Allahü Teala Kur’an-ı Kerm’de şöyle buyuruyor: ‘’Şu halde Allah’a, peygamberine ve indirdiğimiz o ışığa iman edin. Yapıp ettiklerinizden Allah tamamen haberdardır.’’ (Tegabün Suresi: 8)

‘’Toplanma günü için sizi bir araya getireceği zaman, işte o, kayıp ve kazancın (kime ait olduğunun) ortaya çıkacağı zamandır. Kim Allah’a iman eder, dünya ve ahrete yararlı işler yaparsa Allah onun kötülüklerini örter ve içinde ebedi olarak kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur.’’ (Tegabün Suresi: 9)

İnkar edip ayetlerimizi yalan sayanlara gelince, onlar cehennemliktir ve orada ebedi olarak kalacaklardır. Ne kötü son!’’ (Tegabün Suresi: 10)

Fatma iki buçuk yaşında anne ve babasından  ayrı kalmıştı. Babaannesi ona çok iyi bakıyordu. Her ne kadar torununa imanı- İslam’ı öğretmek için çabalasa da kendisi de fazla bir şey bilmiyordu. Yine de gönlüne Allah sevgisini ve korkusunu sindirmiş olduğundan dolayı, ibadet etmeyi bilemese de faydalı bir insan olmaya çalışıyordu. Torununu da öyle yetiştirme gayretindeydi. Torununa bildiği duaları ezberletti. Kendi ağzında bir tane dahi dişi olmadığı için ezberletirken ağzından çıkan harfler çocuk tarafından yanlış duyularak yanlış ezberlemesine sebep oluyordu. Dört yaşına gelmiş olan torununu artık, cami hocasına teslim etmişti. Küçük kız kar yağsa dahi komşu ablaların sırtında camiye gidiyordu. İmam amcası her okuduğunda ona bir şeker veriyordu. Çünkü babası köye her geldiğinde camideki imama birkaç kilo şeker bırakarak gidiyordu. İslam adına pek bir bilgisi olmayan baba, kızının iyi yetişmesini istiyordu.

Küçük Fatma altı yaşına girdiğinde yurtdışından dönen ailesine kavuşmuştu. Annesi dokuz yaşında yetim kalmış, çocukluğu başkalarının tarlalarında çalışarak geçmiş biriydi. Hatice Hanım’ın babacığı imanı ve bilgisi yüksek biri olsa da yıllarca kötü hastalıkla mücadele ederken, kızı yedi yaşında evinden uzakta zeytin toplamaya işe giderek, küçücük yaşına rağmen  evine ekmek getiriyordu. Babasını kaybeden Hatice, el işlerinde İslam’ı öğrenemeden büyümüştü. Aklında kalan, babasının Allah sevgisiydi. Hatice Hanım, babasından öğrenmiş olduğu Allah sevgisini ve iyi bir insan olmayı, kızına da aşılamaya çalışıyordu.

Fatma yıllarca kışın okula, yazın da camiye ders almaya gitti. Güzel bilgiler öğrendi. Her zaman ahlaklı olmaya gayret etti. Kimseyi incitmemeye ve haklarına girmemeye özen gösterdi. Sırf sevap kazanalım diye arkadaşlarını toplayarak caminin halılarını bahçeye çıkarıp silkelerlerdi. Hocası onu hafızlık öğrencisi olması için seçmişti. O sırada yurt dışından gelen teyzeleri cami eğitimini uygun görmediler. En son imam hatip orta okuluna gitmesi kararı verildi.

İmam hatip okulu, her ne kadar dinini öğrenme okulu olsa da deniz kıyısında olan bir şehirde, çok ta bilinçli evlatlar yetiştiremiyordu. Bazı öğretmenler okul içinde, baş örtüsü takılmasını, uzun etek ve kalın çorap giyilmesini kabul etmiyordu. Aileden bilgili gelenler dahi rahat değildi. Dini derslerin öğretmenleri sessiz kalıyordu. Yedi yıl imam hatip okulunun son yıllarında gelen genç öğretmenler dini anlamda daha cesurlardı ve öğrencilerini bilinçlendirmek için çalıştılar. Üniversite hazırlığında olan gençler az da olsa imani olarak cesaretlendiler.

Fatma bölüm tercihi yapacağı zaman sağlık sektörünü istiyordu. Edebiyat öğretmeni edebiyat okuması konusunda ısrar ediyordu. Annesi ise bir köye gittiğinde tanıştığı kuran kursu öğretmeninden çok etkilendiği için, ilahiyat diye tutturmuştu. Puanlar geldiğinde, on ikinci tercihine annesinin hatırına ilahiyat yazdı. Defalarca silerek başka bölüm yazsa da kağıt yıprandı diye ilahiyatı silmedi.  ‘Tuta tuta on ikinci tercih mi tutacaktı?..’ İlahiyata gireceğini hiç düşünmemişti. Sonuçlar geldiğinde çok şaşırdı. Fatma kazandığı İlahiyat fakültesine gittiğinde kendini çok yetersiz ve bilgisiz hissetti. Başka şehirlerden gelen sınıf arkadaşlarının;  imanını, bilgisini ve yaşantısını gördükçe utanıyor ve onlar gibi bilgili ve bilinçli olmak için çabalıyordu. İman ateşi beslendikçe mutluluğu yükseliyordu. İman ne güzeldi. Öğrendikçe daha eksik olduğunu düşünüyor ve düşündükçe daha çok çabalıyordu. Bu çaba onun mutluluğunu artırıyor, iman ateşi gönlünü hoş ediyordu. Ailesi de mutluydu…

İman yükseldikçe mutluluk ve huzur kişiye sirayet eder. Evlatlarımızı imanlı yetiştirebilirsek hem onlar hem biz mutluluğu yakalarız. İman huzurdur, mutluluktur…