Soru sormanın önemine, milattan yıllar önce değinen Sokrates, bilgiye ulaşma aracı olarak ve olumlu insan ilişkileri için doğru soruyu sormayı bir sanat olarak tanımlamış. Biz de iki hafta önceki “Harekete Geçmek” konulu yazımızda doğru bir soru sormuş ve “bizi harekete geçmekten alıkoyan nedir?” sorusuna cevap aramıştık. Hatta bu konuda erteleme hastalığının önemli bir paya sahip olduğundan bahsetmiştik.

Aynı konuda sorulması gereken diğer soru şudur: Bizi harekete geçiren nedir? Harekete geçmek için ihtiyacımız olan motivasyonu nereden sağlayacağız? Daha mutlu, daha faydalı ve tatmin edici bir hayat için bu sorulara vereceğimiz cevaplar da, en az ilk soruya verdiğimiz cevaplar kadar önemlidir.

Motivasyonun birçok tanımı olmakla birlikte genel olarak davranışı, hareketi başlatan, yönlendiren ve sürdürülmesini sağlayan şey olarak tanımlanır. Latincedeki ‘movere’ kelimesinden türemiş ve “harekete geçiren” anlamında kullanılmıştır. Günümüzde motivasyon deyince akla ilk gelen, çalışanlar olmaktadır. Yüksek motivasyonun yüksek performans sağladığı kabul edilir. Oysa hayatın her alanında geçerli bir konudur. Beslenme, barınma gibi temel fiziksel ihtiyaçların karşılanmasının yanında sevgi, saygı, takdir, başarı, güvenlik gibi psikolojik ihtiyaçların karşılanması ile ortaya çıkacak motivasyon, sadece çalışanlarla sınırlı değil; öğrenci, öğretmen, ebeveyn, yönetici ya da işletme sahibi, konumu, işi, unvanı ne olursa olsun herkesi kapsamaktadır. Motivasyon araştırmalarında, sanıldığı gibi para, birinci sırada yer almaz.

Harvard profesörlerinden Teresa Amabile “İnsanları ne motive eder?” sorusunun yanıtını bulmak için 1000’den fazla yönetici ve çalışan ile yaptığı ankette birinci sırada “takdir görmek” çıkmıştır. Sürekli öğrenme, ait olma duygusu, kendinden bir şeyler katabilme, fikirlerine değer verilmesi, diğer motivasyon kaynakları olarak yer almıştır. Kanaatimce bu motivasyon sebepleri haklı sebepler olsa da, araştırmalarda yer verilmesi gereken önemli bir konu daha var, o da çalışabiliyor olmak, bir iş sahibi olmak. Burada 17. yüzyılın ünlü mutasavvıf ve şairi Niyazi Mısri’den bir beyit akla geliyor: “Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş.” Biz, bu güzel cümleleri haddimiz olmayarak konumuza şöyle uyarladık: İnsan için çalışmak hem dert hem dermandır. İşinin hakkını vermek için en güzel sebep bir işinin olmasıdır. Teknolojik gelişmelerin ve yapay zekanın geldiği noktayı dikkate alan bazı uzmanlar pandeminin de etkisi ile çok karamsar bir gelecek tablosu çiziyorlar. Onlara göre, bu gelecek çok yakın bir gelecek. Motivasyona ihtiyacı olmayan yapay zeka ile, mesleklerin tamamına yakınının ortadan kalktığı ve milyarlarca insanın işsiz kaldığı bir gelecek bu. Motivasyon konusuna yenilikçi düşüncenin önerdiği şekilde farklı bir açıdan bakmak istedik. Bazı çalışanlar katılmayabilir fakat insanın işini iyi yapması için bir işinin olmasının ve sağlığının buna elverişli olmasının motivasyon için yeterli olacağı kanaatindeyim. Bunu söylerken çalışma şartlarının iyileştirilmesi, daha uygun koşullar sağlanması, ücretlerin ve sosyal hakların insanca yaşama şartlarına uygun olmasının önemini de göz ardı etmiyoruz.

Günümüz modern dünyasının “Motivasyon uzun süre devam etmiyor, duş almak da öyle, bu yüzden her gün alıyoruz” söylemini, birilerinin her gün bizi motive etmesi gerektiği şeklinde değil, sahip olduğumuz ve saymakla bitiremeyeceğimiz nimetlere şükrederek ve bunu her gün kendimize hatırlatarak lehimize çevirebiliriz. Bir ara, “doğduğum yıl olan 1968’de neler olmuş, ben niye o yıl dünyaya geldim acaba” gibi esprili bir sorudan yola çıkarak yaptığım araştırmada o yılın dünyanın en uzun yılı ve dünyayı sarsan yıl olarak nitelendirildiğini öğrenmiştim.

O yılın önemli olayları, doğan önemli isimler (ben listede yokum maalesef) ve ölen önemli isimler, uzun listelerle "wikipedia.org"da karşıma çıkmıştı. O yıl ölenler listesinde rastladığım Helen Keller’in hayat hikayesi ve söyledikleri bu yazımızı destekler mahiyette.

1882 yılında 18 aylıkken geçirdiği ateşli hastalık nedeni ile 88 yıllık ömrü boyunca kör, sağır ve dilsiz olarak yaşayan ve hayatı kitaplara, filmlere ilham olan Helen Keller, felsefe profesörü ve eğitimciydi. (İzlemeyenlere, Black isimli Bollywood filmini mutlaka izlemelerini tavsiye ediyorum.)

Yaşadığı dönemde, dünyanın sekizinci harikası olarak nitelendirilen Helen Keller diyor ki

“Bazen kendi kendime dünyada herkes senede iki gün görme ve işitme duyularından mahrum kalsa ne iyi olurdu diye düşünürüm. O zaman onlar karanlıkta, görme kabiliyetlerine daha çok değer vermeyi, sessizlikte seslerin verdiği zevki daha iyi duyabilmeyi öğrenebilirlerdi. Ben de birkaç günlüğüne görebilseydim, öncelikle bana iyilikleri ve yardımlarıyla hayatıma değer veren insanları görmek isterdim. Bir kimseyi görebilmenin insanlarda ne hisler uyandırdığını bilmiyorum. Ben sadece dokunarak onların yüz hatlarını, kederli mi neşeli mi olduklarını hissedebilirim. Fakat görenler acaba gözlerini iyi kullanıyorlar mı? Sevdiklerinin göz renklerini, yüz hatlarını biliyorlar mı?” Bu sorulara şu anda yeterli cevaplar veremeyebiliriz. Fakat daha önce söylediğimiz gibi: Hiçbir şey için asla geç değildir. Sahip olduklarımızın farkına varmanın ve kıymetini bilmenin bizi yeterince motive edeceği kanaatindeyim.