“Z” kuşağı diye adlandırılan,1996 doğumlulardan başlatılan  ve hususen 2000 yılında  doğan, internet ortamında yetişen çocukları

 kapsayan ve çok konuşulan bu kuşağı dikkate alarak, 1995 doğumlu, elektirik ve elektronik mühendisi, yazılım çalışan  mahdumum Muhammet Fatih’e, “İstediğin konuda bir makale yaz, ne düşündüğünü görelim” deyince, yazı başlığını taşıyan aşağıdaki makaleyi yazmış olup, genç kuşağın kısmen de olsa ne düşündüğünü merak edenlere arzediyoruz: 

                    “Günümüzde çalkantılı, fırtınalı, yoğun siyasi rüzgarların estiği Türkiye'mizde, kaybolan değerler, yalnızca euro, dolar ve altın cinsinden değil maalesef.  

                    En büyük cevherimiz olan gençliğimiz ve enerjimiz boşa gidiyor. 

                    Evde açık unutulan bir doğal gaz gibi, bir başına ve ne olacağı belirsiz bir şekilde, tek başına büyüyor ve genişliyor.  

                    Hiç bir kontrol mekanizması olmaksızın gençlerimiz, yaşadığımız yüzyılın iletiim araçları nimetleri sayesinde, yüzünü Avrupa’ya, Amerika’ya dönmüş bir şekilde, kültür ve ahlak erozyonuna uğramaktadır.  

                   Haberlerde gördüğümüz; 'Mülteci botu Yunanistan’a kaçarken yakalandı' haberleri gibi, Avrupa’ya kaçmak isteyenler, sadece mültecilerimiz değil.  

                  İmkanı olan her genç Avrupa’ya gitmek istiyor. 

                  Peki neden?  

                  Toplumumuz da öne çıkarılan, özendirilen, örnek alınan kimseler dikkat edilirse, hep eğlence sektörlerinde var olan kimseler.  

                  Parmakla gösterilen başarılı yatırımcılar, iş adamları, profesörler, araştırmacılar, bilim insanları yerine, şarkıcı, türkücü, youtuber kimseler. 

                  Yeni doğan bir çocuk 2- 3 yaşından itibaren bu döngünün içine giriyor ve gördükleriyle harmanlanıp, ortaya; izledikleri, gördükleri, beğendikleri, vaktini harcadığı kimselerin ortalaması bir insan çıkıyor.  

                  Daha kendini keşfedemeden, yarışa itilen gençler, eğer şanslı iseler, anne ve babalarının bilinçli yönlendirmeleriyle karaya çıkabiliyor, çıkamayanlar ise boğulup işsizlik kervanına katılıyor.  

                  Hal böyle iken tek çare, daha refah ülkelere kaçış olarak görülüyor.  

                  Toplumsal sorunların çözülmesini beklemek yerine, hazırda olan Avrupa pastasından payını almak istiyorlar haliyle.  

                  Peki çözüm?  

                  Tam formülü siyasetçiler verecek ama, kesinlikle işlerin iyiye gittiğinin sinyalini almalı genç nüfus.  

                  Her geçen gün daha kötüye giden ekonomi vb. bir çok mesele üzerine çözüm üretilmeye başlanmalı ve kötü gidişe bir dur denmeli. 

                  Gençler çalışıp fatura ödeme, bedelli askerlik parası veya düğün için para biriktirmek yerine, işlerine , gelişimlerine , yeni şeyler üretmeye odaklanmalı. 

                  Hiç bir kimse karnı açken iyi bir şey üretemeyeceği gibi, hiç kimsede kendi dertlerini çözmeye çalışırken, ülkenin dertlerini omuzlayamaz.  

                  İnsanlar şartlara göre değil, şartlar insanlara göre ayarlanmalı.  

                  Haftada 6 gün ekstra mesai yapılan, açlık sınırında çalışılan, ayın sonunu getirmekte zorlanılan bir toplumda, hiç bir toplumsal sorun çözüme kavuşamaz.  

                  Ülkedeki stresli siyasi hava dağılmalı, pozitif, şeffaf, güvenilir bir ortam sağlanmalı.  

                  Kişilere, taraflara, düşünce odaklarına bağımlı olmayan, her dönemin  şartlarına uyum sağlayacak, sürekli gelişecek bir yönetim ile üretime dayalı bir ekonominin temelleri atılmalı.  

                 Teknolojiye uyum sağlamış eğitim sistemleri, hocalar ve öğrenciler yetiştirilmeli.  

                 Herkesin okuması değil, gerçekten isteyenlerin okuması sağlanmalı.  

                 Sadece doktor, mühendis, polis vb. birkaç işe, gelecek garantisi değil, toplumun her alanındaki, her tür işe gelecek garantisi sağlanmalı, ekonomik kaygı son bulmalıdır.  

                 Gelir adaleti sağlanmalı, devlet sektörü gibi, özel sektöre de mesai sınırları gelmeli.  

                 Sadece patronların kazandığı değil, işçinin, emekçinin de kazandığı bir sistem getirilmeli.  

                 Çözülmesi gereken sorun çok, fakat çözüm arayan yok!  

                 Ancak bir yerden başlanmalı.  

                 Yoksa bizi ne elektrikli araba kurtarır, ne de bir lider!”