Mazbatana vurulan mührün ıslak mürekkebi, kaç mülteci çocuk açlıktan ölürse kuruyacak, Efendi!

Daha kaç tane Suriyeli yetimin boğazındaki son lokmaya göz dikecek, iki parça somun ekmeğini elinden alacaksın.

Bolu halkının merhametine sığınmış, kaç genç kızın gelinlik hayallerini diri diri toprağa gömecek, kabuk bağlamaz yaralarını acımasızca kanatacaksın.

Sen, yüreğindeki insan sevgisini sınır dışı etmiş; ruhundaki merhamet esintisini bir mülteci yalnızlığına emanet edip; sürgüne göndermişsin de pas tutmuş yüreğinden haberin yok, Efendi!

Bolu diyarı babandan kalma miras mı sana?

Hangi hakla, mültecileri burada yaşatmam diyorsun.

Hadi, bir tas yemeği esirgiyorsun, onu anladık da,

Helal kazanca ruhsat vermemek de ne demek?

Bırak çalışsın, dilenmesin, muhtaç olmasın namerde.

Boş boş gezmesin sokaklarda, ekmeğinin peşinde koştursun.

Ekonomiye katkı sağlasın, istihdam oluştursun.

Yooo! Olmaz! Bu da yasak, iş yeri açamazsın, alın teri ile para da kazanamazsın.

Bu ne faşizan uygulama.

Bu ne Hitler özentiliği, alçak irtifada yapılan kötülük siyaseti.

Açıkça söylesene, “Size burada yaşam hakkı yok” diye!

Hangi ara, mülteci sorunu, gözünde yeni çıkmış bir çıbanın kör başı gibi rahatsız etti seni?

Gelir gelmez, bu ne acele böyle! Bu neyin telaşı?

Bu ne iyilik hareketine inat, Hades’e tık nefes koşuş.

Zihninin karanlık odalarında sakladığın, daha kaç fesat icraat var.

Merhamete el açmış, ‘el emân’ diyenlerin gönlünü tarumar etmek mi senin sosyal devlet anlayışın?

Hani sen sosyal demokrattın!

Hani halkların kardeşliği!

Hani sınırlar anlamsızdı!

Hani herkes insanlık denizinin bir damlasıydı!

Hani ırkçılık gericilikti!

Sen, solcu olmayı, sol ayakla topa vurmak olarak anlamışsın, Efendi!

Daha kaç mülteciyi açlıkla terbiye edecek, üzerlerindeki yorganı çekip alacaksın.

İki çuval kömür, iki tas yemek, bir somun ekmek miydi tüm derdin?

Topu topu bin kişi, hadi bilemedin bin beş yüz…

Çöpe döktüğün yemek bile yeterdi onlara.

Çok  şey mi istediler senden?

Korkma, “Vermekle bitmez” diyor bu dinin sahibi.

“Muhacir bendendir, size benim emanetimdir” havadisi, son peygamberden gelen .

Biliyorum! İyilik yapmak da nasip işi.

Her insanın harcı değil, bu kutsal vazife.

Önce merhamet olacak yüreğinde.

Gözlerin mazlumun derdi ile yaşlanacak.

Yumrukların bir çelik gibi sert olacak zalime karşı.

Ama nerede sende o yürek, o aşk, o diğerkâmlık, o iyilik duruşu!

Sana bakınca insanlığımdan utanıyor,

Daha da sarılıyorum yetime, muhtaca, muhacire…

Unutma Efendi! İhtiyaç sahibinin ne dini olur, ne ırkı, ne de mezhebi…

Bu kadar sorun arasında bu muydu tek talebi seçmeninin?

İlk hizmetin, kardeşliğe atılan acımasız bir tekme mi olmalıydı?

Hedefin, adını kinden harflerle yazdırmaksa nefret tarihine.

Başardın, övüne bilirsin kendinle.

Kibirli başın Olympus’a erişti mi bari.

Git de kör şeytanına adak ada şimdi.

Hiç mi canın yanmadı yardımları keserken?

Hiç mi ölen çocukları düşlemedin parçalanan bedenleri, Kumsalda bir çocuk masumiyetiyle yatan Aylan Kurdi bebeği,
Yanan cesetleri, yıkılan tarihi, hiç mi hatırına getirmedin?
Ya anne karnında katledilen bebeği,

Küçük abisini ve genç anne El-Emani’ yi…

Oldu olacak yaşam haklarını da al ellerinden.

Bolu beyi gibi sür onları dağlara, mil çektir gözlerine.

Hala dinmezse kinin, ellerinle parçala can damarlarını.

Bir ferman çıkart, en acımasızından.

Çanakkale’de yatan tüm mülteci ülkesi şehitlerini,

Sınır dışı ettir kabristanlarından.

Kemiklerini toplat, bir mühürsüz oy torbasına koy, öylece gönder ülkelerine.

Mahrum bırak onları, içten yapılan bir duanın şefaatinden.

İlk önce bu cesetleri kov cennet ülkemden.

Zihniyet farkı dedikleri bu olsa gerek, Efendi!

Kimi tek lokmasını kırk kişilik ümmete böler;

Kimi ise tek bir adama kırk lokma döker.