerim, Hak kerimdir yarına
     Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
     Rızkımı veren Hüda’dır kula minnet eylemem

Eylemediler. Eylemiyorlar. Eylemezler. Yoklukta çokluğu, çokta azı, binde biri gören insanlardır Kırşehirliler. Minnet edenlerini hiç görmedim. ‘Dünya varına tamahları yoktur’ onların.

Kırşehir benim zihnimde ilkin Millet Partisi Genel Başkanı ‘Osman Bölükbaşı figürü’dür. Kendisine yetişemedik ama hakkındaki rivayetleri çok dinledik. Tebessüm nükte mizah (hatta en çok kara mizah) ustası vatanperver bir politikacı tipi. Bir gün TBMM Kürsüsü’nde konuşurken kendisine milletvekili sıralarından sürekli laf atan Balık soyadlı bir milletvekiline dönüp ‘Sussana balık, gelirsem yerim seni’ diyerek meclisi kahkahaya boğuşu hâlâ hafızalardadır.

En eski tanıdığım Kırşehirli Neşet Ağbi’mdir. Yani Neşet Ertaş. Yani türkü baba. Yani türkülerin babası. Bayram Bile Tokel Ağbinin deyişiyle ‘bozkırın tezenesi.’ Neşet Baba ‘yanında çalışan kalfasına düğününde (dünyadaki tek varlığı olan) dükkânını hediye eden’ adamdır, Çukurova’dan bir konser dönüşü, konser parasının içinden üç günlü ekmek parasını ayırıp gerisini pamuk toplayan ırgatlara dağıtan adamdır, kırmızı ışıkta bekleyen yetmiş beş yaşındaki dilenci kadını görünce ‘Allah rezzaktır Bayram Gardaş, ama bu insanlar Allah’tan alacaklarını çok zor alıyorlar, bunlara yardımcı olmamız lâzım’ deyip cüzdanındaki son yüz lirasını o hanıma uzatan adamdır. Portesini yazmam üzerine de ‘Ayağığın turabı göğnüğün hızmatkârı oliyim Fahri Gardaş’ diyerek teşekkür eden gerçek bir tevazu samimiyet ve gönül adamıdır o. Dönemin valisi ‘adını ilde yeni açılacak olan müzik lisesine vermek için’ izin istediğinde ‘hayır izin veremem; o okulu ben yaptırtmadım ki. Fakir milletin parasıyla yapılan okula benim adım niye veriyorsunuz’ diye karşı çıkan, bize mahviyet masumiyet ve marufiyet dersi veren adamdır o. Heykeli yapılmaya kalkıldığında ise ‘benimkini değil babam Muharrem Usta’nın heykelini yapın, hak eden odur, ben değilim’ tepkisi gösteren tevazu edep vefa adamıdır o. 

Kırşehirli budur, böyledir, buncadır.    

İkinci tanıdığım Kırşehirli Hüseyin Su Ağbimdir. Hiç istisnasız söylüyorum: Onca birikim, güç, bilgi, makam, şöhrete rağmen, ömrümde tanıdığım en rakik en naif en mütevazı en dost birkaç adamdan birisidir Hüseyin Su. Gerçek yazar, gerçek entelektüel, gerçek ağabeydir o. O da Neşet Ertaş gibi Kırşehir’in Çiçekdağı’ndandır.

Gırşehirli gara gurudur, ‘gara beğizli’dir. Öyle değil mi Osman Demir? Neşet Ertaş’ın telefonda ‘buyur gara beğizli hemşerim’ dediği adamdır Kırşehirli Osman kardeşim. Övünmek gibi olsun; öte dünyaya bu taraftan götüreceğim on şeref vesikamdan birisi saydığım, yazdığım ve on yedi şair yazar sanatçıya da yazdırttığım, ölümünün ikinci yıldönümünde dönemin Kırşehir Valisi Özdemir Çakacak’ın bana hazırlattığı ‘Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş’ kitabını yayımlarken tanıdım sevdim Osman Demir’i ben. O da her Kırşehirli gibi edep çalışkanlık ve samimiyet adamıdır, hilafsız.

‘Peki ya Kırşehir’in bayanları nasıldır?’ dediğinizi duyar gibiyim; anlatayım efendim: Benim için Kırşehirli en zarif naif nadide hanımefendi, Hüseyin Su’nun ‘Gülşefdeli Yemeni’ Kitabındaki Halakız karakteridir. Halakız tam bir Kırşehir Hanımefendisidir benim gözümde: ‘Müşfik ve gergin, ağlamaklı ve güleç, zayıf ve dik, sevecen ve sessiz, yaşlı ve diri’ bir hanımdır mesela. ‘Manevi bir mahremiyete sahip’tir hayatı. ‘Evin içinde canlı bir bereket gibi’ dolaşmaktadır Halakız. ‘Odası evin en huzurlu köşesi’dir. Halakız ‘İbadet delisi bir ermiş, sabır abidesi, sevgi örneğidir. Kanaatkâr, mürebbi, işçimen, yardımsever bir insandır.’ Evet; ben de itiraf ediyorum: Benim ilk tanıdığım Kırşehirli bayan, bu öykü kahramanıdır işte. Dayanamamış sormuştum Hüseyin Su Ağabeye: ‘Halakız gerçek biri mi? Senin gerçek halan mı?’ ‘Evet’ demesini çok isterdim amma o ‘Hayır’ cevabını vermişti. Çok üzülmüştüm amma hepimizi teselli edecek bir cümle de duymuştum ondan: ‘Kurgu da olsa Kırşehirli birçok halanın ortalamasıdır o. Her Kırşehirlinin halası sayılmalıdır.’

Sonra düzenlediğim onlarca yurt dışı gezisinden ikisine katılan iki Kırşehirli bayan daha tanıdım: Emekli öğretmen Rabia Ersayar ve mali müşavir Üftade Kurnaz. İkisinde de adeta Halakız’ı gördüm ben: Esmer, ota boylu, zayıfça, sakin, mütevekkil, uyumlu, vatanperver, inançlı, samimi, kanaatkâr ve yardımsever. Bu üç bayan (Halakız, Rabia ve Üftade hanımlar) bende şu kanaati uyandırdı: Bütün Kırşehir hanımları böyle iyi kalpli has insanlardır.  

     Ey Nesimi, can Nesimi ol gani mihman iken
     Yarın şefaatcim Ahmed-i Muhtar iken
     Cümlenin rızkını veren ol Gani Settar iken
     Yeryüzünün halifesi Hünkar’a minnet eylemem

Kırşehir has insanlar diyarıdır. Has güllerin diyarıdır.  Has gönüllerin diyarıdır.

Rızkı verenin Ulu Yaradan olduğunu iyi bilirler onlar.  Ondan olmalı, kimseye minnet eylemeyen has insanlar diyarıdır Kırşehir.

Gülü de bundan güzel bunda özel bundan meşhurdur ya işte.