Dinozor tişörtleri, ayakkabıları, çantaları, kupaları, pijamaları, film veya belgesellerinden biri var mı evinizde? Yoksa hemen alın bir tane. Üstlerinde hangi türden dinozor varmış bir bakın. İnanın 5-6 yaşındaki çocuklarla iletişiminiz kuvvetlenecek. Jeolojik devirlerine göre tür isimlerini bile biliyorlar. Böylece bir çocuk size "Palasapus'umu (plateosaurus) gördün mü?" diye sorduğunda bir dinozor oyuncağından bahsettiğini anlayacak ve hatta ona dönüp "Hayır onu görmedim. Burada sadece T-Rex var." cevabını verebileceksiniz.
Bayrampaşa'da Forum İstanbul AVM'de dinozorlar müzesi var. Görmediyseniz gitmeye değer bir yer olduğunu söylemek istiyorum. Dinozorlar sanki yeniden canlanmış gibi bir hava yaratılmış müzede. Hatta dinozorlarla ilgili 5 boyutlu bir film izletiyorlar. Filmi izlerken oturduğun koltuk oynuyor, yüzüne su sıçrıyor ve sen kendini dinozor saldırısının tam orta yerinde buluyorsun.
Bu dinozorların hiçbiri şu anda yok. Göktaşı mı çarpmış, iklim mi değişmiş, artık neyse, çok uzun zaman önce yok olup gitmişler. Müzede asıllarının birebir boyutta ve hareketli kopyalarıyla karşılaşınca insan, iyi de olmuş, diyor içinden.
Dinozorların yok oluşu, aklıma, ya hayvanlar hiç olmasaydı, sorusunu getirdi. Dünya ve hayatımız nasıl olurdu, bilemiyorum. Ama hayatın yansıması olan dilimizde ve edebiyatımızda epey bir boşluk kalırdı. "Eşek gibi çalışıyorum. Aslan sütü, aslan payı, at başı beraber, fare deliği, bit yeniği, balık istifi... Burası karınca yuvası gibi olmuş. Kafamda kırk tilki dolaşıyor. Kuzu gibi maşallah. Dana gibi olmuş. Pirelendirme adamı." nevinden ifadeler olmazdı. Kurt-kuzu, tavşan- kaplumbağa, deve-pire benzetmeleri yapılamazdı. Daha da önemlisi kahramanları hayvanlardan oluşan bir edebiyat türü hiç var olamazdı: Fabl.
Fabl türü ile anlatılan hikaye, sembolik bir anlatımla insanların dünyasını düzeltmeyi sağlar. Bunu hayvanları kullanmadan direkt bir nasihat şeklinde söylemek aynı etkiyi yaratmaz. Zira fabl türünün meşhur örneklerinden biri olan "Aslan ve Fare"yi kahramanları insan olacak şekilde (zengin, güçlü fakat kibirli bir adam ile fakir ama ileri görüşlü bir adam olarak) yeniden kurgulasak aşağıda yazdığım orijinali kadar etki bırakmaz, diye düşünüyorum.
Ormanlar kralı aslan bir gün ormanda avlanmaktan gelmiş, yatmış uyuyormuş. Minik bir fare aslanın üzerinde dolaşmaya başlamış. Aslan sinirlenerek uyanıp fareyi yakalamış. Tam öldüreceği sırada fare yalvarmış: "Ne olur beni bırak! Gün olur benim de sana bir iyiliğim dokunur." demiş.
Aslan, farenin bu sözlerine gülerek: "Sen küçük bir faresin, bana ne iyiliğin dokunur ki deyip fareye acımış ve fareyi bırakmış. Fare sevinerek oradan uzaklaşmış. Aradan zaman geçmiş, aslan bir gün avcıların kurduğu tuzağa yakalanmış. Aslan çırpınmış, bağırmış ama tuzaktan bir türlü kurtulamamış. Oradan geçmekte olan minik fare, aslanın bu durumunu görmüş. Hemen dişleri ile tuzağın iplerini kemirerek kesmiş. Aslanı tuzaktan kurtarmış. Fare aslana: " Beni küçük diye beğenmiyordun. Bak. senin canını kurtardım." demiş. Aslan, böylece yapılan bir iyiliğin karşılıksız kalmayacağını anlamış.
Hayvanlar olmasaydı, George Orwell'ın "Hayvan Çiftliği", Stephen King'in "Hayvan Mezarlığı" Kafka'nın "Dönüşüm" kitabı gibi pek çok kitap, bugünkü etkileyiciliğinde yazılamazdı. Mina Urgan "Bir Dinozor'un Anıları" kitabına, Nazan Öncel "Hayvan " şarkısına başka bir isim bulacaktı.
Hayatımızı süsleyen bu canlılar iyi ki var. Bazen onlarla ilgili serzenişlerde bulunsak da varlıklarının önemini yadsıyamayız. Çok sevdiğim mesai arkadaşlarımdan birine böyle bir yazı yazmayı düşündüğümü söylediğimde beni gülümseten bir fıkra anlattı. Ben de sizinle paylaşayım:
Otobüste ayakta kalan bir çift, şoförün ani freni ile sarsılır. Adam yanlışlıkla karısının ayağına basar. Canı çok yanan kadının ağzından gayri ihtiyari bir "hayvan!" nidası çıkar. Adam müstehzi bir gülümse ile karısına bakınca kadın sinirlenir ve "Hayvan dediysek kanarya demedik, herhalde." diye söylenir.