Ülkemizin “din eğitim tarihi” mahiyet, maksat ve uygulamalar bakımından birçok yönden farklılıklar ve çelişkiler arz etmektedir. Yapılan araştırmalar ve yazılan gerçekler toplumun tamamı tarafından hüsnü kabul görmemektedir. Mesele sadece İmam Hatip Okulu olarak değil, sağlıklı “din eğitimi” hakkı olarak ele alınmalıdır. 
Kısa vadeli, şüpheci ve yetersiz planlar daima tartışma konusu olmuştur. Meselenin iki yönü vardır. Birincisi Müslüman olarak eğitimden beklentilerimiz ve hedeflerimiz ne olmalıdır, diğeri ise demokratik hak olarak taleplerimiz bakımından ele alınmalıdır.
Kimseyi darıltmadan ve kırmadan meseleyi konuşmak mümkünse bu yolu tercih etmek gerekir. Din eğitimi bakımından genel karne notumuz asla yeterli değildir. Tabii din eğitimi denilince ne anladığımız da çok önemlidir.
Din eğitimi sadece, adında “din” olan okul ve eğitim müesseseleriyle sınırlı değildir. Din eğitimini özel ve genel olarak değerlendirmek gerekir. İmam hatipli olmak denince akla ilk gelen “Din Görevlisi” vazifeleri gelmektedir. Gel gör ki gerçek böyle olmakla beraber, uygulamada bunun dışında farklı veli/öğrenci beklenti ve mütalaaları da vardır.
Sanırım din eğitimine ülkemizde “pozitif ayrımcılık” yapılması gerekir. Gecikmiş ve eksik kalmış yönlerinin tedavisi için el birliğiyle gayret göstermeliyiz. Bu güne kadar bu okulları ekseriyetle “halkın yardımıyla” yapıldığını bilmeyenimiz yoktur. Bu okullarında diğer okullar gibi devlet eliyle imar edilmesi en doğal haktır. Bu gecikmiş hakkın kullanılması kimseyi rahatsız etmemelidir.
Sakarya ilinde imam hatipli mezun sayısı hatırı sayılır derecede olduğunu bilmekteyiz. Sakarya da imam hatipli olmak kolay ve faydalıdır. Şehrimizin vali konağının mekânına ki İmam Hatip Lisesine en yakın komşudur, yeni bir imam hatip binası yapılması, maddi ve manevi değeri bakımından oldukça sevindirici ve önemlidir. Bu güzel hizmete “önder ve vesile” olanlar daima saygı, sevgi ve duayla anılacaktır. Bu gün, bu eğitim müessesesine sıcak bakmayanlar da bir gün umarız çocuklarını bu okullara vereceklerdir. Yada bu müesseselerde yetişen görevlilerimize talebe, cemaat ve dost olacaklardır.
Ülkemizin geleceği imam hatipli öğrencilerle el ele veren, tüm öğrencilerin olacaktır. Eğitimi devam edenlere kolay gelsin, yeni yapılacak eğitim yuvalarının da bir an önce tamamlandığını görmek dileğiyle, öncü ve katkısı olan herkese dua ve şükranlarımızı arz ederiz. Unutulmamalı ki bir ülkedeki din hürriyeti, o ülke insanlarının sahip oldukları din eğitim hürriyeti kadardır. Vallahu veliyyüttevfik.
BEDRİ ANLAMADAN ÇANAKKALE ANLAŞILMAZ
Merak ederim ki bizim tarihimiz nereden, ne zaman ve hangi hadiselerle başlar. Sanırım cevabı “kişilerin aidiyetine” göre değişecektir. Kimine göre 1299 Osmanlı’nın kuruluşu, kimine göre 1923 cumhuriyetin ilan veya bir başkasına göre başka bir tarihtir. Bunların her birinin gerçeklik payı olmakla beraber asıl olan Peygamberimiz aleyhisselam Hz. Muhammed’in davetiyle başladığı tarihtir. Miladi 610 yılıdır. Zira tarih son çağına, son tanık olan Hz Muhammed as ile girmiştir. Özgürlük ve sulh mücadelesi ilk vahiyle Mekke ‘de başlamış ve Medine de bu vahyin bereketi tüm kâinata ışık saçmıştır.
Dünya savaşlarının anlam ve mahiyetini doğru anlamak için Resulün siyerini doğru bilmek gerekir. Kazanılan ve kaybedilen tüm savaşların kritiğini Kur’an da geçen savaşları öğrenerek doğru bir şekilde değerlendirebiliriz. Bedirle ilgili yirmi civarında ayet vardır. Bu ayetler ve ilgili olaylar anlaşılmadan Çanakkale’yi anlamlandırmak mümkün değildir.
“İnsanlar onlara: "Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun." dediklerinde, bu, onların imanını artırdı ve şöyle dediler: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir". (3/173)
BEDİR SAVAŞI
Bedir Gazvesi, daha sonra yapılan Uhud ve Hendek Gazveleri ile birlikte Hz. Peygamber’in Kureyş müşriklerine karşı verdiği tevhîd mücadelesinin en meşhur savaşlarından biridir. Bedir, Medine’nin 160 km. kadar güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 30 km. uzaklıkta Medine-Mekke yolunun Suriye kervan yoluyla birleştiği yerde bulunan küçük bir kasaba idi. Başta Hz. Peygamber olmak üzere Mekkeli müslümanların, on yıl boyunca zulüm ve işkencelerine mâruz kaldığı, nihayet canlarını kurtarmak için ancak birkaç parça eşyalarını yanlarına alarak kendilerinden kaçtığı Kureyşliler, müslümanlardan kalan malları da servetlerine katarak yarımadanın güney ve kuzey istikametlerine doğru ticaret kervanları düzenliyordu. Resûl i Ekrem, Ebû Süfyân’ın idaresinde Kureyşliler’den birçok kimsenin katıldığı büyük bir ticaret kervanının Suriye’den dönmekte olduğu haberini aldı. Mekkeliler’den her kesime ait olan 1.000 develik kervanın 50.000 dinar değerinde olduğu kaydedilmektedir. Kureyş kervanına Bedir’de baskın düzenlemeyi planlayan Hz. Peygamber 12 Ramazan 2 (9 Mart 624) tarihinde Medine’den hareket etti. Yerine Abdullah b. Ümmü Mektûm’u vekil olarak bıraktı. İslâm ordusu yetmiş dördü muhâcir, geri kalanı ensârdan olmak üzere 305 kişiden oluşuyordu. Sancaktarlık görevine Mus‘ab b. Umeyr, Hz. Ali ve Sa‘d b. Muâz tayin edildi. Orduda yetmiş deve ve iki de at bulunuyordu. Müslümanlar bir veya iki gün oruçlu olarak yola devam ettikten sonra Hz. Peygamber’in emri üzerine oruçlarını açtılar.
Öte yandan Ebû Süfyân Hicaz topraklarına girince Hz. Muhammed’in baskın teşebbüsünü öğrendi, yardım istemek üzere Mekke’ye adam gönderdi, kendisi de kervanın pusuya düşmemesi için Bedir’den uzak olan ve daha az kullanılan sahil yolunu takip etti. Kureyşliler, Ebû Süfyan’dan gelen yardım talebi üzerine yoğun bir şekilde hazırlıklara başladılar. Daha sonra kervanın kurtulduğunu öğrenmelerine rağmen, Ebû Cehil kumandasında 1000 kişilik bir kuvvetle Bedir’e doğru hareket ettiler. Müşrik ordusunda 700 deve, 100 de at vardı.
Aslında Rasûlullah ve ashabı Kureyş ordusunun Mekke’den çıkıp Bedir civarına geldiğini henüz bilmiyorlardı; Kur’ân-ı Kerîm’de Bedir karşılaşmasının, iki tarafın beşerî planlarının ötesinde Allah’ın kudret ve iradesiyle gerçekleştiğine işaret edilerek müslüman ordusuyla müşrik ordusunun birbirinden habersiz olduğu, ticaret kervanınınsa ikisinden de uzak bir yerde, sahil yolunda bulunduğu haber verilir (el-Enfâl 8/7, 42).
17 Ramazan 2 (13 Mart 624) Cuma sabahı erken saatlerde her iki ordu Bedir’e doğru yola çıktı. Hz. Peygamber Bedir’deki su kuyularına Kureyşliler’den daha önce ulaştı ve Habbâb b. Eret’in tavsiyesi üzerine düşmanın geliş istikametine göre kendilerine en yakın kuyuyu bırakarak diğerlerini kumla kapattırdı. Fakat daha sonra Hz. Peygamber müşriklerin açık bırakılan kuyudan su almalarına izin vermiştir. Savaştan önce Hz. Peygamber Câhiliye devrinde de elçilik görevini yürüten Adî kabilesinden Hz. Ömer’i Kureyşliler’e göndererek savaş yapılmadan Mekke’ye dönmelerini teklif etti ise de Kureyşliler savaşmakta ısrar ettiler. Eski Arap âdetine göre savaşı kızıştırıp başlatmak üzere her iki taraftan birer kişi meydana çıktı. Mübâreze adı verilen bu meydan okuyuş sırasında Hz. Hamza hasmı Esved b. Abdülesed el-Mahzûmî’yi öldürdü. Bunun üzerine Kureyşlilerden Utbe b. Rebîa, kardeşi Şeybe ve oğlu Velîd, İslâm ordusundan da Ubeyde b. Hâris, Hz. Hamza ve Hz. Ali meydana çıktılar. Hz. Hamza ve Hz. Ali hasımlarını öldürdükten sonra ağır yaralanan Ubeyde’nin yardımına koşup Utbe’yi öldürdüler. Ubeyde b. Hâris savaşta aldığı yaralardan dolayı Bedir dönüşü yolda şehid olmuştur. Mübârezelerden sonra başlayan savaş aynı gün ikindiye doğru müslümanların kesin zaferiyle sonuçlandı. Müşriklerden başta İslâm’ın ve Hz. Peygamber’in en büyük düşmanı Ebû Cehil olmak üzere yetmiş kişi öldürüldü, yetmiş kişi esir alındı. Müslümanlardan şehid olanların sayısı da on dörttü.
Hz. Peygamber şehidlerin namazını kılarak onları defnettirdi. Kureyş’in ölülerini de gömdürdü. Esirlere karşı iyi davranılmasını emreden Hz. Peygamber onlardan sadece ikisini, Ukbe b. Ebû Muayt ile Nadr b. Hâris’i vaktiyle müslümanlara yaptıkları işkenceye karşılık ölüme mahkum etti, diğer esirlere yapılacak muamele konusunda da ashabın görüşünü aldı. Hz. Ebû Bekir’in teklifini benimseyerek esirleri malî durumlarına göre ödeyecekleri 1000-4000 dirhem fidye karşılığında serbest bıraktı. Bazı esirler karşılıksız, okuma yazma bilenler ise on müslümana okuma yazma öğretmeleri şartıyla serbest bırakıldı. Müşriklerden elde edilen ganimetler bir araya toplanarak savaşa katılanlar arasında eşit şekilde bölüşüldü. Hz. Peygamber ramazan ayının sonu veya şevval başında Medine’ye döndü.
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor
Bir hilal uğruna Yarab ne güneşler batıyor
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim seni tarihe desem sığmazsın
Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber
M. Akif Ersoy
BEDİR’DE ESİR DAMAT
Bedir’de ele geçirilen esirler arasında Hz. Peygamber’in damadı Ebü’l-Âs b. Rebî‘ de bulunuyordu. Hz. Peygamber’in en büyük kızı Zeyneb ile evli olan Ebü’l-Âs hanımı müslüman olduğu halde kendisi İslâm’ı kabul etmemiş, bununla birlikte müşriklerin Zeyneb’i boşaması yolundaki telkinlerine de olumlu cevap vermemişti.
Bedir’de müşrikler safında savaşa katılıp esir düşünce, Mekkeliler esirler için fidyelerini gönderirken hanımı Zeyneb de bir miktar para ile annesi Hz. Hatice’nin düğün hediyesi olarak kendisine vermiş olduğu gerdanlığı göndermişti. Gerdanlığı tanıyan Hz. Peygamber son derece duygulandı; Hz. Hatice’yi ve İslâm’a hizmetlerini bir kez daha hatırlayarak Ebü’l-Âs’ın serbest bırakılması ve gerdanlığın da Hz. Zeyneb’e iade edilmesi hususunda ashabından izin istedi. Serbest bırakılan Ebü’l-Âs Mekke’ye döndü ve Hz. Peygamber’e verdiği söz doğrultusunda hanımı Zeyneb’i Medine’ye gönderdi. Kendisi de daha sonra müslüman olup Medine’ye hicret edince Hz. Peygamber Zeyneb’i ona iade etmiştir (Muharrem 7/ Mayıs 628).
Kur’an’da Bedir’de elde edilen zaferin Allah’ın yardımıyla gerçekleştiği ve müslüman ordusunun meleklerle desteklendiği ifade edilmektedir (el-Enfâl 8/8-12; krş. Âl i İmrân 3/123-127). Bedir Gazvesi, İslâm cemaatine Arap yarımadasında büyük bir itibar kazandırmış ve Hz. Peygamber’e İslâmiyet’i tebliğ için geniş imkânlar açmıştır.