Hayatta iken insanların kadri kıymeti bilinmez. 

             Umumiyetle  vefatından sonra hatırlanır, hakkında yazılar yazılır, övgüler dizilir, bilinmeyen birçok müspet yönü faş edilir.  

             Çok değerli bir insan olduğu öldükten sonra akıllara gelir, anlaşılır ve anlatılır. 

              Bendeniz bu tavra karşı olanlardanım. 

              İnsanların hayatta iken değerleri bilinmeli, müspet yönleri açığa çıkarılmalı, tanıtılmalı, yaşarken övgüye ya da yergiye mazhar olmalı diye düşünenlerdenim. 

               Bu düzenimi bozarak ve Avukat Haluk Hagur kardeşimiz gibi çok az insanı istisna tutarak, bende vefatından sonra bir şeyler yazmaya karar verdim, yazmaya kendimi mecbur ve memur ettim. O’nun güzel insan oluşu bu zarureti ortaya koydu. 

               Zira, yaklaşık on beş seneden beri her Cumartesi beraber olduğumuz, 

               “Cumartesi Düşünce Gurubu”muzun bir azası, devam da kusur etmeyen bir dostumuz ve kardeşimiz idi. Her buluşmada gözlerim onu arar, gelmezse eksiklik hissederdim. 

                Gurup da ayrı ve müstesna bir yeri vardı. 

                Öncelikle güzel insan, güzel ahlak sahibi, temiz kalpli idi. 

                Mütevazi, Mevlevi meşrep, kibirden ari, sıcak, candan bir kardeşimiz olarak tanıdım onu. 

                Ortaklaştığımız, zamanımızda neredeyse yok olmaya yüz tutmuş güzel bir hasleti de, hakikatin peşinde olması idi. 

                 Parti, meşrep, mezhep, cemaat ve benzeri tüm kıliklerden uzak, doğru olanın arayışı ve gerçeğin peşindeydi. 

                 Araştıran, öğrenmeye çalışan, arka pilanı görmeye çalışan, kalbi ve vicdanı hür idi. 

                Kent merkezine her yolumuz düştüğünde, Adapazarı H.Kayın iş merkezindeki yerine uğrar, uğramadığımız zaman bile, binanın önünden geçerken aklımıza gelir, tabelasına bakar, her geçişte onu hatırlardık. 

               Sonra Serdivan’da ki yeni yerine taşınmış, taşınmasından birkaç ay sonra orada da ziyaret etmiştim. 

                Her ziyaretimizde  mevzu Türkiye ve dünya meseleleri olur, emperyalizmin, ziyonizmin ve küresel kapitalizmin arka yüzünü, siyasetin oyunlarını, sahne önü ve arkasını konuşurduk. 

                Kitle iletişim araçlarının anlattıkları, yanlı ve paralı bilgileri değil, anlatılmayanlar, saklananlar ve gizlenenleri istişare eder, halimize beraber üzülürdük. 

                Kötülük düşünmez, küsmez, darılmaz, zarif ve naif, saygılı  bir insandı. 

                Yaklaşık bir yıldır görüşememiş, pandeminin de araya girmesiyle ayrı kalmıştık. 

                 Salgın yanında, uzun süre il dışında olmam da görüşmemizi engellemişti. 

                 Ama aklım hep onu ziyarette, en azından arayıp hal hatır sormakta idi. 

                Derken, yine il dışında olduğum bir zamanda telefonum çaldı. 

                B.şehir belediyesinde mesai arkadaşımız, ortak dostumuz Rıza Ünsal aradı. 

                Ağır hasta ve yoğun bakımda olduğunu duyduğunu söyledi. 

               Haber, kolumu kanadım kırmıştı. 

               Cumartesi Düşünce gurubundan bazı dostları aradım. 

                Haberleri yoktu. 

               Haberi olanlar da, ziyaret imkanı olmadığını, son durumu hakkında bilgi sahibi olmadıkları söylediler. 

               Kendi telefonunu aradım. 

               Telefonun öbür ucunda Av. Ali Yaşar Ünlütürk vardı. 

               Telefonu onda idi, o bakıyor ve ona vekalet ediyordu. 

               Daha önceden bildiğimiz hastalığından söz etti ve kan değerlerinin iyiye gittiğini söylemişti. Çok sevinmiş, ümitlenmiştik. 

                 Ali Yaşar beyle mesajlaşıyor, durumunu takip ediyordum. 

                 En son, entübe cihazından çıktığını, zor da olsa konuştuğunu söylemişti. 

                Aradan çok zaman geçmeden yine Ünsal dostumuz aradı. 

                Acı haberi verdi ve defin işleminin yapıldığını söyledi. 

                İyice yıkılmış, inanmak istemiyordum. Başkalarını da arayarak, durumu teyid ettim. 

                Evet. Haluk kardeşimiz bu dünya hayatına son vermişti. 

                Genç yaşta ebediyete göçmüş, aramızdan ebediyen ayrılmıştı. 

               Bu hüzünle, dünya hayatının bir oyun ve eğlence olduğunu bir kez daha hatırladım. 

               Gözümün önünde hayali duruyor, bana bakarak tebessüm ediyordu. 

               Hayat bu işte. Bugün var, yarın yok. Belki birkaç dakika, saniye sonra yok. 

               Hayat “Bir varmış, bir yokmuş” dan ibaret. 

                Öyleyse bu doyumsuzluk, bu hırs, bunca kötülük niye? 

              Değer mi? 

               Muvakkat dünya hayatından ebediyete terhisi hayırlı, yolculuğu kolay, daimi ikameti Cennet olsun inşallah. 

               Biz O’ndan razı ve memnunuz, Mevla’da  razı olsun inşallah. 

                O gitti, bizi bekleyecek. Tüm gidenler gibi. 

               Hepimiz ölüm adayıyız ve sıramızı bekliyoruz. Kurbanlıklar gibiyiz! 

              Hüda rahmet, merhamet ve mağfiretiyle karşılasın inşallah. 

               Tüm geçmişlerimizi ve bizi de. 

                O’nu özleyecek, unutmayacağız! 

               Her aklıma geldiğinde boğazım düğümleniyor ve düğümlenmeye devam edecek. 

               Çünkü o, iyi ve güzel insandı. 

               Her Cumartesi buluşuyor, onun hakkında yazmam da aynı güne denk geldi. 

              Tevafuk!