Dünyadaki bütün şehirler ikiye ayrılır elbette, yeni olanlar, eski olanlar diye.

Eski, ta üç bin, beş bin, yedi bin senelik şehirler de var ülkemizde, Mardin (Meridin) gibi, Urfa (Edessa) gibi, Trabzon (Trabizos) gibi, İstanbul (Kostantinepol) gibi. Bir de yeni, yesyeni, yepisyeni şehirler vardır. Daha elli, yetmiş beş, en fazla yüz yıllık. Karabük mesela. Batman mesela. Kırıkkale mesela.

Bunlar ya bir madenin büyüttüğü şehirlerdir (Karabük’ü demir, Batman’ı petrol) ya da bir fabrikanın (Kırıkkale’yi MKE Silah Fabrikası). Bu tür örnekleri ülkemizde de dünyaya da çoğaltmak mümkün.

Peki ya Düzce? Düzce’yi ne şehr’etmiştir son yarım asırda? Diyeyim size: Ne maden ne fabrika ne şu ne bu; ne öyleyse? İhtiyaç ve doğa.

Cedid şehir Düzce. Cedid yani yeni yani taze. Merkezdeki ulu camisinin adından da belli değil mi: Düzce Cedidiye Camii.

Düzce yeni daha, yirmi bir yıllık bir vilayet. Dün gibi hatırlıyorum; 1999 yılında vilayet yapıldı. (Nereden mi hatırlıyorum; 17 Ağustos 1999 Depreminde Adapazarı, 12 Kasım 1999 Depremi’nde Düzce büyük yıkım yaşayınca, Hükümet iki şehri de fizikî olarak ayağa kaldırırken, benim de yönetici olarak çalıştığım ilkine büyükşehir, ikincisine vilayet statüsü vermişti de oradan.) 81 plaka Düzce’ye yakışıyor be! Bir araçta 81 plaka gördüğümde, sanki göz kırpıyor gibi geliyor bana. Tanış kırpışı…

El-hak doğru muydu karar? Kesinlikle doğruydu! Zaten yüz otuz yıldır da Düzce, Bolu’ya bağlı değildi. İdareten bağlıydı ama fiilen, zihnen, ekonomik ve sosyolojik olarak Bolu’ya değil, Adapazarı’na bağlıydı. (Bilerek Sakarya’ya demedim.) Neredeyse bir asırdır her Düzceli, kırk beş kilometre mesafedeki Bolu’ya değil, Salı veya Cumartesi günleri doksan kilometre uzaklıktaki Adapazarı’na gelir, haftalık ihtiyaçlarını, hatta düğün alışverişini, yeme-içme, giyim kuşamını buradan tedarik ederdi. (Hâlâ bugün dahi bu böyledir.)

Hangi Düzceliye sorduysam, aynı cevabı aldım: Biz Bolu’ya değil Adapazarı’na benzeriz. Düzce, küçük Adapazarı’dır.

Bunun manası şuydu: Düzce’nin sokaklarında ve köylerinde, tıpkı Adapazarı gibi, on yedi dil konuşulur. Bölgenin Türklerce fethinden 1862 arası Osmanlı’nın Orta Asya’dan getirip iskân ettiği Türk boyları (şimdi bölgede bu insanlar kendilerini Manav Türk’ü veya Yörük olarak adlandırıyorlar), 1863’den itibaren Gürcüler ve Lazlar (bunların Trabzon’la hiçbir ilgileri yok), 1864 ve sonrasında Çerkez ve Abhazlar, 1881 ve sonra Boşnaklar ve Muhacirler, 1923 sonrası ise Anadolu’nun değişik illerinden, Rize’den, Trabzon’dan, Giresun’dan, Ordu’dan yerleşen insanlarımızla oluşmuş bir vilayet Düzce. Türkçe kadar Lazca, Gürcüce, Çerkezce, Abhazca, Hemşince, Boşnakça, Arnavutça da konuşulan bir ildi Düzce. Rumeli ve Kırım Türkçesini de ekleyelim bunlara. Romancayı da.

İstiklâl Harbi döneminde meşhur olmuş bir tekerlemeyi derlemiştim 1980’lerde bir mühendis ağabeyden: Kızılcahamam’ın kazı, Bolu’nun sazı, Düzce’nin Abaza’sı Laz’ı, Hendek’in namazı… () meşhurdur. Bu tür genellemeler elbette o şehri tümüyle kapsamaz ama bir fikir verebilir. Bu tekerlemeden de anladığımız gibi Düzce, çok etnik kökenli bir huzur şehridir. Düzce küçük Türkiye, küçük Osmanlı’dır, evet.

Maç dedik de; seneler seneler önceydi, merhum Esat Karaberber kardeşim Düzce Doğsan’da oynuyordu. Doğsan o sene (1993-94 sezonu olabilir) çok başarılı bir sezon geçirmiş, bizim Esat da 24 golle Üçüncü Lig gol kralı olarak, Süper Lig’deki Sarıyer’e transfer olmuştu. Futbolcu fabrikatörü babası Ekrem Ağabey ile beraber bir maçına gitmiş, Düzce’de izlemiştik rahmetliyi. (Rabbim ikisinin de mekânını cennet eylesin.) Ne güzel günlerdi.

Yaklaşık 400 bin nüfusun yarısının il merkezinde yaşadığı Düzce’ye bağlı Akçakoca (40 bin), Gölyaka, Kaynaşlı, Çilimli (20’şer bin), Cumayeri, Yığılca, Gümüşova (17’şer bin) adlı ilçeleri bulunuyor.    

Düzce demek lezzet demek elbette; Bolu’nun komşusu ne de olsa. Bizzat gittim sordum: Düzce merkezde en çok Arnavut ciğeri ile Düzce köftesi meşhurmuş. İlçelere gelince; Akçakoca Karadeniz sahilinde malum. İlk sırada Palamut balığı, sonra Mancarlı pide, Kaşık mantısı, üzerine de Melengüççeği tatlısı. Gölyaka’nınsa Yayın balığı çok leziz ve meşhur. Cumayeri Pancar çorbası demekmiş. Yığılca’nın Palaz böreği kadar da balı. Cennet vatanım; her yören ayrı güzel, her yemeğin ayrı leziz, yeminle.

Kadim dostum Tacettin Özkaraman (şair, 3 dönem Taraklı Belediye Başkanı) Bey ile ikimiz, geçenlerde nefis bir sürpriz ile karşılaştık Akçakoca’da. Akparti’den (2014-19) belediye başkanlığı yapan Eczacı Cüneyt Yemenici, kahvaltı soframıza kendisinden önce, CHP’den belediye başkanlığı yapan (2009-14) İnşaat mühendisi Fikret Albayrak’ı da davet etmişti. Halef seleftiler ve çok yakın dosttular. Görevdeyken de böyleymişler meğer. Fikret Başkan, 2014’te seçimi kaybettiği Cüneyt Yemenici’ye, seçimden bir hafta sonra hayırlı olsun ziyaretine gelmiş, beş senede şunları yaptım, seçilseydim önümüzdeki beş senede de şu projeleri gerçekleştirecektim, isterseniz faydalanabilirsiniz diyerek bir dosya sunmuş. Ve Cüneyt Başkan da görev süresince sık sık selefi Fikret Başkan’ı ziyaret ederek muhalif başkanın bazı projelerini hayata geçirmiş. Meğer Fikret Başkan’a, 2009’da seçimi kazandığında, bir önceki dönemin Akpartili Belediye Başkanı Nazmi Bey de (ki o seçimde de adaymış ve kaybetmiş olduğu halde) koltuğunun altında bir dosya ile gelmiş, Fikret kardeşim, tebrik ederim, beni yendin. Hayırlı olsun. Bunlar, kazansaydım hayata geçireceğim projelerimdi. Buyur, dilediğini uygulayabilirsin demiş. Evet; işte bu! Tam da bu, aradığımız. Karadeniz’den esen ılgıt ılgıt şifalı rüzgârdan daha çok, bu duyduklarımız, gördüklerimiz, yaşadıklarımız serinletti içimizi. Türkiye’ye örnek olacak demokratik olgunluk, hoşgörü, kazananı tebrik, şehir için güzel olanda eski-yeni başkanın birlikte yanyana olmaları. Ne kadar çok hasretiz bunlara. Tebrikler Nazmi, Fikret, Cüneyt Başkanlar. Türkiye sizi örnek almalı; 81 il, 937 ilçe…

Gölyaka’dan söz etmeden geçemeyeceğim bu arada. Çok sıcak samimi çalışkan sosyal bir kaymakamları (Abdullah Kurt) ve benzer özellikte belediye başkanları (Yakup Demircan) var. Gerçek bir yeryüzü cenneti Gölyaka. İnanın bana. Gittim, dünya gözüyle gördüm. Kaplıcası (İçmeler), gölü (Efteni), şelalesi (Güzeldere), yaylaları (Pürenli, Kardüz vs.) var. 372 basamakla indiğimiz 120 metre boyuyla Türkiye’nin en yüksek akışlı şelalesi Güzeldere de onlarda, Kraliçe Eftalyanın sularında şifa bulduğu Efteni Gölü de. Ki, aynı zamanda kuş cenneti bu göl.

Toptepe’ye çıkmalı; doğuda Kaynaşlı’yı, orta bölümde Düzce ve Gümüşova’yı, batıda Gölyaka’yı, önde ovayı, Büyük ve Küçük Melen çaylarını, çayların buluşmasını, Efteni Su Basar Gölü’nü… İnanın seyrine doyamayacaksınız, diyeyim size. Abartmıyorum, yaşadım ben bunu. Ha unutmadan, Toptepe seyir terasına çıktığınızda, otuz üç sene İstanbul’da banka müfettişliği yaptıktan sonra köyüne dönen Tahsin Altun’un, 630 çorba arasında Türkiye birinciliğini kazanan enfes Tarhana çorbasını içmeden dönmeyiniz. Tahsin Bey’in huzur, edep, ikram, güven ve kemâl kokan bakışları, biliniz ki Gölyaka’yı, Düzce’yi, Düzce insanını yansıtıyor hakikatte.

Düzce insanı dedim de; Sakaryaspor’u herkes hatırlar. 2000-2020 arası üç başarılı dönemi vardır, üçünde de başkanı Selahattin Aydın’dır. Öğünmek gibi olsun, benim de çeyrek asırlık dostumdur. Birlikte çalışmışlığımız kadar, halı sahalarda yıllarca futbol oynamışlığımız (sahada top oynarken kafam delindiğinde gece yarısı beni hastaneye götürüp altı dikiş attırtmışlığı) da vardır. Dürüstlük, prensip, vefa ve cömertlik abidesi adamdır. Belediye olarak işçilerimize altı maaş ödeyemediğimiz zor günlerde de, Sakaryaspor’un transfer tahtasının kapalı olduğu trilyonlarca liralık borçlu günlerinde de, Nasılsın sorusuna cevabı hep aynı oldu: İyi olacak inşallah! Haklı da çıkmış, onun başında olduğu işlerin sonu hep iyi, güzel, mutlu bitmiştir. Bunu niye anlattım. Selahattin Aydın Düzce Çerkez Aynalı Köyü’ndendir. Taraftar gruplarının alışılagelmiş yem borularını tıkadığı için de yeşil siyahlı tribünlerin meşhur sloganı hep onunla ilgiliydi: Düzceli, Başkan, İstemiyoruz!.. Ama Sakaryaspor’un başı ne zaman zora düşse, başa zorla (yalvar yakar) getirilen ve takımı maddî manevî uçurumun dibinden felaha çıkaran kahramanımız da odur.

Bir de Nazmi Narin Ağabeyimdir benim için Düzce. Yatılı okulda bir üst sınıftan büyüğüm. Her zaman olumlu, her zaman enerjik, her zaman vefalı; durmadan dinlenmeden gençliğin, çevresindekilerin iyiliği için mücadele veren misafirperver Düzce Beyköylü Ağabeyim. Tipik, örnek, güzel bir Düzcelidir o da zira. 

Evet; Düzce, yeni, cedit bir şehir, Aynı zamanda çok farklı etnik kökenlerden ve coğrafyalardan gelenlerin oluşturduğu renkli ve zengin şehir. Doğa harikası, yeryüzü cenneti vilayet. Lezzetler cenneti.

Düzce, Türk şehir, Müslüman şehir.

Her şeyiyle yeni bir Osmanlı şehri.