Duyun artık! 

                      Lanet Osun! Toplu Tecavüz! 

                      Yanlış duymadınız! Toplu Tecavüz... 

                      Toplama kampları, hapisler, organ hırsızlığı, çocuk toplama kamplarında asimilasyon, köle işçi,  zorla Çinlilerle evlendirme, D. Türkistan Köylerinin boşaltılarak, Çin'in değişik yerlerine taşıma. Akla hayale gelmeyen, eşine raslanmamış zulümler yapılıyor. 

                      Hasılı bir millet, bir ümmet yok ediliyor. Doğu Türkistan'da Uygur Müslüman kardeşlerimiz soykırıma uğruyor. Kamplarda yaşanan akılalmaz olaylar! 

                      Daha önce Gülbahar Jelilova hem Vizyon Programımda yaşadıklarını gözyaşları içinde, boğazı düğüm düğüm anlatmış, hem de sosyal medyada anlatmıştı 

                      Anlatma sebebini ise; “Kamptaki kadınlar bana hergün yalvardılar, bizim yaşadıklarımızı çıkınca Müslüman kardeşlerimize ve bütün dünyaya anlat, bize söz ver diye, ben de bütün  dünyaya anlatacağım, anlatıyorum.” Demiş ve kamplarda hergün karşılaştıkları tecavüzler ve işkenceler sonucunda aklını yitirenleri, hamile kalan kadınların çocuklarının analarından alınarak, nereye ve ne için götürüldüklerini bilmediklerini, kadınların aklını yitirdiklerini ve daha nice akılalmaz insanlık dışı muameleri anlatmış, izleyicileri ve bizleri gözyaşlarına boğmuştu. Anlatılanlar karşısında çaresizliği iliklerimize kadar hissetmiştik.  

                     Allah zalimleri kahretsin! 

                     Şimdi ise, gene toplama kamplarında çıkan Tursunay Hanımefendi anlatıyor; 

                    "Toplama kamplarında on beş yaşından seksen yaşına kadar kadınlar bulunuyor. Kadınları hergün çırılçıplak soyunduruyorlar, içimizden seçtiklerini kamerası olmayan başka bir odaya götürüyorlar, gözlerimizi ve bizi bağlıyorlar, yüzlerine maske geçirmiş Çin askerleri, toplu şekilde sırayla her yanımızdan hemen hepimize defalarca  tecavüz ediyorlar, bununla da yetinmiyolar, işkence yapıyorlar vücudumuza elektrikli jop sokuyorlar, aklını yitiren kızlar oluyor....” 

                     Anlatılanlar dinlenilecek gibi, dayanılacak gibi değil. 

                     Türkiye'de yaşayan, eğitim için gelen Uygur kardeşlerimiz, bu anlatılanlar karşısında dünyaları zindan oluyor. Türk milletine İslam topluluklarına gönülleri kırık, yürekleri burkuk bir şekilde sesimizi duyun, bize yapılan zulmü durdurun diye feryat ediyorlar ama ne yazık ki insanlık sessiz, müslümanlar duyarsız, bu halde çaresizlik içinde yakınlarının akıbetini Çin'den sormak ve sağlar mı, ölmüşler mi, zindandalar mı, öğrenmek için önce Çin'in İstanbul Konsolosluğu önünde seslerini duyurmaya çalıştılar. Netice alamayınca Ankara'da Çin Elçiliği önüne beş bin dilekçe ile başvurmak istedile, kapılar kendilerine kapatıldı, gene cevap alamadılar. 

Çin elçiliği önünde polis müdahale etti, müdahale sırasında tatsızlıklar oldu orada. Kardeşinin akıbetini sormak için bulunan Mağfret isminde bir hanımefendinin kolu incindi. Emniyet görevlilerince nahoş kelimeler sarfedildiği sosyal medyada paylaşıldı. Keşke bunlar olmasaydı. 

                     Polisimiz müşfiktir, ölçüsüz davranmaz, sanırım anlık istenmeyen olaylar olmuş ya da işin vahametini anlamayan birkaç görevli kendilerine yakıştıramadığımız söz ve davranışlarda bulunmuşlar. 

                    Yetkililere ve emniyet görevlilerine bir cümle söyleyerek iktifa edeceğim. 

                    Çin elçiliği önüne giden Uygur kardeşlerimiz annelerini, kardeşlerini çocuklarını ve onların akıbetlerini soran KANADI KIRIK kardeşlerimizdir. Lütfen bu kardeşlerimizi bir de siz incitmeyin. 

                    Bizler bir şey yapamıyoruz, bırakın kanadı kırıklar analarını babalarını, kardeşlerini, çocuklarının akıbetlerini sorsunlar. 

                    Onları rahat bırakın, onlar Çin'in dediği gibi terörist değil, onlar kardeşlerimiz. 

                    Onlar; Milliyetçilik iddiasında olanların, Ümmetçilik iddiasında olanların  görmezden geldiği Uygur TÜRK MİLLETİ, UYGUR MÜSLÜMAN ÜMMETİDİR. 

                    Onları lütfen rahat bırakın!  Onlar vatanperver kardeşlerimiz  

                    Emin olun hiçbirisi, bırakın Türkiye'nin zarar görmesini, kılına zarar gelmesini istemeyen kardeşlerimizdir. Şayet varsa aralarına sızmış provakatörler, onları ayıklamakta emniyet görevlilerinin işidir. 

                   Onlar; Annesinin akibetini soran Cevelan, kardeşlerinin babasının anasının akibetini soran Mirzahmet, aynı zamanda Türk vatandaşı olan kız kardeşinin akıbetini soran Medine, 

                   Ve; Ömer Faruh: aynı zamanda Türk vatandaşı da olan üç dört yaşlarındaki iki çocuğu, abileri, kardeşleri, anası ve babası. 

                   A.Tohti: ailesi ve aynı zamanda Türk vatandaşı da olan asimile kampında iki çocuğu.  

                   Abdurahman: kardeşi, amcası, 2 yeğeni. Şemsiye: babası, dedesi, amcası. 

                   Mağfiret: 2 amcası, abisi, 8 yeğeni. Alimcan: abisi, ablası, 2 yeğeni, 2 eniştesi.  

                   Hebibullah: 2 ablası, 1 kız kardeşi, 1 erkek kardeş, 2 eniştesi,  

                   Tursuncan: kız kardeşi. Rabigül: annesi, arkadaşı.  Ve diğerleri... 

                   Onlar kanadı kırıklar! 

                   Onlara yardım edemiyoruz, bari gölge etmeyelim! 

                   Çin'den aşı alıyoruz! 

                   Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, 2 Kasım 2011 kapatılmıştır. Bu tarihten itibaren Türkiye kullandığı aşıları ithal etmektedir. 1928’de Hıfzıssıhha Enstitüsü ile üretim merkezileştirilmiştir. 1940’lı yıllara kadar tifo, tifüs, difteri, BCG, kolera, boğmaca, tetanoz, kuduz aşıları seri üretimle oluşturulmuştur. 1968’de kurulan serum çiftliğinde tetanoz, gazlı kangren, difteri, kuduz, şarbon akrep serumları da üretilmiştir. Ülkede hastalıkların yok olması ile 1971’de tifüs, 1980’de çiçek aşısı üretimi sonlanmıştır." 

                  Şimdi ise Çin’den aşı alıyoruz. Çin aşısı yaptıranlara şifalar dilerim. 

                  Ben Çin aşısı yaptırmayacağım. Aşı yaptıracaksam da YERLİ AŞIMIZI bekliyorum. 

                 Çin yetkililerine sözümüz ise; Uygur kardeşlerimize yaptığınız zulme, soykırıma son verin. Türk ve İslam dünyası ile onarılmaz sonuçları olacak zulmü durdurun. Böylece dünya barışına katkıda bulunun. Zulmü devam ettirmeniz halinde, insanlık için ve Çinliler için de dünyayı yaşanılmaz yer yapmaya doğru süratle sürüklemektesiniz. 

                  D.Türkistan'da cep telefonunu yasaklamanız, orada Uygur Müslümanlarına insanlık dışı yaptıklarınızı dünyadan gizlemeye yetmeyecek! Artık mızrak çuvala sığmamaktadır. Uluslararası mahkemelerde hesap vereceksiniz! Hesap vermeli ve yargılanmalısınız. 

                  Son söz olarak; Türkiye hiç vakit kaybetmeden UYGURLARIN UĞRADIĞI SOYKIRIMI TANIMALIDIR. Türkiye ne Akdeniz'e, ne Libya'ya, ne Suriye'ye ve ne de başka bir işini Çin'e güvenerek, Çin'in desteğini alarak yapmamıştır. Türkiye'nin dik duruşu her zaman olduğu gibi dostlarını umutlandırıp sevindirecek, Türkiye’ye düşmanlık edenleri ise dize getirecektir.  

                 Toplu tecavüze, soykırıma uğrayan Müslüman Uygur Türkleri; hem Millet, hem ümmettir. Uygurlar kardeşlerimizdir. Ben UYGURUM! UYGUR!  BİZ UYGURUZ! UYGUR! ( 'Lanet Osun! Toplu Tecavüz!' başlıklı, Halis Özdemir'in yazısından iktibas edilmiştir)