Bir arada yaşamak mecburiyetin de olan insanlar zaman zaman birbirlerinden şikâyetçidirler. Bu şikâyetlerin en başında gelen konu ise, görev sorumluluğudur. Bu şikayet en yakınımızdan en uzaktaki insana kadar uzanmaktadır. 
    Meselenin temelinde kişinin kendi “görev sorumluğunu” düşünmeden karşıdakini suçlamasıdır. Veya ondan özveri beklemesidir. Bu çağ meseleyi sadece “empati” kelime ve anlamıyla halletmeyi düşünmektedir. 
    İnsanlığın var oluşunda başlayan bu ilişki, kıyamete kadar devam edecektir. İblis görev alanının dışına çıkarak, insana karşı didişme içine girerek, “secdeyi” yerine getirmedi. Görevini ifa yerine, mazeret ve farklı görüşler ortaya koyarak var olan değerini kendi iradesiyle yitirmiş oldu.
    Aynı hadisede “melekler” yaratılışı soru ile karşıladılar, fakat itirazlarının yersiz olduğunu anlayıp, “subhaneke” şuuruyla kendi konumlarını korudular. Görev alanlarının sınırını ve sorumluluğunu bildiler. 
    İnsanların en değerli ve örnek şahsiyetleri olan peygamberler dahi bu sorumluluğu daima hissetmiş ve yaşamışlardır.     “Kendilerine resul gönderdiğimiz insanlara, resullerinin çağrısına uyup ona göre amel edip etmedikleri hakkında elbette hesap soracağız. Gönderilen o elçilere de, tebliğ edip etmediklerini soracağız.” (Araf, 6)
    İş, memuriyet, yönetici ve çalışma disiplini olmayan topluluklar maalesef zarar ve mağlubiyetten kurtulamazlar. Bu davranış aynı zaman ailede de yaşanmaktadır. Ailede hem anne ve baba ve hemde eş olduğumuzu unutmamalıyız. Kişi kendisini sadece ne işine, ne eşine ve ne de çocuğuna hasretmelidir. “Her hak sahibinin hakkını vermelidir”
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hicretten sonra Ensar ve Muhacirleri ikişer ikişer birbirlerine kardeş yapmış idi.  Hz. Selman-ı Farisi (r.a.)’ ile de Ensar’dan Ebu’d-Derdâ’yı kardeş yaptı. Bir gün Selman, kardeşi Ebu’d-Derdâ’nın evine uğradı. Kapıyı Ebu’d-derdâ’nın hanımı açtı, Fakat hali perişandı. Hz. Selman: “Nedir bu halin?” diye sordu. Ümmü’d-derdâ: “Kardeşin Ebu’d-derda’nın dünyaya ile alakası kalmadı” dedi. Ebû’d-derdâ kendini ibadete vermiş, ailesini ve dünya işlerini ihmal ediyordu. Bunun üzerine Selman-ı Farisi (r.a.) ona şöyle dedi: “Kardeşim, Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin de üzerinde hakkı var, âileninde hakkı var. Her hak sahibine hakkını ver.” Selman (r.a.) bu sözü peygamber efendimize ulaştığında o da: “Selman doğru söylemiş” buyurdu. 
Görev sorumluluğun ilk adımı, bedenin hakkını ödemektir. Vücudunu nasıl beslediği, çalıştırdığı, dinlendirdiği ve uyuttuğunu beceremeyen insanlar istikrarlı bir başarı elde edemezler. 
Görev sorumluluğunda yetki kullanımında ki karışıklık ve dikkatsizlik sebebiyle çalışma düzenleri bozulmaktadır. Mesela bir ilçede beş yüz kişilik din görevlisi camiasını yönlendirmek ve etkili takip etmek neredeyse mümkün olmamaktadır. Belki otuz-kırk cami ve din görevlisine bir rehber din görevlisi tayiniyle hizmet ve sorumluluklar sürdürülebilir. Her görevlinin farklı kabiliyet ve imkânlarını göz önüne alarak hizmetlerde ki sorumluluğu belirlemeliyiz.
Hizmet içi bir kursta ki müezzin efendi dedi ki; “Ben camimin minaresinden ezan sesimi duyuramazsam/ ezanı okumazsam o camide müezzin olarak görev yapmam”. 
Peygamber şöyle buyurdu: “Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve hepiniz idâre ettiklerinizden sorumlusunuz.”