Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Akif Okur, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla gündeme gelen yeni dünya düzeni ve ABD-Çin gerilimine ilişkin AA muhabirine açıklamalarda bulundu.

Okur, uluslararası sistemde uzun zamandır devam eden bir değişim ve dönüşüm sürecinin yaşandığını, salgının bazı eğilimleri hızlandırdığını anlattı.

ABD'nin salgından hem imaj hem de ekonomik olarak en çok zarar gören ülke olduğunu, Çin'in ise salgını erken kontrol altına alıp, hızlı toparlanması sebebiyle ekonomik kazançlarının artacağının varsayılabileceğini kaydetti.

"Pandemi, Çin-ABD çatışma ihtimalini hızlandırdı"

Hızlı toparlanmaması durumunda, Çin'in ABD'yi jeopolitik anlamda da test etmeye çalışacağını kaydeden Okur, şöyle devam etti:

"Pekin, özellikle Güney Çin Denizi gibi gerilim alanlarında kendi lehine bazı adımlar atmaya çalışacaktır. Ama tek başına 'Bu virüs dünya sistemini değiştirir' diyemeyiz. Kesin neticelerini görmek için asgari bir veya iki yıllık bir zaman dilimini görmemiz lazım. 2. dalga gelirse, uzun süreli kapanmalar devam ederse bunun ekonomik sonuçları olacak. Örneğin fakir ülkelerde daha ciddi çöküşler meydana getirebilir. Bunlar kredi için büyüklerin kapısına gittiklerinde aralarında nüfuz ilişkileri oluşabilir. Büyük güçlerden biri toparlanmışken diğeri uzun müddet bu salgından çıkamazsa o zaman diğeri tekrar avantaj kazanabilir. Yakın zamandaki büyük çaplı kapanmanın petrol fiyatlarını indirdiğini gördük. Petrol üreten ülkeler zarar görüyorlar ve Rusya gibi petrol geliriyle jeopolitik hedefler peşinde koşan ülkelerin stratejilerini etkileyebilir."

Ekonomik yükselişi devam eden Çin'in, ABD ile çatışmaya da yaklaştığını dile getiren Prof. Dr. Okur, "Uluslararası ilişkiler teorilerine göre böyle güç geçişi dönemlerinde aktörlerin birbirleriyle çatışmaya yaklaştıkları evreler vardır. Pandemi evresi bu süreci hızlandırdı. Prestiji zedelenen aktör daha baskıcı olacaktır. Bu özellikle ABD dış politikası için geçerli. Çin ile olan ilişkilerinde daha çatışmacı olacaklardır. Onun işaretlerini görüyoruz. Çin'le bir sınava girecek. Sıcak çatışmayı ihtimal dışı görmüyorum. Onun formülü ayarlanır. Yani vekiller üzerinden olabilir veya doğrudan çatışabilirler. Tarihte bunlar oldu." değerlendirmesini yaptı.

Nükleer silahların topyekün bir çatışmayı engellediğini kaydeden Okur, şöyle konuştu:

"Çatışma sınırına gelmemek için gayret göstereceklerdir. ABD'nin 90'lardan bu tarafa Çin'i denizden kuşatma üzerine kurulu bir stratejinin altyapısını oluşturduğunu unutmamak gerekir. Bunun için gerekli silah sistemlerini yaklaşık 20 yıldır üretiyorlar. O yüzden de Çin'e mesela nükleer savaşa varmadan diz çöktürecek bir strateji için denizden abluka öngörüyorlar. Bu Güney Çin Denizi'ndeki senaryolarda karşımıza çıkıyor. Çatışma kolay değil ancak emin olun 'asla olmaz' diyebileceğimiz hiçbir şey yok bugünün dünyasında."

"Devletler değil, toplumlar ruhen bölünebilir"

Okur, pandemi sürecinin, ekonomik krizlerin ve protestoların ABD, Rusya ve Çin gibi ülkeleri bölünmeye götüreceği yönündeki görüşlerin reel bir dayanağı olmadığını da belirterek, "Uluslararası ilişkilerde bölünme öyle 100 bin insanın sokağa çıkmasıyla gerçekleşmez. Ama tabii toplumlar ruhen bölünürler. ABD için belki böyle bir şeyden söz edebiliriz. Sosyolojik fay hatları açılır, siyaseten çok kutuplaşmış, bölünmüş bir toplum haline gelebilirler." diye konuştu.

Yeni soğuk savaş

Süleyman Demirel Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Ümit Alperen ise salgın sonrası yeni dönemin ABD-Çin arasında ‘yeni soğuk savaş’ kavramı altında tartışılsa da bu durumu 'yeni soğuk savaş' kavramıyla tartışmanın, analiz etmenin yanıltıcı olabileceğini vurguladı.

"Yeni dönemi 'hibrit savaş' ya da 'yumuşak savaş' çerçevesinde tartışmanın daha doğru olabileceği kanaatindeyim." diyen Alperen, ABD ile Çin arasındaki ticaret hacminin yaklaşık 600 milyar dolar olduğunu, iki ülkenin karşılıklı ekonomik ve politik bağımlılığı bulunduğunu aktardı.

"ABD-Çin arasında ne kadar çatışmalı konu varsa bir o kadar da karşılıklı etkileşimin ortaya çıkardığı ortak çıkar alanları var." diyen Alperen, Çin'in, mevcut uluslararası sistem içerisindeki küresel payını arttırmak ve sistemin kurumsal yapılarına meydan okuyan değil, kendisine Batı liderliğindeki sistemden gelecek baskıları önleyecek yapılar inşa ederek ayrıcalıklı aktör olmak istediğini ifade etti.

Alperen, şöyle devam etti:

"Daha net ifadeyle Çin, ABD’nin yerine küresel lider olmak istemiyor. Bu da oldukça rasyonel bir temel dayanıyor. Liderlik maliyetlidir. Ayrıca Çin’in küresel tehditler ve sorunlar için bir önerisi de henüz yok. Aslında pandemi süreci de ne Çin ne de ABD sistemsel boyutta küresel sorumlu bir güç olarak hareket edemediler. Dolayısıyla uluslararası sistem küresel boyutta bir liderlik, organize edici aktör sorunu ile karşı karşıya. Her iki güç de birbirlerini tehdit ederek ve suçlayarak refleksel politikalar ile iç sorunlarının çözümüne daha fazla odaklanmayı ve iç politikada meşruiyetlerini arttırmayı tercih ettiler."

Salgın sürecinde ABD’nin ortaya koyamadığı küresel liderlik boşluğunu Çin'in dolduramadığına dikkati çeken Dr. Alperen, sözlerini şöyle tamamladı:

"Pekin yönetimi, pandemiye karşı küresel diplomasi örneği sergileyebilirdi. Küresel boyutta büyük bir ekonomik ve politik güce ulaşmasına rağmen, aynı küresel boyutta tek başına dizayn edici bir güce erişemediği gibi, kapsamlı sorumluluk alma konusunda da gönülsüz bir yaklaşıma sahip. Fakat ABD’nin Çin’i meydan okuyucu güç olarak görmesi, Çin’in de ABD’yi ulusal çıkarlarına tehdit olarak algılaması taraflar arasındaki çatışmayı artırıyor."

Editör: Haber Merkezi