Gerçek hafız, gerçek sanatçı. Gönlünün güzelliklerini “sesi” ve “eli”yle yansıtan adam.
Taraklı, önce Yıldırım Beyazıt’la göç vermiş İstanbul’a, ardından da hafızlarıyla. Bunların da öncüsü ve en ünlüsü elbette ki Hafız Saim’dir.
Kuvayı Milliyeci ve hafız bir babanın tek çocuğu olarak 1919’da doğar. Hafızlığını ikmal ettikten sonra on sekiz yaşındayken bir gün İstanbul’a halasını ziyarete gider ki; gidiş o gidiş: Horhor Çeşme’de “ham altını” keşfeden Duagûh Müçteba Bey, onu alır, o günlerde ülkenin tek resmi hafızlık merkezine, Nuru Osmaniye İmamı Hasan Akkuş’a teslim eder. “Ham hafız” orada yirmi günde “Sübhaneke”yi zor geçer ve kendi tabiriyle “iki senede kulağını ve ağzını” düzeltir. Sonrası kendiliğinden gelir zaten; İstanbul’un ünlü camilerinde kırk üç sene müezzinlik, imamlık, baş imamlık… En son da İstanbul’daki dini mimarinin zirvesi Süleymaniye Camiinde baş imamlıktan emeklilik...
1940’ların Türkiye’sinde hat sanatı “büyük bir kuraklık” yaşamakta, adeta can çekişmekte; hat üstadları bir bir terk-i diyar eylemektedirler. Hat’tın can çekiştiği “zor” bir zamanda yönelir hat’ta genç Hafız Saim. On yıl süreyle “misafir öğrenci” statüsüyle -bugünkü-
Mimar Sinan Üniversitesi’ne devam eder.
Osmanlı’nın son dönem âlimlerinden “sanat tedris” eder; Kamil Akdik, Nuri Korman vs... XX. Yüzyılın hat sanatındaki iki üstadından biri Hattat Halim Başyazıcı’dan tam da icazet alacakken, hocaefendi elim bir trafik kazasında rahmetli olunca, diğeri Hamit Aytaç’tan almak nasip olur. Yok dönemin varlarındandır Hattat Saim Özel. “Güneşi ceketinin astarında kaybeden” bir kuşağın şanslılarındandır.
Saime hanımla evlenir; Allah onlara “çocuk nasip etmez”se de “öz oğlundan yakın” yüzlerce evlat nasip eder. “Bal gibi tatlı sesi”yle, “enfes kıraatı”yla, edebî adabıyla “Eski (eskimeyen) Payitaht İstanbul”unun en aranılan hocaefendilerindendir artık. Bir yandan da “hüsnü hat’ta yol alır” derinden derine... Bir süre
sonra alanının ilk kitabı “Hat Örnekleri”ni (1) yayımlar.
Gerçek bir Anadolu hanımefendisi Saime hanımın “Hacıbey”i, milyonlarca Müslüman Türk gibi hacca gider ya, geriye Mekke-i Mükerreme’deki Kral Halid Tüneli’nin hat yazılarını (2,5 metre eninde X 1,5 eninde) “hatıra” bırakır döner. 
62 yaşındayken Emekli olur ve kışları Aksaray’da yazları Taraklı’da geçirmeyi tercih eder. Onun her gelişi “bayram olur” doğup büyüdüğü ilçede; esnaflar dükkân önünde karşılarlar, çocuklar kuyruğa girer elini öpebilmek için, cemaat Kurşun Camii’ne (2) koşar, o bir aşır okusun da kulaklarının pası silinsin diye. “Evladı gibi yakın” isimlerden Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman onu “yüzünden hiç eksik olmayan tebessümü, uzun boyu ve heybetli yürüyüşü ile” (3) hatırlıyor hep. Hemşerisi Prof. Dr. Mehmet Erkal’a göre o “önce hafızdır, kıraat ilimlerinde derin vukufu ve tatbikatı ile meşhurdur. Bunun yanında hattattır.” (4) Dr. Abdullah Uysal,
Hattat Saim Özel’in hayatını şöyle özetleyecektir:
“Hem okudu, hem yazdı, yüce kitabı”. (5)
Bir Kadir gecesinde “acı haber” yürekleri dağlar; “Hattat Hafız Saim Özel Hakk’a yürümüş”tür. Tıpkı
yaşadığı gibi, protokolsüz, alayişsiz, gösterişsiz ama kalabalık bir cemaatle eller üzerine taşınır.
Yirmi hafız acı haberi duyar duymaz, Kabe’de ruhuna ithafen yirmi hatm-i şerif hediye ederler.
Ünlü bir söz, yine hayat bulmuştur:
“Sen Kur’an’ı bırakmazsan, Kur’an da seni bırakmaz!”
Bırakmamıştır.