VI.

Ben kendi hâlinde bir vatandaşken, arada sırada portreler yazan, kendi küçük, küçücük dünyamda mutluyken, işte bu ‘Hilmi Yavuz 70 Yaşında’ programı değiştirdi benim hayatımı asıl. 

Fotoğraflarında, televizyon ekranlarında gördüğümüz ‘aristokrat/yukarıdan alan mütekebbir’ adam yoktu gerçekte; şiir gibi, şiir gönüllü, şiir tadında bir hoca vardı karşımızda: Muzip, gülmeyi ve güldürmeyi seven, mütevazı...

Reisoğlu’ndaki yemeği hatırlıyorum, Değişim Kitabevi’nde, Çark’taki muhabbetleri; kahkaha tufanıyla karşı karşıyaydı adeta dakikalarımız.

Hayat dolu bir ‘baba’ydı, ‘ağabey’di, ‘hoca’ydı.

Olağanüstü birikimini ve sevgisini, isteyene, hak edene cömertçe dağıtıyordu.

Ercan’a baktım bir ara, göz göze geldik; ‘başımla ve gözlerimle’ onayı teyit ettim: Artık o benim de ‘Hocam’dı artık.

VII.

Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı o tarihten itibaren. İstanbul’da, Edirne’de, Mardin’de birçok kez sohbetinde bulunmak kısmet oldu ‘Hocam’ın. 

Görüşmediğimiz yıl, telefonlaşmadığımız ay yoktur diyebilirim. Her buluşmamız, her telefonumuz bir ‘muhabbet şöleni’ne dönüyor diyebilirim. 

Yüzlerce güzel hâtıra; yüzlerce güzel anekdot; yüzlerce güzel belge ve bilgi.

 VIII.

Ben kendi hâlinde bir vatandaşken, arada sırada portreler yazan, kendi küçük, küçücük dünyamda mutluyken, artık ben de bir ‘Hoca’nın öğrencisiydim. Hem de lügatteki her bir ibâre için konferanslar verebilen, köşe yazıları yazabilen, her bir ibârenin hem Fransızcasını, hem Arapçasını, hem İngilizcesini de kullanımları ve tarihçeleriyle ortaya koyan bir ‘hoca’ya; öyle böyle değil, gerçek, gerçekçi, gerçekten ‘hoca’ya.

Şiiri ne kadar hüzünlüyse, hayatı o kadar neşeli 'hoca’ya.

İslâm Medeniyetini hayatının zihninin gönlünün merkezi kabul eden ‘hoca’ya.

Kalendermeşrep, rindmeşrep, Bektaşimeşrep ‘hoca’ya. Hatta hatta melâmimeşrep ‘hoca’ya.

‘Zifiri karanlıkta ak sütün içinde ak kılı’ görebilen dikkat, rikkat, hakikatteki ‘hoca’ya.

Küçük, küçücük dünyam gene küçüktü ya, mutluluğum büyüktü artık!..

 IX.

Ben kendi hâlinde bir vatandaştım, arada portreler yazan.  Kendi küçük, küçücük dünyamda mutluydum. Bir gün genç bir şairle tanıştım, hayatım değişti. Ercan Yılmaz, Hilmi Yavuz’la tanıştırarak değiştirdi hayatımı.

On yıldır sevindiğimde paylaşacak, üzüldüğümde sığınacak bir liman oldu Hilmi Hoca’m. Hayatımın, Yârân-ı Hassa’sındaki (çok özel dost meclisinin) bütün kardeşlerinin hayatlarının merkezindedir Hilmi Hoca. 

Bu isimlerin bir özelliği de ‘hoca’nın ‘bin yaşa evlat!’ iltifatına ve duasına mazhar olmalarıdır sık sık. Tek istisnası Ali Günvar’dır; ona hitap her zaman ‘Bin bir yaşa evlat’tır da ondan.

 X.

Ben kendi hâlinde bir vatandaştım, arada portreler yazan.  Kendi küçük, küçücük dünyamda mutluydum. Bir süredir hayatım ‘bir şair hoca’ var. 

O kadar var ki; yine seyahatlerden eve uğrayamadığım günlerdi. Bir gün face’de bir talimatını okudum: ‘Bur bir emirdir! Otur evinde Fahri! Bunu bana söyleyebilecek yeryüzünde bir tek kişi vardır: Hilmi Yavuz. Oturdum ve bir hafta evden çıkmadım, gün be gün de Ercan’ım Mercan’ım’a saat başı yer bildiriminde bulunarak.

Bir başka gün kızımı istemeye geldiler. Malum söylemlerin ardından kulağıma bir telefon uzatıldı; dost, aşina, sevgi dolu bir ‘hoca’ sesi: ‘Fahri, evlat! Oğlumuz İsa ile kızımız Ayşenur tanışmışlar görüşmüşler konuşmuşlar, birbirlerini sevmişler, hayatlarını birleştirmeye karar vermişler. Ben de büyükleri olarak, Allah’ın emri peygamber efendimizin sünneti üzere, oğlumuz İsa’ya kızın Ayşenur’u istiyorum! İsa’ya kefil olduğumu bilmeni isterim.’ diyordu. 

‘Hilmi Hocam, bizce uygundur ama, siz aynı zamanda kız dedesisiniz, kız tarafısınız. Biz Tuna Ailesi olarak kararı şahsınıza bırakıyoruz’ deyince ben, ‘Fahri’ciğim, az önceki cümlede söylediklerim,  kız tarafı olarak da kanaatimin müspetliğini iltizam eder; verdim gitti. Hayırlı uğurlu olsun evlatlarıma!’

Sonsöz: Hayatımıza giren, hayatımızı zenginleştiren, hayatımızı güzelleştiren hocam... 

İyi ki varsın ve iyi ki hayatımızdasın.

Zira hayatımızın en büyük hocasısın. 

Sen bizim hâce-i ekber’imizsin.

İyi ki de öylesin!