Her canlı ve özellikle insan hastalık denen durumla karşılaşması tabiidir. İnsanda iki çeşit durum hastalık olarak ifade edilir. Biri inanç bozukluğuna bağlı durumlar ki “maraz” olarak bilinir. İkincisi ise bedeni olan hastalıktır. Bu sebeple Hz. İbrahim peygamber “Hasta olduğum zaman odur şifa veren” buyrularak hastalık, tedavi ve şifanın tevhit inancıyla ilgisi vardır.

Mü’min için “Hayır ve şer” her şey bir imtihan vesilesidir. Hastalık da bir imtihandır. Kimi sağlığıyla, kimi hastalığıyla, kimi fakirliğiyle, kimi ise zenginliğiyle imtihanını kazanır veya kaybeder. İçinde bulunduğumuz hastalık durumu dünyada ilk defa yaşanan bir hadise değildir. Tarih boyu hastalık ve salgınlar olagelmiştir. Dikkat edici husus ise dünyamıza zarar vermediği müddetçe ölümlerin çok etkili ve dikkate alınmadığı tespit edilmiştir. Evimiz, mağazamız, arabamız, ticaretimiz zarar görmemişse ateş sadece düştüğü yeri yakmaktadır. İnsanların bir mikroba mağlup olmaları gelişmişliğin sorgulanmasına vesile olmalıdır. İnsanlık henüz kendi bedenini tam manasıyla ihata edememiş ve insanlık kalesi acziyete teslim olmuştur. Tedavini aktörleri olan ehli tıb ise şimdilik sadece hastaya solunum cihazı bağlamakta ve kan değerlerini ölçmektedir.

Hastalık çok yönlü bir toplumsal olgudur. Hastanın acısı, ağrısı, tedavi süreci, hastane personeli, masrafları, ilacı, ailesi, refakatçısı, bütçesi, işi, emeği, kazancı, karantinaya alınması vs bir çok konu iç içe geçmekte ve etkilenmektedir.

Tedaviye ait Tv haber ve sunumları, bilim kurulu üyeleri, Tıb otoriteleri, siyaset ve benzeri huşularda ki açıklamalar her zaman gerçeği yansıtmadığı gibi, olan gerçeklikte tam anlaşılamamıştır. Sonuç olarak “Hasta Dünya” tabirini kullanmakta bir mahzur yoktur. Maskeliler ve maskesizler, çalışanlar ve çalışmayanlar, ceza kesenler ve ödeyenler gibi birçok konuda toplumda tartışmanın başlamış olması ise bir farklı boyuttur.

Peygamberimiz ifsat eden hastalıktan Allaha sığınmıştır. Hastaları ziyaret ederek dua etmiştir. Mü’min hastalığa ne sövmeli ne de lanet etmemelidir. Cabir (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ümmü Saib veya Ümmü Müseyyeb'in yanına geldi ve, “Ey Ümmü Saib veya Ümmü Müseyyeb sana ne oldu da titriyorsun” diye sordu.Ümmü Saib, “Sıtmaya yakalandım, Allah belasını versin” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), “Sıtmaya sövme. Çünkü hastalıklar körüğün yaktığı ateşin, demirin kir ve pasını giderdiği gibi insanoğlunun hata ve günahlarını giderir” buyurdu. (Müslim, Birr, 53)

Aişe (Allah Ondan razı olsun)’dan rivayet edildiğine göre: Aişe anamız Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e tâûn hastalığından sormuştu da O da şöyle cevap vermişti: “Tâûn hastalığı; Allah’ın dilediği kimseleri bu hastalıkla cezalandırdığı bir azap şekliydi. Allah onu mü’minlere rahmet kıldı. Bu sebeble tâûna yakalanan bir kul sabredip mükafatını Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde başına Allah’ın yazdığından başka hiç birşey gelmeyeceğini bilerek oturup dışarı çıkmazsa kendisine şehid sevabı verilir.” (Buhârî, tıbb 31)

Sonuç olarak hastalığında bir şerefi var, onu taşımasını, temsil etmesini bilmeli ve örnek alınacak bir hasta olduğumuz gibi yaşamalıyız.