“Ah, kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya.” (Gülten Akın)

 

Albert Camus, bir sözünde: “Gerçek şu ki herkes sıkılmıştır ve kendini yeni uğraşlar bulmaya adar.” der.  Yaratıcılıkla can sıkıntısı arasında bir ilgi vardır. Sıkılan insan, kendine meşgale arar. Kitap okur, çizim yapar, icat eder, şarkı söyler, zeka oyunu oynar, bir beceri geliştirir, bir şey keşfeder…  Velhasılı değişir. İki günü birbirine eşit olmaz.  İçindeki yapbozun kayıp parçalarını bulur. Çocuk eğitimiyle ilgili bütün kitapların, bırakın çocuklarınız sıkılsın, mesajının temelinde de bu dürtü vardır. Sıkılmanın olağanüstü gücü…

İtiraf etmeliyim ki sonradan okuyup beğendiğim tüm yazıları,  ya ders aralarında ya da boş oturmamak için bir şeyler yapmam gerektiğinde yazdım. Sıkıldığım zamanlarda aklıma hikayeler, şiirler, projeler, sözler geliyor. Birçok karar alıyorum, kendimle ilgili. Ancak hayat öyle hızlı akıyor ki hayal ettiğim gibi değil, içimden geldiği gibi bile değil, makas atıldıkça yolu değişen trenler gibi hayatımın izin verdiği gibi yaşıyorum. Sıkıştırılmış ve hızlandırılmış filmin oyuncuları gibi hep bir meşguliyet içindeyim. Sıkılacak zamanım yok. Bu yüzden beni çok mutlu etse de çok sık yazı yazamıyorum.

İngiltere Psikoloji Derneği’nin yaptığı araştırmalara göre, hiçbir zaman boş bırakmadığımız beynimizi, yaratıcılığını kullanmaktan mahrum ediyoruz. Yeni nesil, hiç boş kalmıyor. Telefonu var, interneti var, televizyonu var, kursları var ama hiç boş zamanı yok. Onları bu kadar meşgul ederek iyi mi yapıyoruz? Araştırmalara bakarsak cevap kesinlikle hayır. Bir yönüyle öne çıkmış, içindeki dehayı keşfetmiş isimlerin hayatlarından bu konuya örnek vermek de mümkün.

Frida Kahlo, geçirdiği kaza sonucu yatağa mahkum kaldığında ailesi, o sıkılmasın diye tavana kocaman bir ayna koyar. Eline de resim yapması için gerekli malzemeyi verir. Onu oto portreler konusunda dünya çapında bir ressama dönüştüren olay, büyük bir kaza, yalnızlık ve can sıkıntısıdır. Yazarların, yazar olmak için yalnız olmak şartını ısrarla söylemeleri de bununla alakalı diye düşünüyorum.

Stefan Zweig’ın Satranç kitabını okursanız sıkılmanın insanın içinden bir dahi çıkardığına hayret ve hayranlıkla şahit olursunuz. İlginçtir ama sıkılmak ve yerini bir şeyle dolduramamak bir nevi işkence. Bu yüzden sıkılan insan, var gücü ile üretiyor. Meşgul olmaktan zevk alıyor. Yaptığı şeylerde en üstün kaliteyi yakalayabiliyor. İçinden yeşil dev değilse de bir dahi çıkıyor.

Bir yerde okumuştum. Bir deney yapmışlar ve bir insanı odaya kapatmışlar. Odada sadece bir düğme varmış. Denek, düğmeye bastığında elektrik akımı yüzünden canı yanıyor. Bu yüzden birkaç gün düğmeye basmıyor. Ama sonra canı sıkılıyor. Bir süre sonra canının yanacağını bile bile gidip gidip düğmeye basıyor. Neden? Çünkü canı fena halde sıkılıyor ve canı yanması pahasına bir şeyler yapıyor. Sıkılmanın gücü, hafife alınacak bir şey değil.

Sevgili okur, söylediklerime ters düşse de Allah canınızı sıkmasın. Sadece iki kapılı bir handa ilerlerken müthiş yeteneklerinizi keşfedecek imkanınız olsun. Bunu  hem kendim hem sizin için diliyorum.  Büyüklerimizin de dediği gibi: “Sıkı can iyidir. Kolay çıkmaz.” ne de olsa...