"Bir gün gelecek insanların yiyecekleri onların tuzağı olacak." Hz. Davut

Bir ismin başına "şeker gibi" sıfatını kondurduğunuzda o ismin değerli ve sevimli olduğunu söylemiş olursunuz. Çünkü iltifat anlamı içeren mecazlı bir ifadedir, bu. "Ne şerbetlisin!" dediğinizde de, "Kötülüğe karşı bağışıklığın var." yani "Kötülük sana işlemez." demiş olursunuz ki bu da iyi bir şeydir. Mecaz anlamlarıyla bu kadar güzel olan "şeker ve şerbet" kelimelerinin gerçek anlamlarıyla pek de sevimli olduğunu söyleyemem.

İtiraf etmeliyim ki iştahsız insanları hayatım boyunca hiç anlayamadım. Hatta onlara galaksideki diğer bir canlı türü olarak baktığımı bile söyleyebilirim. Ben hep iştahlıydım çünkü. Annem, hemen her akrabamıza çocukken ne kadar iştahlı ve tombik olduğumu anlatmıştır. Bu hikayeleri dinlemiş akrabalar için de örnek ve teselli sebebiyimdir. Misal: Ailede bir çocuk gereğinden fazla yiyorsa ve tombikse hemen ben örnek verilirim. "Olsun bak Arzuhan'a. Çocukken şişmandı. Şimdi incecik." Hoş beni tanıyanlar kibarca "balık etlisin" deseler de ben durumun hep farkındaydım. İştahlıydım, balık etli ama mutluydum. Ne de olsa bir dirhem et bin ayıp örterdi. İştahlılar; samimi, sevecen ve sıcaktı. Tatlı yer, tatlı konuşurlardı. Bütün bu düşünceler,  soğuk havada örtülen bir battaniye gibi içimi ısıtıp sarıp sarmalıyordu.

Şeker bağımlısı olduğumu, şekeri bırakmayı denediğimde fark ettim. Davula inen tokmak gibi "bam bam" indi tüm gerçekler kafama. Sanki perdeyi açtılar da gördüm rezilliği. Takke düştü, kel göründü. Kendimi senelerce paşa çayıyla oyalanmış çocuk gibi hissettim.

Sürekli genç kalmış bir akrabamız, tatlı dolu bir masaya bakarken: "Sokmam, vücuduma bu çöpleri." dediğinde ve her zaman gittiğim berber: "Tatlıyı çok seviyorum; bu yüzden saçlarım dökülüyor." dediğinde ayağımın küçük parmağını sehpaya vurmuş kıvranırkenki yüz ifadesi belirdi yüzümde. Bu halimle Yeşilçam'da Fatma Girik rollerine çıkabilir üstelik takdir de toplayabilirdim.

Şimdi abarttığımı düşünenler vardır. Onlar için internette karşılaştığım cümlelerden örnekler yazıyorum:

 "Uyuşturucu ile eş değer bir bağımlılığı olduğu belirtilen şekerin zararlarının farkında mısınız?..." "İngiltere Sağlık Bakanlığı, fazla şekere karşı bir 'şeker vergisini' gündeme getirdi...Özellikle küçük çocuklarda şekerli mamalar çok yendiğinde, büyüme, gelişme duruyor ve çocuklar hastalanıyor...Obezite her hastalığın öncüsüdür ve obezitenin temel nedeni aşırı şeker tüketimi...Şeker, vücutta kanser hücresi varsa bu hücreleri besliyor...Depresyona, anksiyete bozukluklarına ve dalgınlığa neden oluyor... Hafif bir aptallık hissediyor veya zihinsel netlik hissedemiyorsanız, bunun sebebi önceki hafta içinde tükettiğiniz aşırı karbonhidrat olabilir... Şeker, fazla yaşlanmamışken zayıf hafızaya ve alzheimera neden oluyor..."
 

 Sizi bilmiyorum ama beni etkiledi, bu sözler. Nil Karaibrahimgil'in bir sözü geldi aklıma: "Alışkanlıklarına çok dikkat et. Neyi alışkanlık yaparsan, hayatın ondan oluşacak unutma."

Şekeri bırakmaya karar verdim.  Sanki sigarayı bırakıyordum. Her şeyi itiraf ederek başlamak istiyorum: Evet, ben bir şeker bağımlısıyım. Bununla mücadele ediyorum. Yemediğim her tatlıdan sonra kendimi kutluyorum. Yılandan kaçar gibi kaçıyorum tatlıdan. Şaşırtıcı ama  böyle de mutluyum. Hayat, sadece sağlıkla yaşanabilecek kadar kısa, çünkü.

Mehmet Ali Bulut'un "Can Boğazdan Çıkar" kitabı hep baş ucumda duruyor. Sanki beni sürekli dürtüyor. Gereksiz şeyleri sakın yeme, der gibi. Kıssadan hisse olarak alıntıladığım bir bölümü sizinle paylaşıyorum: "Normal bir insanın günlük gıda ihtiyacı kendi yumruğu kadardır. Beslenmek için yeterli gıda miktarı budur. Bunun üstündeki tüm miktarlar hem israf hem de vücut için yüktür, hastalıktır."

Sakın yumruğunuz kadar yemek yiyin dediğimi sanmayın. Çünkü iştahlı bir insana "yeme" demek kadar sinir bozucu bir şey yoktur. Size sadece sağlıkla yaşamayı seçin, araştırın ve sevgiyle kalın, diyorum.