Rabbimiz buyurur ki: O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Şu bir gerçek ki insanoğlu çok zalim, çok nankördür!” (İbrahim sr, 34)

Elli yıl önce mahallede bir insana “yüz binlik” dendi mi çok zengin anlamına gelirdi. Zenginlerle yoksullar aynı mahallede yaşardı. Birinin evi daha güzel olsa da fakirlerle aynı semtte otururdu. Şimdi ise zenginlerin iş yerleri şehir dışında olduğu gibi, meskenleri de şehir dışına taşındı. Eğer şehir içinde oturuyorsa, güvenlik görevlisi, kamerası ve altından geçilen bir sopası olmadan asla kapısına yaklaşamaz olduk. Siteden arabasıyla çıktığından dolayı tanıdığı görmek de pek mümkün olmadı.

Eskiden faytona binmek zenginlere mahsusken şimdi ise birçok kapıda iki at yok ama iki araba park etmektedir. Bir tefsirde okumuştum. “Şehir içinde atla gezmek kibre sebep olur” diye mekruhtur denmekteydi.

Zenginle fakirin ortak yönleri ve mekânları bazen iç içeydi. Öyle ki aynı parkta çay içerken birbirlerini görürlerdi. Mahalle cemaati Cuma geceleri camiye koşar âdete tevbe ve tecdidi iman ederdi. Hele Pazar günü mahalle camisine muhakkak giderler ve mahalleliyle hasbihal giderirlerdi. Minarede okunan salalara kulak verilir ve taziye ederek cenaze namazına giderlerdi.

Mahallenin bakkalı mahallenin sosyal vakfı gibi fakirliğin yükünü ve acılarını taşırdı.  Şimdi marketler zengin ama “soğuk bir merhaba ile hoş geldiniz” sözünü asgari ücret edasıyla söylüyorlar. Mahallede telefon olmazdı, belki bir iki evde olurdu, onlarda kilitli bulunurdu. Bir telefon için on yıllar sıra beklenir ya da telefonu olandan, bir cami cemaatinden toplanamayacak kadar para ile devr alınırdı.

Bir memur evinin mutfağına yeni bir düdüklü tencere aldığı zaman mahalleli “zengin” olmuş komşumuz derlerdi. Üç tekerlekli bisiklet arabasına pazar alışverişini koyup bazen kendi de içine oturur evine öylece gelirdi. İster yokluk deyin, ister tevazu hayat böyleydi. Herkesin bisikleti olmazdı. Mahallelerde çocuk bahçesi yoktu. Çocuk oyuncakları evleri süslemezdi. Televizyon bilinmezdi. Radyosu olan evler ayrıcalıklı sayılırdı. Gençler polis FM dinlerken, büyükler haber ve spor için radyonun etrafına toplanırlar kandilden kandile de dini yayın dinlenirdi.

Devlet dairelerinde araba çok az vardı. İmam ve öğretmenlerde araba olmazdı. Müftünün bile makam arabası bulunmazdı. Çocuklar okullarına servis arabasıyla gitmezdi. İnsanlar gibi, imkânlarda azdı. Sonra insanlar çoğaldı maalesef bazı insanlarda azdı. Caddelere asfalt dökülmesi şehirde bayram havasına sebep olurdu. Misafirler otelde kalmazdı. Zaten akşam oldu mu yola gidecek vasıta bulmak neredeyse imkânsızdı.

Camiler cemaat bakımından daha tutarlı ve zengindi. Süslü camiler yapamazlardı ama cemaat aşkı kuvvetliydi. Cami halılarının altında ısıtıcı yoktu ama yüreklerin sıcaklığı birbirlerini ısıtırdı. Öğretmen kahvede kâğıt oynasa da okulda sıra üstünde çocuklara namazı öğretirdi. Matematik öğretmeni köyleri ziyaret eder din sohbeti yapardı. Gönüllülük sanki daha çok ve imece halde işler yoluna koyulurdu.

Cenazelerde hatim okunur, tartışmalı olsa da devir ve ıskat için fedakârlık yapılırdı. Hac, asker, düğün, sünnet gibi cemiyetlerde mevlithanlar peygamber siyerini makamla okur ve dinletirlerdi.

Eskiden dediğimiz şey asırlar sürerken, şimdi on yıl ile asırlar devrilmektedir. Ayakta durması gereken ise insanın, tevhit, ahlak ve akıbet güzelliğidir vesselam.