Sakarya – Bilecik-Bolu’nun birleştiği noktada ilimizin son köyü olan Taraklı Akçapınar Köyü’nde çiftçi Hüseyin Çolak’ın dört çocuğunun en küçüğü olarak 1946 yılında doğdu. 1958 yılında Akçapınar köyü imamı Hafız Yakup Duman’dan hafızlığını tamamladı. Pamukova’da Hafız İsmail Yener’den ve Üsküdar Atik Valide Camii İmamı Hafız Mehmet Acunar’den ‘ta’lim’ okudu. Okul olmadığı için ilkokula gidemedi, on sekiz yaşındayken Gölpazarı Cengiz Topel İlkokulu’ndan ilkokul diplomasını- dışarıdan - aldı. Askere gidene kadar her Ramazan yedi yıl (bir sene Bursa’da, iki sene Birecik Pazaryeri’nde, iki sene Balıkesir Edremit’te, iki sene İzmir Ödemiş’te) mukabele okudu. On yedi yaşındayken, hocasının isteğiyle kendi köyünden Ali Saraç’ın kızı Cemile hanımla evlendi. 1966 yılında İstanbul Ayazağa’da acemilik, ardından Ankara Etimesgut’ta Jandarma Genel Komutanlığı’nda şeref bölüğünde ustalığını -yirmi dört ay- tamamladı. Büyük oğlu Rıdvan o askerdeyken 1967 yılında, küçük oğlu Yunus 1971’de Geyve Umurbey’de doğdu.

36 SENE ORHAN CAMİİNDE MÜEZZİNLİK GÖREVİ

Pamukova Çardak köyünde müftülük buyrultusu ve köy ücreti ile imam olarak başladı. İki sene bu görevi yürüttü. 1971’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açtığı imtihanı -93 puanla- kazanarak resmen imam oldu ve Geyve Umurbey köyünde imamlığa başladı. Bu köyde üç sene görev yaptıktan sonra Akyazı Gaziosmanpaşa Camii’nde müezzin olarak görevlendirildi. İki buçuk sene müezzinlik görevinden sonra 1975 yılı sonunda Adapazarı Ozanlar Merkez Camii’ne müezzin olarak -becayişle- geldi. 28 günlük görevden sonra,1976 yılı Ocak ayından 2011 yılı temmuz ayına kadar otuz altı yıl Adapazarı Orhan Gazi Camii’nde müezzin olarak görev yaptı. 1996 yılında Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’ni – dışarıdan – bitirdi. 05 Temmuz 2011 tarihinde emekli oldu.
HAFIZ HİMMET, ASKER HAFIZ, ALİ ÖZDİN, İSMAİL YENER

Hasan hocam, göreve başladığınız 1976’da Adapazarı’nın belli başlı camilerindeki imam ve müezzinlerini anlatır mısınız?
1966’da ben göreve başladığım zaman Orhan Gazi Camii İmamı Hafız Sabri Kavakçı hocaefendiydi. Kendisiyle on üç yıl birlikte görev yaptım. Kendisi çok sevdiğim saydığım bir hocaefendiydi. Allah rahmet eylesin. Emekli olurken ‘vaktim geldi emekli oluyorum, ama seni çok sevdim, senden ayrılmak çok ağır geldi’ demişti bana. Ağa Camiinin imamı Halit Aba hocaefendi, müezzini de Hakkı Yılmaz hocaefendiydi. Orta Camiinde imam Hasan Kurnaz ve müezzin İbrahim Çolak’tı. Tozlu Camiinde imam olarak Hafız Ali Özdin ve Hafız İsmail Yener hocaefendiler vardı. İkisi de çok güzel hafızlardı. Müezzinler ise Sami Şentürk ve Ahmet Çelep’di. Şerefiye’deyse imam Hafız Mehmet Aydın (Mustafa, İsmail, Osman Aydın’ın babaları), müezzin ise Hafız İhsan Şanlı’ydı. O dönemde Sakarya Müftüsü ise İbrahim Çelik’ti.

O dönemin muteber, sevilen alim, hafız, hocaefendileri kimlerdi?
En büyükleri, en sayılanı Karaağaçdibi İhsaniye Camii İmamı Hafız Himmet Babalıoğlu’ydu. Emekli İl Müftüsü ‘asker hafız’ lakaplı, daha sonra reisül kurralık da yapan Hafız Mehmet Eren vardı. İlim yönünden Adapazarı’nın yarısı sayılan hem hafız hem ulema Mehmet Aydın vardı. Hocaların Hocası İl Müftüsü İbrahim Çelik’in değeri tartışılamazdı. Kıraat açısından en iyiler Yenicamii imamı Hafız Hasan Yıldırım, Hafız İsmail Yener, Hafız Ali Özdin, Hafız Muharrem Şentürk’tü. Bunların arasında tartışılmaz ilime sahip olan Hamza Tekin hocaefendiydi. Bunların çoğu rahmetli oldu. Sağ olanlar hâlâ el üstünde tutulmaya devam etmektedirler.

ADAPAZARI YOKKEN ORHAN CAMİİ VARMIŞTI

Orhan Camii, Müslüman Türklerin Adapazarı’nı fethinin nişanesi. Bu camide 36 yıl müezzinlik yapmak nasıl bir duygu; ildeki diğer camilerden farkı hissediliyor mu?
Aynı heyecanla başladım, aynı heyecanla bitirdim. Bu kadar daha ömrüm olsa yine Orhan camiinde müezzinlik yaparım. Bu bölgeyi fetheden Orhan Gazi’nin ve arkadaşlarının ruhunu şad etmek için gönlümden gelen hususiliği zevkle okuyorum. Ezanlarımda da kametlerimde de cemaatimiz bunu zannederim fark ediyorlardı. Adapazarı yokken Orhan Camii varmıştı yani. Orhan Gazinin buyruğuyla yapılan bir eser yani.

Orhan Camiinin –sizin bilebildiğiniz kadarıyla – imamları kimler? Kimlerle çalıştınız?
Duyabildiğim, bilebildiğim kadarıyla 1923’yen 1960 senesine kadar Orhan Gazi Camiinin imamı, şimdi NBA’de meşhur basketbolcu Mehmet Okur’un dedesi Hafız Mehmet Okur. 1960’dan 1988’e kadar Hafız Sabri Kavakçı, 1988’den 2008’e kadar Hafız Talip Bozkaya. 2001 senesinden itibaren Alaattin Beşel hocafendiyle birlikte çift imam oldular. 2008’den itibaren ise camimizin imam-hatipliğini Alaattin Beşel Hocaefendi Mustafa Aydın Hocaefendi birlikte sürdürüyorlar. Müezzinlere gelince; İsmail Uziş ve oğlu Ali Uziş’ten ben devraldım. 1968 senesinden 2001’e kadar çift müezzin olarak görev yaptık. Mithat Usta, Ziya Okur, Vahit Yeniay ve Yunus Acar’la birlikte görevler üstlendik. 2001’den 2011’e kadar yalnız görev yaptım.

1976’dan bu yana belli başlı Orhan Camii cemaatini – hatırlayabildiğiniz kadarıyla- anlatır mısınız?
Adapazarı’nda Orhan Gazi Camiinde özellikle iki üç saf, şehir eşrafından çok vakarlı bir cemaati vardı. Ve beni bu camiye en çok bağlayan da bunlar oldu. Meselâ İslâm Öziş, meselâ Fehmi Öziş, meselâ Nasip Öziş. Meselâ Tahsin, Mustafa Kara. Meselâ Hasan Girişken. Meselâ terzi Ali Taşçeken. Meselâ Bakırcı Mustafa. Meselâ Fahrettin Yıldırım, Nasuh Yıldırım, İhsan Yıldırım. Yusuf Elma. Berber Kemal Temiz. Köfteci İsmail Köprülüoğlu. Akaylardan Gündüz ve Oğuz Akay. Halıcı Ferit Doğan, Anahtarcı İlhan. Şumnu mağazalarından İbrahim Erdinç Şumnu, ki hocamdır aynı zamanda. Saatçi Abdurrahim Gürses. Lokantacı Ali Çakar, Dönerci Ömer Oğur. Mehmet Şişik. Özcan Toplar, Nadir Kan, fikri Atak. Matbaacı Hasan Uyar. Yamanlardan Mustafa ve Lütfü Yaman. İsmail Uslu ve oğlu Recep Uslu. Ahmet Ateş, Hüseyin Ateş. Eşref Çakmak. Pehlivan Hasan amca. Zücaciyeci Şaban Ürküt, Çiçekçi İsmail Ürküt. Ayrancı Enişte. İhsan, Ahmet, Burhan Pekçetinler. Selahattin Çileli, Saatçi İsmail Yenihayat, ağabeyi Ahmet Yenihayat. İsmail Odabaş, Kuyumcu Sami, Kuruyemişçi Yüksel Ayanoğlu. Tuhafiyeci Vahit Kolunsağ. Manifaturacı Hasan Erol, Hidayet Erol. Sabri Koşucuoğlu. Sabri, Kenan Sakallıoğlu. Manifaturacı Hasan Kahraman, tuhafiyeci Hasan Atak. Berber Taci. Matbaacı Nusret ağbi. Sait Tanış. Emekli öğretmen Fahri Sivri. Ayakkabıcı Hamdi Hoşgör. Ahmet Aslan, çocukları Yılmaz ve Yalçın, torunları Özcan Aslan. Konfeksiyoncu Salih Arslan. Affan Ür ve oğlu Hasan Ür. Sürekli bakkaliye Celal Sürekli. Doktor Sadık canlı ve Doktor Hüseyin Berberler. Kuyumcu Fadıl ve Ahmet Uzak. Baharatçı Zekeriya, Mehmet, İbrahim Çoban. Çorapçı Cengiz. Tuhafiyeci Hacı Ömer Bakır. Kırtasiyeci Hacı Şaban Üstüner. Kumaşçı Mehmet Sami ve İsmail Çakmak kardeşler. Hatırıma gelenleri saydım. Unuttuklarımdan özür dilerim. Ölenlere de rahmet diliyorum.

MAYAM TARAKLI OLDUĞU İÇİN RAHAT KONUŞURUM

Hafız Hasan Çolak; sen Adapazarı’nda dini sevimli hâle getiren müezzin olarak tanınıyorsun? Bunda Taraklılığının payı var mıdır? Yoksa mizacının etkisi midir?
Teşhisiniz doğru. Mayam Taraklı olduğu için çok rahat konuşuyorum yani. Halk dilinde Taraklı’nın namazı derler. Benim çocukluğumda Taraklı’da namaz bir başka güzeldi. İstanbul’un en iyi hocaefendileri senede 5-10 defa Kur’an ziyafeti verirlerdi. Onlara özenerek, aşk ederek bu mesleğe girdim. Taraklı insanı zaten misafirperver ve güler yüzlüdür. Öğünmek gerekirse Osmanlı’nın doğdu yerdir. Biz Taraklı’da büyüklerimizden akaide uymak şartıyla, dinin hep sevdirici tarafının öne alındığı gördük, bunları uygulamaya çalıştık. Dedemden bir vasiyetim var: Misafir bineğinden inip yerine oturuncaya kadar ağırlanır. O arada misafire nasıl davranırsan o da sana öyle muamele eder. Misafir de sevildiğinden emin olur yani. Benim esinlendiğim yer Taraklı’dır yani. Bizim Taraklının şakaları meşhurdur, onuruna batmayacak şekilde şaka yaparlar.

Hasan hocam; yalaza nedir? İyi yalazacılar kimlerdir? Sizin için de iyi yalazacıdır diyorlar?
Adapazarı’ndan biri Taraklı’ya gelmiş. Bir arkadaşının çocuğuyla karşılaşmışlar. Bana bir Taraklı yalazası yap demiş. O sırada arkadaşı aklına gelip sormuş: ‘Evladım, baban nasıl, iyi mi?’, o da cevaben ‘Babam öldü, kefen almaya geldim’ demiş. O da büyük bir telaşla arkadaşının evine koşmuş, bakmış ki çay içiyor. ‘Oğlun bana seni öldü dedi, ben de koşarak geldim’ derken oğlu da içeriye giriyor. ‘Ulan utanmaz, beni niye kandırdın?’ deyince, ‘ama amca sen bana bir yalaza yap dedin, başka türlü evimize geleceğin mi vardı, bak bu sayede babamla da görüşmüş oldun’ der. Dostluk da pekişir. Yalaza, aslında bir tilki muhabbetidir. Zeka ister, hoşgörü ister, karşıdakinin onuruna dokunmamak kaydıyla yapılır. Bu işin gelmiş geçmiş iyi ustaları rahmetli Cevat Hafızın Alaaddin (Öncü) ve Keşkapan Mehmet (Özkaraman). Bizim köyümüzde de Hala Mehmet vardı, Allah rahmet eylesin, o da aman aman aman, çok ustaydı. Şimdi Hayta Hafızların Naci Ağbi (İşsever) çok iyidir. Zannederim ben de idare eden bir yalazacıyımdır. Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman da iyi yalazacılardandır.

ENGELLİLERE: ‘BEN DE SİZDENİM, ZİRA SOYADIM ÇOLAK’

Hasan Hocam, Orhan camiye de yalazayı soktuğun, her yerde anlatılan nüktelerin var. Bir kaç örnek verelim mi?
Bir gün namaz sonrasında imam odasında oturuyoruz. Gürcü bir cemaatimiz ‘hapiz, sen Kur’an’ın her tarafını bilir misin?’ diye sordu, ben de ‘bilirim’ dedim. Elimden aldı Kur’anı, çeşitli yerlerinden sordu, ben de bildim. Taraklı ağzıyla dedim ki ona ‘Gazkafalı, bu Kur’an benim, ben bunu ezberledim, caminin içinde yeni Kur’an’lar geldi, ondan sor’ dedim, ‘tamam’ dedi. Camiinin içinden yeni Kur’an almaya giderken, aklı başına geldi, döndü ‘Kur’anlar hep aynı değil mi’ diye sordu. Benim hanımın yeğeni Prof. Dr. Ali Seyyar, dedi enişte engelliler cemiyetine gidelim, ben bir şeyler anlatırım sen de bir Kur’an okursun dedi. Gittik, o konuştu, bende Kur’an okudum. En son adı İhsan olan bir başka profesör de engellilere hitaben ‘Kur’an okuyan hocam hariç, hepimiz engelliyiz, şükredelim Allah’a, beterin beteri var’ dedi. Ben o sırada el kaldırdım. ‘Telaş etmeyin, ben de engelliyim’ deyince herkes bana baktı, ‘soy ismim çolak, ben de sizdenim’ deyince ortalık kahkahaya boğuldu, engellilerin yüzünü bir nebze olsun güldürmüş oldum. Taraklı merkezde imam olan rahmetli Ali Özkatran hocam, hanımıyla beraber doktora gelmişler. Bir Cuma günüydü. Cumadan önce baktım, geliniyle beraber yenge, Orhan Camii avlusunda oturuyor, ben de ‘yenge burada böyle olmaz, ben sizi eve götüreyim’ dedim, evimiz de Eski Rejide, eve götürdüm, hanıma teslim ettim, döndüm. Ali Hoca geldi biraz sonra, telaş içerisinde. Hanımı ve gelinini arıyor. Numaradan biraz sağa sola baktık. Yok. Hocam geçen haftalarda Çingenler 2 tane kadın kaçırmışlardı, gazeteler yazdıydı, Allah korusun filan deyince ben, hoca daha bir telaşlandı. Karakola gidip şikayete karar verdi. Ben de ‘Ali hocam eve gidip bir karnımızı doyuralım, aklımız başımıza gelsin, sonra gider şikayet ederiz’ dedim. Eve gidince Ali Hoca hanımını görünce bana neler söylediğini artık siz tahmin edin. Ben de burada nükteyle karışık Ali Hocaya cami avlusuna kadın bırakılmayacağının dersini vermiş oldum. Bir gün Orhan Camiine Osmaneli’nin köylerinden birisi geldi. Ben üst katta müezzin mahfilindeyim. Kulağıma dedi ki ‘müezzinlik yapabilir miyim?’ Ben de ‘burada müezzinlik yapabilmek için makbuz gerekiyor, aşağıdan cami derneğinden 25 liralık yardım makbuzu al da gel’ dedim. Geri çekildi, parayı duyunca vaz geçti. Sünneti kıldım, ‘kimin ne olduğu belli olmaz, kalbini kırmışımdır, helallik alayım’ diye ihlasları okuttum. Çok çok güzel okudu. Cemaat de mest oldu. Ben de ‘senin yerine makbuzu ben alıp geleyim, sen devam et dedim. Namaz sonrası bir aşır okuttum. Cemaat de biz de çok memnun olduk. Bir daha da o adamı bulamadım. Sesi ve güzel okuyuşu halen kulaklarımızdadır. Sordum soruşturdum, bir daha da bulamadım o adamı.’

HASAN HOCAYI DAMADIYLA BARIŞTIRMAK İÇİ VALİ, DEKAN, MÜFTÜ ARAYA GİRİYOR,
BİR DE BAKIYORLAR HASAN HOCANIN KIZI DA DAMADI DA YOK

Hasan ağbi, senin meşhur bir ‘damat yalazan’ var, Vali Nuri Okutan’ın bile adının karıştığı. O işin aslı nedir?
2006 yılıydı. Ramazan bayramına yakın Müftülüğe gittim. Dairede bazı arkadaşlar çocuklarından, kimi kızından kimi oğlundan kimi damadından muzdarip. Bana bir yalaza kapısı açıldı yani. Benim gibi erkek olun, ne damadı ne kızı eve sokmuyorum, vallahi de billahi de sokmam deyince, üzerime çullandılar, barıştırmak için. Bu haber yavaş yavaş yayılmaya başladı. Çaybaşı Belediye Başkanı Osman Aydın’ın evinde toplandık, Ziya Cevherli ve Hasan Karagüzel ve ismi hatırıma gelmeyen daha bir çok değerli hocafendiler barıştırmak için araya girdiler. Hâlden anlayan Alaattin Beşel devreye girdi, ‘hocam yenge hanımdan telefon geldi, evde rahat edemiyoruz, mümkünse barıştırsınlar’ dedi . Herkes üzerime çullandı. Ben her araya girene ‘ne olur ısrar etmeyin, işin aslını bilseniz araya girmezsiniz’ diyorum, sonra İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Suat Cebeci de geldi, yanında Müftü Sinan bey de var, Dekan bey ‘Hasan Hocam beni çok sever, beni kırmaz, onu ben barıştıracağım’ dedi, en az 15-20 ayet hadis okudu barışmanın faziletleriyle ilgili, ben de ‘hocam, siz işin içyüzünü bilseniz vallahi karışmazsınız’ deyince kükredi, ‘sen karışma bu işi bana bırakın’ dedi. Damatla bizi barıştırmak için bir yemek düzenlemeye karar verdiler. Dönemin Valisi Nuri Okutan beyin kulağına da gitmiş dargınlığımız. Sağ olsun iyi de dostuz, sık sık Orhan Camiye gelirdi. Oda devreye girdiyse ona da ‘Sayın valim, bende hatırınız çoktur ama işin aslını bilseniz vallahi devreye girmezdiniz’ deyince, işin aslı anlaşıldı: Zira benim kızım da damadım da yoktu, iki oğlum var Rıdvan ve Yunus.

Portre
Fahri Tuna

Müezzin Hasan Çolak
EZANLARIN MÜTEBESSİM ÇEHRESİ

Taraklılı .
Taraklılı Hafız Hasan.
Taraklılı komik hafız. Taraklılı nüktedan muzip musikişinas hafız.
Camiye nükteyi sokan adam; dini sevimli, imanı sevecen kılan adamdır o.
Sakarya Müftülüğünün Nasreddin Hocası.
Adapazarı musiki camiasının da sesi ve tavrıyla Orhan Gencebay’ı.
Taraklı’nın - o meşhur kırağısından mıdır yoksa yalazasından mıdır bilinmez - hafızlarının sesinde inanılmaz ve doyulmaz bir lezzet peyda olur; işte birkaç örnek: Hafız Saim (Özel, Süleymaniye Camii eski başimamı), Hafız Necati (Dönmez, Dolmabahçe Camii imamı), Hafız Mehmet (Erkal, Marmara İlahiyatta profesör), Hafız Adil (Özyüksel), Hafız Ali (Saraçlar, Yunuspaşa Camii eski imamı) ve Hafız Hasan (Çolak, Adapazarı Orhan Camii eski müezzini). Onlar Ertuğrul Ocağının (Taraklı 1292’de Ertuğrul Gazi döneminde fethedilmiştir zira) mirasçıları, Şeyh Edebalı’nın ahbab-ı yaranları ve müdavimleridirler.
Her şehrin belli başlı on markası vardır; Adapazarı için ‘Sait Faik’tir, ‘Islama köfte’dir, ‘Mazlum Şekerleme’dir, ‘Gülseven Helva’dır, ‘Alikoka Bozası’dır, ‘Mustafa’dır, ‘İsmail’dir, ‘Dönerci Ömer’dir, ‘Enişte’nin Ayranı’dır örneğin bu markalar. Onuncusu mu? Tartışmasız ‘Müezzin Hasan’ın Ezan’ıdır.
Adapazarı’nda tarih Orhan Gazi ile 1326’da başlar; mezkur Sultan’ın bugünkü camiinin yerinde bir camii inşa ettirdiği de ilmen ve fikren sabittir. Tam otuz altı yıldır her Cuma Müezzin Hasan’ın o davudî sesinden ‘Camimizin banisi Sultan Orhan Han ruhuna’ sözü cemaati bambaşka dünyalara götürüp getirmiştir.
‘Hasan’ büyük güzel demektir; Hasan Çolak iki mânâyı da mezcetmiş bir ağabeyimizdir; hem bir doksanlık endamıyla ‘büyük’, hem de yüzünden sözünden özünden eksik etmediği tebessümüyle ‘güzel’ bir adamdır o.
Yalazaları Adapazarı efsaneleridir: ‘Bir gün Hasan Hocanın damadını eve sokmadığını duyulur. Barıştırmak için kimler girmez ki araya; il müftüsü, ilahiyat fakültesi dekanı, vali Nuri Okutan… Herkes elinde barışmanın faziletleriyle ilgili şu kadar ayet hadisle gelir, rica ederler. Onun cevabı hep aynıdır; ‘lütfen aramıza girmeyin, işin aslını bilseniz teklif bile etmezsiniz!’ İşin aslı bir süre sonra anlaşılır: Taraklılı Hasan Çolak, herkesi enfes bir yalazaya getirmiştir: Zira Hasan Çolak’ın kızı da damadı da yok, iki oğlu vardır. Bir başkası; ‘Yeni gelen il müftüsü onun camiinde vaaz etmektedir. Kendisi öyle kaptırır ki ‘şöyle şöyle yaparsanız öbür dünyada … gidersiniz cennete’ der; sonra gafı fark eder, utanır, mahcup olur. Namaz sonrası imam odasında müftü üzgündür; Hafız Hasan’ın ‘hayrola müftü efendi, siz dalgın görüyorum?’ sorusuna ‘gördün mü yaptığımı, hiç bana yakıştı mı? Galeyana gelip büyük gaf yaptım’ deyince ‘aman müftü efendi’ der ‘sizden önceki müftü efendi, tam orayı anlatırken bir de malûm işareti yapıyordu, sizin ki de bir şey mi’ deyince Müftü rahatlar, ‘sen ne kadar güzel konuşuyorsun Hasan Efendi’’ diye tebrik eder. Hasan Çolak’ın birkaç hafta içinde bir kademe ilerleme ile ödüllendirilmesi de çabası…’
Hazırcevaplılığı, tevazusu, samimiyeti de nükteleri kadar meşhurdur: Bir gün özürlüler programının finalinde Hasan Çolak’a Kur’an okutulur, ona teşekkür eden profesör, iltifat olsun diye- hafızlığına da nazire – ‘bir tek aramızda özürsüz olan Hafız Hasan’dır’ deyince espriyi yapıştırır: ‘Olur mu efendim, ben de özürlü biriyim. Soyadım Çolak benim!’ Veya il müftüsünün ‘on günlük izine ayrılıyorum, bir isteğin var mı Hasan Efendi?’ sorusuna ‘beni vekil bırakın da efendim, Adapazarı on gün bir müftü görsün!’ diyecektir.
Müezzin Hasan’ın sesi hep ‘müjde’, hep ‘çağrı’, hep ‘huzur’du bize; o hep ‘kurtuluşa’, hep ‘felaha’, hep ‘hayata’ çağırdı otuz altı yıldır bizleri. Salâları bile ‘sevimli’ydi onun; hüznü tebessüme dönüştürüyordu onun sesi.
Duaları da meşhurdu; ‘yediğimiz aştır, yaştır / davet sahibini seneye ulaştır, bizleri de etli sütlü sofralara kavuştur’ türünden esprilerle doluydu.
Evet; Orhan Gazi Camii Adapazarı’nın kalbi, merkezi, sıfır noktası, nirengi noktasıdır; el-hak doğrudur.
Bir başka doğru ise onun son otuz altı yıllık müezzini Hasan Çolak’ın ezanlarıyla Adapazarlıların kalbinde edindiği ölümsüz yeridir.
Hasan Çolak; ezanların mütebessim çehresi.