AK Parti İl Başkanı Fevzi Kılıç, beraberinde bazı yöneticilerle gazetemizi ziyaret etti geçenlerde…

Havadan sudan muhabbetten, hoş beş sohbetten sonra ilimizin gündemini meşgul eden projelere değindi…

Her konuşmasında benimle göz göze geliyordu; bu ayrıntı dikkatimden kaçmadı…

Açıklamalarının ardından bana dönüp, “Senin var mı soracağın bir şey” diyerek adeta fitili ateşledi…

Sorusu olmaz olur mu benim gibi adamın!

Zor duruyorum zaten durduğum yerde!

Hemen kitabın ortasından başladım sormaya…

AK Parti’deki bölünmeden, iki grubun mücadelesinden başlayıp “Sizi yemeye çalışıyorlar başkanım” demeye kadar getirdim işi…

Hep böyle civcivli konulara girdiğim ve hararetli sorular sorduğum için zaman zaman sinirlenirdi bana Fevzi başkan…

Lakin bu defa gayet sakin bir şekilde aldı sazı eline…

Önce klasik bir şekilde, “Ne kavgası, öyle bir lüksümüz yok, biz milletimiz için çalışıyoruz” girizgâhından sonra başladı eteğindeki taşları dökmeye…

“Herkes işini yapacak. Partideki görevi ne ise onu yapacak” dedi…

Hesap merciinin sadece millet olduğunu söyledi…

Üç boyutlu siyaset anlayışını benimsediklerinden ve de her işin hukuki, vicdani ve manevi boyutlarını düşünerek hareket ettiklerinden bahsetti…

Ahireti ve Allah’a verecekleri hesabı önceledikleri söyleyerek beni can evimden vurdu…

Ama özeleştiri de yapmaktan geri durmadı…

Tek tük de olsa şom ağızlılar olduğunu söyledi aralarında (şom ağızlılar benzetmesi bana ait)…

Bazı kendini bilmezlerin sosyal medyadan partinin aleyhine haber ve yorumları retweet yapmalarından şikâyet etti…

Döndü dolaştı ve benim sözümden hareketle, “Bizi öyle kolay kolay yiyemezler. Zira biz kılçıklıyız” deyiverdi…

“Dürüstlüğünüze, ahlakınıza, mütevazılığınıza kimse bir şey demiyor. Diyemez de… Lakin partide herkesi kucaklayamadığınız, tabanda karşılığınızın olmadığı ve de tek bir kişinin (Şaban Dişli) il başkanı olduğunuz yönünde eleştiriler yapılıyor. Ben de katılıyorum bu eleştirilere” dedim kendisine…

“Gel bir ilçeleri gezelim, sonra şehir merkezini gezelim seninle de tabanda karşılığımın ne olduğunu kendi gözlerinle gör” dedi…

Bu gezinti sayesinde sadece kendisinin değil AK Parti’de siyaset yapan diğer insanların da tabanda ne gibi karşılıkları olduğunu net bir şekilde görebileceğimi söyledi…

Basına kapalı istişare toplantılarında söylenenleri duysam, “Bu partideki insanlar ne kadar da birbirlerine bağlı” gibi bir çıkarsamada bulanacağımı kaydetti…

Bu yöndeki eleştiriler de (Yönetim çok zayıf eleştirileri) kulağına geliyor olsa gerek ki yönetimdeki arkadaşlarından övgüyle bahsetti…

Yönetim kurulundaki birçok ismin milletvekili veya belediye başkan adayı olabilecek kalite ve kapasitede olduğunu vurguladı…

Şehirde sevilen ve sayılan isimler olduklarının altını çizdi…

Velhasılıkelam bir hayli dolu olduğunu gördüm Fevzi başkanın…

Tabii kolay değil AK Parti gibi bir partide il başkanlığı yapmak…

Şehirde bu denli destek gören bir partide siyaset yapmak…

İnsanların bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine cevap vermek…

Siyaset sahnesindeki kurtların kurduğu pusulara yakalanmadan hareket etmek…

Bunlar kolay işler değil gerçekten…

Ben Fevzi başkanın geleceğinin şekillenmesinde her şeyden önce nisan ayında yapılması planlanan referandumda elde edilecek sonucun etkili olacağını düşünüyorum…

Şayet son seçimde elde edilen oyu (Yüzde 67) muhafaza edebilirse bu bir başarıdır, hele ki bu rakamın da üstüne çıkılırsa Aliyy’ül A’la’dır kendisi için…

Ama öyle ama böyle…

AK Parti’de parti içi rekabet ve güç mücadelesi her hâlükârda devam edecek...

Bakalım Fevzi başkanın yıllara sari deneyimi ve Karadeniz inadı mı galip gelecek bu mücadeleden…

Yoksa “Son gülen iyi güler” diyerek pusuda bekleyen kurt siyasetçiler mi…

 

Hey gidi Zeki başkan

Sakin geçen bir günde rutin işlerimi yapıyordum gazetede…

Baktım telefonum çalıyor; arayan Yekta Şirin…

“Gazetede misin? Sakın bir yere ayrılma, başkan beyle geliyoruz” dedi…

Neredeyse 3 aydır görmüyordum Zeki başkanı…

Bu süre zarfında hayli sert eleştiriler de yöneltmiştim kendisine…

Hah şimdi asar suratını, çatar kaşlarını oturur dedim içimden…

Gayet sakin içeri girdi ve biraz da mesafeli bir şekilde “Engin naber” diyerek selamladı beni…

Zeki abinin (Aydıntepe) odaya geçtik ve başladık muhabbete…

Önce Zeki abi gazladı, ardından Yekta biraz ortaladı ve Zeki başkan girdi topa…

“Engin’le aramı kimse bozamaz. İstediğini yazsın. Yeter ki inanarak, içinden gelerek yazsın” demez mi…

Vay Zeki başkan vay dedim içimden…

“Sen de beni çözmüşsün, damardan giriyorsun” dedim…

O eleştiriye tahammülü olmayan, o en ufak bir serzenişte kıyametleri koparan Zeki başkan gitmiş, yerine son derece demokrat, özgürlükçü ve fikirlere saygılı bir insan gelmiş…

Ne olduysa artık bu üç aylık zaman zarfında; bilemedim…

Zaten birbirimizi görünce dayanamıyoruz…

Kısa sürede girdik yine ağabey-kardeş moduna…

Ziyaretin sonunu da güzel bir öz çekimle bağlayıverdik…

Eee ne de olsa Çalışan Gazeteciler Günü münasebetiyle pozitif ayrımcılık yapıp beni ziyarete gelmiş Zeki başkan…

Zaman zaman kızıyorum, küsüyorum, eleştiriyorum kendisini…

Ama eninde sonunda hep şu kanıya varıyorum:

Bir Zeki Toçoğlu daha zor gelir bu şehre…

Var mı Zeki başkan gibisi be!

 

Rıdvan Sezer bana

balık yedirecekmiş

Adapazarı Belediye Başkan Yardımcısı Rıdvan Sezer’le muhabbet ediyoruz…

Tam kalkmaya hazırlanırken, “Bir gün balık yiyelim seninle” dedi…

“Başkanım ben balık yemem. Çocukluğumdan beri ağzıma sokmam” dedim…

 “Balık yenmez mi yahu” diyerek hayretini belli etti…

Aynı zamanda usta bir balıkçı olarak yedi düvele nam saldığı için bu durum hayli şaşırttı kendisini…

“Hele bir ben hazırlayıp pişireyim, yeme de göreyim” demez mi…

“Yahu güzel başkanım yiyemem. Affedersiniz ama ağzıma atmamla çıkarmam bir olur” dedim…

“Yok yok, ben bir yapayım da görelim; yiyor musun, yemiyor musun” diye ısrar etti…

Ben ki ülkemizdeki birçok insanın aksine denizden çıkan hiçbir şeyi yemem…

Hangi tür balık olursa olsun…

Midye olsun, ıstakoz olsun, karides olsun…

Ahtapotmuş, deniz börülcesiymiş, falanmış filanmış hiç farketmez…

Ağzıma sokmam!

Bakalım bana ait bu yılların tabusunu yıkabilecek mi Rıdvan başkan…

Beni kırkımdan sonra balığa alıştırabilecek mi bakalım…

 

‘Sen bırak kızım o adamı!’

Laf balıktan, balıkçılıktan açılmışken bir fıkra geldi aklıma…

Hatta yaşanmış bir hikâye de olabilir, şimdi tam olarak hatırlamıyorum…

Kadıncağız telaşlı bir şekilde babasının yanına varmış…

“Babacığım, kocam her gün kumar oynuyor. Ayrılmak istiyorum” demiş…

Babası da, “Aman kızım sabret. Oynar oynar vazgeçer” karşılığını vermiş…

Bir süre sonra kadıncağız yine gelmiş babasının yanına…

“Babacığım kocam bu sefer de başka kadınlarla beni aldatmaya başladı” demiş…

“Sabırlı ol ve yuvanı yıkma kızım. Gider gelir, zamanla vazgeçer” demiş babası…

Gel zaman git zaman kadıncağız yine telaşlı bir şekilde babasının yanında alıvermiş soluğu…

“Babacığım şu benim kocam olacak adam bu sefer de balıkçılığa merak sardı. Sürekli balık tutmaya gidiyor” demiş…

Babası bu sefer acı acı kafayı sallayıp, şöyle demiş kızına:

“Sen bırak kızım o adamı!”