“İçim kibirle doldu Pargalı bu hissi yenmeliyim. İdrak et Süleyman tevazu içinde ol bütün şeref ve irade senin değildir. Rabbine şükret nefsine üstünlük verme, zinhar kibre düşme sen hakka karşı hayâlı, halka karşı vefalı ol. Vücudun, fikrin, zikrin ona ait sahibi sanma, hakkın nimetlerinin kendinin, kendinden olanları yegâne sanma nefsini öldür yoksa o seni öldürür kibrini yen Süleyman. Her firavunun Musa’sı her şerrin bir nuru vardır. İman et hatırla vücuda geldiğin hali ve gideceğin son mertebeyi unutma. İşte o zaman cennetin kapıları açılacak sana. Vicdanın senin kıblendir Süleyman, kaybetme.”
Mohaç meydan muhaberesini kazanan Sultan Süleyman zaferin kibrinden kurtulmak için kendi kendisiyle boş bir mezarda hesaplaşır. Cihan padişahı kibrinden hoşnut değildir. Bilir ki, fikrinde, zikrinde, zaferinde tek sahibi Allah’tır.
Hepimizin nihai gideceği yer o iki metrelik çukura Sultan Süleyman gibi ölmeden önce koymalı kendimizi. Ölmeden önce o yerde arınmalı kötü huylardan, büyüklenmelerden.
Her insanda gizli saklı ve tesirli bir “Firavun olmak” eğilimi vardır. Der hazreti Mevlana. Herkesin şartları ve imkânları bir olmadığından, kiminde bu eğilim küçük filizler hâlinde bulunmasına karşın, kiminde de anormal derecede büyüktür.
“Ey dünya malı için çırpınan ve dünyaya tapan gâfil! Firavun’da olan kötü ahlâk, tamamıyla sende de var! Sen de kibirlisin, sen de kendini beğeniyorsun, sen de mal ve şehvet peşinde koşuyorsun! Fakat senin ejderhan, yâni nefsin, âcizlik, yoksulluk kuyusuna düşmüş, güçsüz kalmış da Firavun gibi saldıramıyor, bir şey yapamıyor!”
“Yazıklar olsun! Bu söylenilen sözlerin hepsi de senin hâllerin, senin kötü huylarındır; tutuyor, sen onları Firavun’un üstüne atıyorsun!”
“Hâlbuki senin kötü hâllerinden, kötü huylarından söz edilse, canın sıkılır, hoşuna gitmez; başkalarından bahsedilse sana masal gibi gelir!” Mesnevi (c.3, 971-973)
Allah kibri sevmediği için çıkarmışız sözlüğümüzden. Mevkî, rütbe, mal ve mülk ve de güzelliğiyle kibirlenen ne çok insan varmış çevremizde. Onların bu hallerine yakıştıramamışız kibri, yoksulluğuna vermişiz. Bu yoksulluk değil kibirmiş bilemedik sözlüğümüzde yok zira.
Mevlânâ hazretleri şöyle buyurmaktadır bu kişiler için:
“Kibir, kendini üstün görüş, durmadan mevkî, rütbe, mal ve mülk arar; çünkü külhan, tezekle kızışır. Bu iki dadı, yani mevkî ile mal; deriyi semirtir, kalınlaştırır; içine yağ, et, kibir ve gurur doldurur. Kibir yolunda önde giden, yol gösteren İblis’tir; çünkü mevkî tuzağına ilk düşen, avlanan odur.” (c.5, 1950)
“Bu hastalık, iblis hastalığıdır; iblis, benliğe kapılmıştı da «Ben, Âdem’den daha hayırlıyım.» demişti. Aslında bu hastalık, her mahlûkun, her insanın nefsinde vardır.” (c.1, 3216)
“Ey alçak gönüllülük, tevâzû perdesi altında benlik hastalığını gizleyen kişi! Birisi denemek kastı ile seni kızdıracak, coşturacak, karıştıracak olursa, içinde pislik bulunan su bulanır da pisliğin rengi meydana çıkar.” (c.1, 3218)
İnsanın kendine ve çevreye (HES’ler, kimyasallar, nükleer santraller, oynanmış genler vs) verdiği zararlar kibrinin eseri. Her felaket, her deprem bu kibri yerle bir etse de idrak yolları kapalı insanoğlunun. Dünya malı için çırpınırken/çırparken, firavunlaşırken, dengeleri bozarken her şeyin bir sahibi olduğunu unutuyor. Deprem felaketini yaşayan her coğrafyada en son Van’da gördüklerimiz, yaşadığımız o büyük depremin aynı karakteristik özelliklerini taşımıyor mu? Aynı acıların tekrarı yüreğimizde yaşanan. Akıl donanımlı insanın nefs engelini aşamamasıdır, kibridir bu felaketler.
“Vicdanın senin kıblendir Süleyman, kaybetme” mesajı güzel bir dünyada, kaliteli yaşamak için her zaman hatırlanmalıdır. Herkesin nefsinin sloganı olmalıdır.