Din, ümmet, millet, mezhep, cemaat, imam gibi kelime ve kavramlar tarih boyunca hoyratça kullanılmıştır. Bu kavramlar hayat ve inanç binamızın sütunlarıdır. Söylem ve menfaatler bu değerlerimizin içini ve kimliğini boşaltmıştır. Bu kavramlar ırk ve coğrafyayla sınırlı değildir. İnsanlığın varlığıyla beraber süregelen değerlerimiz zaman zaman ucuzlatılmışlardır.

Siyasi ve ideolojik farklılıklar sebebiyle bu kavramları ok gibi birbirimize atmamalıyız. Dünün insanı Kur’an sayfalarını oklarına tattıkları gibi, bu günde kavramlarımızı oklarımıza takmayalım. Bu oklar sadece bedenlerimizi değil, aynı zamanda ruh, gönül ve kalplerimizi de yaralamaktadırlar. Yay gibi gerilen ilişkilerimiz maalesef “irtidat ve alaya alma” sonucunu doğurmaktadır.

Bu kavramlarımız sadece dünyevi anlam taşımamaktadır. Bunların uhrevi cihetleri de vardır. Yapacağımız yanlışlar dünya ve ahiret mutluluğumuzu da zedeleyecektir. Müslümanlar olarak kuşatıcı ve kucaklayıcı kavramlar asla zedelenmemelidir. Bununla birlikte bu kavramları tam anlamıyla temsil ettiğimiz iddiasında da bulunulmamalıdır.

Kur’an ve sünnette ifadesini bulan kavramlar, insani bakış açılarıyla zedelenmektedirler. Mana artırımı veya eksikliğine uğramışlardır. Mü’min ve Müslim kavramlarının anlamlarının, tarih boyu içinin farklı doldurulması bazı yanlış sonuçlara sebep olmaktadır.

Değerli ve paha biçilmez kavramlar üzerinden yerel siyaset ve kavga oluşturulmamalıdır. Yurt dışına yaptığım bir seyahat de namaz kılmak için cami ararken, Türkiye de ki bir kurumun (cemaatin), mescidine girdim ve asla boynum bükük olmadı, korkmadım, kabalık görmedim. Kısacası cami dendi mi sadece beni değil, bizi kucaklamalıdır.

Suriyeli ve Iraklı mülteci kardeşlerimin şehrimizde ki camilerde ki vakur ve mutedil duruşları da bize öz güven vermektedir. Camide ki mültecilere asla mezhep, tarikat ve gruplarını sormadım. Onların Müslüman olmalarını önemsedim. Bu kardeşlerimize karşı olanların, ya kendi inançlarıyla bağları kopuk, zayıf veya ırklarına bağlılık hamasetleri tutucu insanlardır.

Birbirimizi kaybetme korkum olmasa birçok konuda konuşmak ve yazmak isterim. Fakat olgunlaşmamış halimiz sebebiyle sukutumuz az zararla olayları geçiştirmek halimiz olmuştur. Fikirlerden çok tavır, edeb ve nezaket eksikliği ile alaycı ve küçültücü tavırlar problemlerimizi konuşmaktan bizi uzaklaştırmıştır.

Her kavram hayatımızın ortak hedefi olmalıyken, ayırıcı sövgülere dönmektedir. Bu satırları yazdığım gün Bosna katliamının 24. Yıl programı vardı. Srebrenitsa katliamı bu kavramların ne denli önemi olduğunu bize tekrar anlatmıştır. Yüce değerlerimizi kaybettiğimiz an, tartışacak kimse de kalmayacaktır. Türkiye Müslümanları ne ABD ve ne de Birleşik Krallık (İngiltere) gibi ülkelerin halini tam bilmemektedirler. Oralarda her çeşit insanı bir arada tutma kültürünü zorla da olsa ikame etmeye çalışıyorlar. Biz Osmanlıyı bileydik yine bu kavramları ırk, parti, coğrafya vb. sebebiyle ucuza harcamazdık.

İnsan olarak zafiyetlerimizi dini birer gerekçe ve tartışma konusu yapmamalıdır. Bir insan karşıdaysa en kötü, bizdeyse en iyi demek, bir Yahudi ahlakıdır. Müslüman safları farklı da olsa hedefi muhabbet, ahlak ve meveddet olmalıdır.

Mümtehine suresinde ki şu ayet bize neler söylemiyor ki; 7. Umulur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında bir sevgi ve yakınlık kurar. Çünkü Allah her şeye kadirdir. Allah gafurdur, rahîmdir. ([email protected])